CELLÂDINA ÂȘIK OLMA HALİ

Yazdıkları görmezden gelinerek “sükût suikastı”na uğradığını belirten Ahmet Hamdi Tanpınar “Türkiye beni yedin” der ve ekler “Türkiye evlatlarına kendisinden başka bir şeyle meşgul olmak imkânını vermiyor”.  Alman Filozof Arthur Schopenhauer, dilimize “Okumak, Yazmak ve Yaşamak Üzerine” adıyla çevrilen eserinde, insanın neden eleştiremediği, otoriteye neden boyun eğdiği ve fikirlerini beyandan niçin kaçındığına dair şu cümlelere yer […]

Yazdıkları görmezden gelinerek “sükût suikastı”na uğradığını belirten Ahmet Hamdi Tanpınar “Türkiye beni yedin” der ve ekler “Türkiye evlatlarına kendisinden başka bir şeyle meşgul olmak imkânını vermiyor”.

 Alman Filozof Arthur Schopenhauer, dilimize “Okumak, Yazmak ve Yaşamak Üzerine” adıyla çevrilen eserinde, insanın neden eleştiremediği, otoriteye neden boyun eğdiği ve fikirlerini beyandan niçin kaçındığına dair şu cümlelere yer verir:

“Cehalet ancak zenginlikle bir arada bulunduğu zaman soysuzlaştırıcıdır. Sefalet ve ihtiyaç, yoksul insanı sınırlar; onun işi yahut uğraşı bilgisinin yerini alır ve düşüncelerini işgal eder.”

Beni bu satırlarda, cehaletin zenginlik ya da makam-mevki ile buluşarak soysuzlaştırdığı insanlar değil, sefalet ve yoksulluğun mûti, çaresiz, suskun, mahkûm ve mecbur kıldığı insanlar ilgilendiriyor. Gerçekten de öyledir; insanı susturan, itaate zorlayan ve düşünmekten uzaklaştıran başlıca etkenlerden biri, sefalet ve ihtiyaçtır… Yoksulluk, sadece ihtiyaçlarının ve maişetinin peşinde koşan, düşünmek ve eleştirmekten uzak duran “uslu ve uysal bende”lere dönüştürür insanı!…

Eminim hatırlayacaktır bu sevgili kardeşlerimiz; “Bir Millet Uyanıyor” adıyla efsane filim vardı. Birinci dünya savaşı ve çanakkale savaşında yaşananlar, şehitler, geri kalanların evlerine dönmesi konu ediliyor; Millet olma şuurunu anlatıyordu. 1932’de çekilmişti. 1966’da tekrar çekilde. Bana sorasanız, sırf bu kardeşlerimizin hatırı için üçüncü defa çekmekte fayda var. Ama bu defa “Bir millet uyanmıyor” adıyla olmalı!

***

Biliyormusunuz; başta depremde Șehircilik Bakanının belirtmiş olduğu yüzde doksanı yıkılmış, yok omluş Hatay ilimiz olmak üzere, bu ülke, bu ülkenin insanı, bu dünyada öteki dünyanın cehennemini yaşıyor!…

Çünkü Türk milleti cellâdına âşık. Öylesine cinnet halleri yaşanıyor ki, ülkemin halini benim annatmaya gücüm yetmiyor. Dil galiba yaşananlar karşısında çaresiz kalmaya başladı. Dünyada hiç bir dili Türkiye’yi anlatmaya yetecek cumleye sahip değil. Çünkü, tekrar ediyorum, biz cellâdımıza âşıkız. Kaldıralım kafamızı, etrafımıza bakalım… Saklandığımız, sustuğumuz, sindiğimiz kuytulardan, kendi kendimizi kuşattığımız “dehşet çemberinden”, adeta gönüllü girdiğimiz “korku tünelinden” çıkıp nerelere doğru götürüldügümüzü görelim… O müthiş özdeyişi anımsalayım : Korkununun ecele faydası yok !…

 

Bu ülkede yaşayan insanlar; küçücük, tuzu kuru bir azınlık dışında kendi cehennemini yaşıyor, üstellik cehennemin ateşi giderek harlanıyor, aşılması güç, olanıksız bir duvar oluşturuyor her birimizin çevresinde !… İşçisi, memuru, emeklisi, akademisyeni, öğrencisi, iş insanı, gazetecisi hatta siyasetçisi dahi kendi meşrebine göre bu cehennemden payını alıyor… Son seçimlerden buyana yaşanan zamlar, mühalif siyasette öne çıkan tartışmalar, yurttaşlardaki karamsarlığı artırıyor. Toplumsal kutuplaşmayı besliyor. Halkın geniş kesimlerinde, gençlerde, kadınlarda, emekçilerde, yoksullarda, Cumhuriyetçi kesimlerde yaygın bir yılgınlık, bıkkınlık, umutsuzluk, çaresizlik, başarısızlık havası egemen… Șiddet olayları her geçen gün artıyor. Rafah sevyesi düştükçe, öfke kontrolü de düşüyor. İnsanların birbirlerine tahammülü, sevgisi, saygısı azalıyor. Aslılında kendilerine de saygıgıları azalıyor… Yaşadıklarımız giderek insanlıktan ve hakkaniyetten uzaklaştığımız zamanları işaret ediyor. İnsanlığımızı kaybediyoruz. Șu an problemimiz ekonomi değil, şu an problemimiz siyaset değil, şu an problemimiz eğitim değil, bizim problemimiz insan olamamak, adil olamamak. Bizim ülkede hakkaniyet, liyakat, insaniyet, adalet, vicdan gibi kavramlardan ziyade sizin hangi tarafa ait olduğunuzu gösteren semboller, ifadeler ön plana çıkmaya başlıyor. [Düşünün; ülkemizin artık sadece bir enkaz yığını olan en güzel kadim kentlerinin birinde, Hatay’da güneşin kırk derece olduğu kuyruklarda su sırası bekleyen yüzlerce genç yaşlı, kadın erkek ve küçücük çocukların çektiği eziyeti düşünün. Ve sosyal medyada okuduğum bir haber: Hatay’ın Altınözü ilçesinde kayıp olarak aranan ve 7 gün sonra zeytinlik arazide cesedi bulunan Yasemin Ünlü’nün ön otopsi raporuna göre açlık ve susuzluktan öldüğü öğrenildi.]

