“Çocuk, Mutsuzluk, Umutsuzluk”

Yeni bir ders yılının başındayız. Bir buçuk yıllık bir aradan sonra hafta başında ziller yeniden çaldı. Öğrencilerini okullarından bu kadar uzun süre uzak tutan dünyada üçüncü ülkeyiz. Bir milyonu aşkın öğretmen ve on sekiz milyonu aşkın öğrenci uzun bir aradan sonra okullarına yeniden kavuştu. Öğretmen açığına rağmen yüzbinlerce öğretmen de atama bekliyor. Oysa tüm çocukların […]

Yeni bir ders yılının başındayız.

Bir buçuk yıllık bir aradan sonra hafta başında ziller yeniden çaldı.

Öğrencilerini okullarından bu kadar uzun süre uzak tutan dünyada üçüncü ülkeyiz.

Bir milyonu aşkın öğretmen ve on sekiz milyonu aşkın öğrenci uzun bir aradan sonra okullarına yeniden kavuştu.

Öğretmen açığına rağmen yüzbinlerce öğretmen de atama bekliyor.

Oysa tüm çocukların eğitim hakkı vardır ve uygun koşullar hazırlanarak okulların açık tutulması gerekirdi.

Okul çağındaki bir çocuğun okul dışında olması çocuğun geleceği üzerinde olumsuz etkilere sahiptir.

Okullar, çocukların öğrenmesi, sosyalleşmesi, arkadaş edinmeleri, oynamaları ve normal yaşamlarını sürdürmeleri için önemli olanaklar sunar.

Perşembe günkü Bir Gün Gazetesi’nde okudum: “Çocukların sosyal ve duygusal becerilerini referans alan OECD araştırmasına göre Türkiye’deki çocuklar hayatından memnun değil. Araştırmaya göre, Türkiye, öğrencilerin yaşam doyum ortalamasında sınıfta kaldı. 10 yaş grubunun yaşam doyum ortalaması uluslararası ortalamayı yakalayamadı.

Benzer tablo 15 yaş grubundaki öğrencilere yönelik verilerde de görüldü ” Kısacası ülkemizde çocuklar mutsuz, umutsuz…”

Basından izlediğim kadarıyla, bu ders yılında da çoğu öğretmenimiz pandemiye rağmen 35-60 kişilik sınıflarda derslerini vermek zorunda kalacaklar. Yine kentlerimizin çoğunda çocuklarımız, televizyon, video, bilgisayar, tepegöz olmadan, resim atölyelerini, dil laboratuarını, fen laboratuarını görmeden, kütüphane bulamadan sınavlara hazırlanacaklar.
***
8 Eylül, Dünya Okuma Yazma günü idi.

“Okuryazarlık temel bir insan hakkıdır ve yaşam boyu öğrenmenin ilk basamağını oluşturmaktadır. Bireylerin hayatlarını dönüştürebilmesi, diğer insanlarla sosyalleşebilmesi ve insani gelişimini tamamlayabilmesi için okuma yazma bilmesi gerekmektedir. Okuma yazma enstrümanı kişinin sağlığını korumasına, gelirini artırmasına ve sosyalleşmesine imkân sağlamaktadır. Okuryazarlık düzeyinin yüksek olması insanların ve toplumların yaşam kalitesini yükseltirken, cehalet ise ancak iyi bir yaşam kalitesinin önünde aşılmaz bir duvar gibi yükselmekte ve toplumsal alandan dışlanmaya ve şiddete sebep olmaktadır.

Tüm insanların okuma yazma hakkından yararlanabilmesi ve cehaletin ortadan kaldırılması için Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Teşkilatı (UNESCO) “8 Eylül Okuma Yazma Günü”nü bu yıl ellinci kez kutluyor. UNESCO teşkilatı dünyadaki bütün ülkelerin ulusal ve uluslararası örgün ve yaygın eğitim organizasyonlarıyla birlikte hareket ederek 65 yıldır okumaz yazmazlık sorunuyla mücadele etmektedir.”

Dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 85’inin okuryazar olduğu tahmin edilmektedir. “Ülkemizde, 2019 yılı TÜİK verilerine göre Türkiye geneli okuma yazma bilme durumu (15 yaş ve üstü) yüzde 95,91 civarındadır.
***

Yeni bir ders yılına girdiğimiz bugünlerde eğitimin “olmazsa olmaz”ları arasında yer alan “okuma alışkanlığı” konusunu gündemde tutalım.

Sanatçılarımız okumuyor, bürokratlarımız okumuyor, politikacılarımız okumuyor, velilerimiz, öğretmenlerimiz okumuyor… Okullarımızın çoğunda kitaplık vardır. Bu kitaplıklarda binlerce kitap el değmeden bekliyor. Bir öğrenci okuma alışkanlığı kazanmadan liseyi, hatta üniversiteyi bitirebiliyor. Çocuklar için temel kitap sayılan İki Yıl Okul Tatili’ni, Küçük Prens’i, Sait Faik’in Son Kuşlar’ını, Robinson Crusoe’yi okumayan çocuklarımız çoğunluğu oluşturuyor. Oysa kitap okuma, her insan için yaşamsal bir gereksinimdir.

Eğer bir insan okuma alışkanlığı kazanamamışsa bunda hem aile hem de okul sorumludur. Evde anne-baba, okulda öğretmen bu konuda iyi örnek olamıyorsa, çocuk bu alışkanlığı nasıl kazanabilsin?

“Görgülü kuşlar, gördüğünü işler” diye bir atasözümüz vardır. Kuşlar bile gördüğünü yapıyor. Annesi, babası, öğretmeni okumayan bir çocuk nasıl okusun ki? İlk adım örnek olmakla başlar. Eğitimde bir defa görmek, bin defa duymaktan üstündür.

Edebiyat araştırmacısı Cevdet Kudret: “Okullar, okuma alışkanlığı kazandırabilirse başka hiçbir şey kazandırmazsa da olur.” demişti.

Öğrencilerimize okuma alışkanlığı kazandırıp onlara okumayı sevdirelim. Eğitimin en ağırlıklı yanı budur. Kitapları görerek, kitapları göstererek yeni ders yılına “merhaba” diyelim. Unutmayalım ki “yazmanın da başlangıcı okumaktır.”

Exit mobile version