Her güzellik değerini yitirilince duyururmuş. Cumhuriyetimizin durumu da öyle. Bereket hiçbir zaman yitirmedik, yitirmeyeceğiz. Cumhuriyet ulusun parlamento aracılığıyla kendisini yönetmesi, “egemenliğin kayıtsız şartsız ulusta” olmasıdır. Bakmayın siz günümüzdeki adında cumhuriyet olan, gerçekte cumhuriyetle ilgisi bulunmayan naylon devletlere. Bunlar örnek olamaz. Sömürgeciliği bir biçimde sürdüren devletler de cumhuriyet olamazlar. Zaten üzerlerindeki cilayı biraz kazıyınca gerçek yapıları ortaya çıkıyor.
Batı, ikiden fazla yüzlülüğüyle ne denli gizlemeye de çalışsa Atatürk önderliğindeki Türk Devrimi tarihe yön veren büyüklükte devrimdir. Kimse çiğ yaklaşımlara aracı laf kalabalığıyla kafa karıştırmaya kalkmasın. Türk Devrimi eşzamanlı biçimde, sarayda somutlaşan monarşiye ve onun desteklediği, konuklarım dediği işgalci ordulara karşı başarılmıştır. Osmanlı kendisini Tanrı’nın yeryüzündeki temsilcisi, gölgesi olarak görüyor, öyle benimsetiyordu yüzyıllardır. Diğer monarşiler de aynı durumu gösterseler de onlar çok önceden değişimin ayrımına vardılar. Değişim yönünde kendilerini uyumlandırdılar. Ne ki Osmanlı Batıya “Sizin müneccimleriniz kim” diye sorabiliyordu. Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları yeni bir sultanlık için değil, “egemenliğin kayıtsız koşulsuz ulusa” ait olması, özlücesi Cumhuriyet için başlarını özgürlük yoluna koydular.
Büyük devrimin diri kaldığı süre ilk on beş yıldır. Atatürk’ün ölümüne kadardır. Acı ki gerçek böyle. Ne zaman sıra “milletin efendisi” köylüye toprak vermeye, toprak ağalarını etkisiz kılmaya geldi, mütegallibe, dinci bezirgân, tefeci, yanlarına emperyalizmi alarak (ki tümünün kanıtları bir doludur), cumhuriyete karşı eyleme geçtiler. Çok partili rejimle birlikte devrim ve cumhuriyet karşıtlığının adı “demokrasi” oldu! Demokrasi de cumhuriyet de gönençli, eğitimli, kültürlü ulus ister. Çok partili ucubeliğe bunların hiçbiri yapılmadan, iktidar tarafından geçildi. Erken, erken… İlginçtir, 1946 yılı çok partililiğe geçiş yılı olduğu denli, köy enstitülerinin içinin boşaltıldığı, inişe geçirildiği yıldır.
İzleyen dönemler sınıfsal çatışmalardır ama ezilenlerin sınıfsal bilinç taşıdığı bir savaşım değil. Türkiye ve dünya olayları tam Türk ulusunu da sınıfsal bilince ulaştırmaktaydı ki dünya ve Türkiye faşizmi 12 Eylül 1980 darbesini yaparak, emekçi sınıfları alabildiğine ezdi, ülküsüz ve öndersiz bıraktı. 1970’li yıllar kusursuz bilinçlenme yılları olmamakla birlikte egemenler yönünden yeterince engeldi. Ecevit “koalisyon”unun Kıbrıs’a özgürlük amacıyla harekât yapması ve ABD başta olmak üzere emperyalizmin ekimini yasakladığı haşhaşı yeniden ekmesi ve morfin üretmesi, koydukları ambargo nedeniyle vermedikleri silahların yerine yerli olanaklarımızla silah üretmeye başlamamız iç savaş çıkarılarak cezalandırıldı.
Türkiyemizin, bugüne dek hangi operasyonlara hedef yakıldığını anlatmaya gerek yok; daha geniş bir yazının konusu olabilir. Şu kadarını belirtelim: 1940’ların gerisinde bir bilinç düzeyi, eşittir düzeysizlik! Buradan hangi Ergenekon’la çıkılır? Yine zaman ve halk gösterecek.
Türkiye her çağda hedef ülkeydi, durum sürecek. Türk aydını her nenden önce harita okumayı bilecek, öğrenecek. Ve 100 yılın kötülüklerini ilk 15 yıla kesmekten vazgeçecek. Numaracı Cumhuriyetçilikle ömür geçirip, sayı vermeyecek. Yüz yılın tümü aynı Cumhuriyet mi, kesinlikle değil. Asıl sahibi olması gereken sınıflar sahip çıkma bilincine ulaştılar mı? Ulaşmadılar. Güzelleme yapmak yararsız ve gereksiz. Birçok nedenle, Cumhuriyete sahip çıkmadılar. Köy enstitüleri, halkevleri… kaldırılırken, kapatamazsınız demediler. MC1, MC2, dincilik, her yönde ırkçılık, şimdi FETÖ namlı sümüklü… yayılıp güçlenirken “Ne oluyor” denmedi.
Atatürk Devrimine içtenlikle bağlılık, gönül borcu duymayan hiçbir ama hiçbir yapı, yönetim başarılı olamaz, Cumhuriyetçi görülemez. Ulusun yarısı göstermektedir; Cumhuriyet kökleşmiştir. İşgalci, bir kişiyi, sultanı kuşatarak ulusu tutsak alamaz. Cumhuriyet epeyce de budur. Cumhuriyeti “demokrasiyle” taçlandırmak art niyetli palavradır. Cumhuriyet, demokrasiye göre daha nesnel gerçekliktir. Cumhuriyet için elle tutulur olaylar gösterilebilir, demokrasi için çok zordur. Özetlenen bu savım sınanmış, doğruluğu görülmüş savdır. Dileyen üzerine alabilir.
Cumhuriyetimiz bu aksak durumuyla bile gericiliğin, faşizmin katlanamadığı bir toplumsal durumdur.
Cumhuriyetimiz 100 yaşında, “En büyük bayramdır; kutlu olsun!”