***

Burada son bir noktada önemli olan her dönem insanlığın, yurttaşllığın kendisini var kılmasını sağlayacak ulusal birliğin temel olduğu hususudur. Burada birilerini kızdırmamak ya da birilerine destek olmak adına kararlar verilemez. Eğer kuralların herkesi kapsadığı ve herkes için olduğu düşüncesinin içerisini boşaltırsanız, koyduğunuz kurallara uyacak insanları da yoldan çıkartmış olursunuz. Bu yüzden her rejim ulusal birliğe sahip çıkmak ve ülkenin tüm değerlerini koruyup yükseltmek için yurttaşların birlik ve güvenlikle kucaklaşması en gerçerli, en değerli, en büyük güvencedir. Geleceğin ışıklı yolları bu konularda dayanışmayla açılır ve döşenir. Bu nedenle ulusal birlik hepimizin özen göstereceği bir ilke ve değer olarak korunmalı, güçlendirmelidir.

Ancak ve ne yazık ki yaşadığımız depremde Hatay konusunda ulusal birlimizi korumakta “dibin dibi”inde debelendiğimizi gösteren sosyal medyada bu gibi paylaşımlar dolaşıyor:

Șu an Hatay üzerinden projeler gerçekleştiriliyor. Hatay üzerinden oyunlar oynanıyor. Hatay bakılmıyor, depremden sonra Hatay terkedilmiş durumdadır. Hatay’da yaşayanlar diretmesin, Hatay’ı terketsin ayrılsın, gitsinler; İskenderun’un da içinde olduğu Atatürk’ün o özel hikayesi olarak gördüğü, ölüm döşeğinde, diplomasının ne demek  olduğunu göstererek kazandığı o büyük zaferi de tahrip etmek üzere Hatay’da oyun oynanıyor. Halk terkedilmeye zorlanıyor şimdi. O imam kırıntısı boşuna minterden çıkıp demedi “Hatay Bir Arap Șehridir“ diye. Korkarım orası ölümün eşiğinde, susuz bir şekilde, altyapısız bir şekilde, yağmurda çamurda kış soğuklarında halk tümüyle orayı terketsin diye bekliyor. Devamında Savdi Arapoya özel sanai bölgesi olarak tüm Hatay sınırları tahsil edilecektir” diye söyleniyor.

Ortadoğu ve Süriye Politikalarının bir başka Uzmanı, Hatay’da ilk günden bu yana demografik bir oyun oynandığı; “Hatay’ı hoşgörü ortamından çıkarıp, kendi mezhepsel anlayışlarına  dönüştürme politikası devreye alındığını” ve gelişmeleri endişe ile izlediğini kaydediyor. [Depremzedeye Hatay’a dönüş izni yok! (muhalif.com.tr)]

Bu haberleri okuduğumda/izlediğimde “Tanrım” dedim “Lütfen yalan haberler olsun”!

İktidar hiç kimsenin malı değildir. Ulusa hizmet yerinin geçici makamıdır. Partizanlıkla yurttaşları ayırmak kendi amaç ve tutkuları için tüm değerleri ve ilkeleri gözardı etmek, ilkellik ötesi, yaşam karşıtlığıdır.

 

Ülkeye ve ulusa hizmet yarışının yöntemi olan siyaset, her türlü kargaşa, zorluğa ve karanlığa karşı bir hizmet alanıdır. Ulusun esenlik, mutluluk ve gelecek aydınlığı için yarışmadır. Yöneticilerin tutum ve davranışlarına çok özen göstermeleri gereği tartışılmayacak bir doğrultudur. Partizanlık ayırımları, düşmanlık durumuna getiren ilkeleri başta insalık, yurttaşlık değerlerine birer çirkinlik, birer ayrık, birer suçtur. İktidar koltuğu ve olanaklarını kişisel ve partici çıkarlar için araç sayan sakat anlayış, küçüklük ve aşağılık belirtisidir.

Bu ülkeyi yönetenler ya da yönettiğini zannedenler nasıl bir bir Türkiye istiyorlar ? Yoksa nasıl bir Türkiye yarattıklarının farkında bile değiller mi?. Bu şekilde yoluna devam eden (aslında edemeyen) ülkenin sonunda varacağı yerin neresi olduğunu göremiyorlar mı, yoksa umurlarında değil mi, çözemiyorum?…

Pof. Dr. Garip Turunç – Bordeaux (Fransa) Üniversitesi ve İstanbul Galatasay Üniversitesi Em. Öğt. Üy.

Bordeaux, 4 Eylül 2023

Exit mobile version