ABD-Türkiye ilişkileri, krizlerin yoğun olduğu gerginlikler silsilesidir. İkinci Dünya Savaşı sonrası, Türkiye’nin NATO üyeliği ABD ile yakın ilişkileri artırmıştır. Artık NATO’nun lider ülkesi ABD ile NATO üyesi Türkiye arasında işbirliği söz konusudur. 1952 yılında NATO’ya kabul edilen Türkiye, ABD’yle ilk ciddi krizini 10 yıl sonra 1962’de yaşar.
27 Ekim 1962… Sovyetler Birliği, ABD’yle arasında krize neden olan Küba’daki Sovyet füzelerinin sökülmesini kabul etti. Bunun karşılığında, Türkiye’deki ABD’nin Jüpiter füzelerini sökmeleri koşulunu ileri sürdü, ABD de bunu kabul etti. ABD bu kararı, Türkiye’ye danışma gereği duymadan almıştı. Bu olayla, ABD-Sovyetler arasında pazarlık söz konusu olduğunda, ABD’nin Türkiye’yi gözden çıkarabileceği görüldü.
Jüpiter füze krizinden iki yıl sonra, ikinci bir kriz yaşanır.
5 Haziran 1964… Kıbrıs’ta Rumların Türklere saldırısı üzerine, 7 Haziran 1964’te Türk askerinin Kıbrıs’a çıkması planlandı. Bunun üzerine ABD Başkanı Johnson, Başbakan İnönü’ye, 5 Haziran 1964’te ifadesi ağır ve tehdit dolu bir mektup gönderdi. Tarihe, “Johnson Mektubu” olarak geçen bu kriz üzerine Başbakan İnönü, “Yeni bir dünya kurulur, Türkiye de orada yerini alır” demişti.
Üçüncü önemli kriz, 10 yıl sonra ortaya çıkar.
1974… Dönemin başbakanı Bülent Ecevit, 1971’de yasaklanan haşhaş ekimini yeniden başlattı. Ecevit’in bu kararı, Türkiye-ABD arasında krize neden oldu. Bülent Ecevit, 2002 yılında Hürriyet gazetesinden Sedat Ergin’e yaptığı açıklamada, ”Yasaklayıcı tutumlarına karşın haşhaş üretimini belli kurallar içinde serbest bırakışımız ABD’de çok tepki uyandırmıştı. Kongre’nin ambargosu aslında Kıbrıs değil, haşhaşla ilgiliydi. Sonra Kıbrıs’a yamandı” dedi.
1974 Kıbrıs Barış Harekâtı, derin bir krize neden olur.
5 Şubat 1975… 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı nedeniyle, ABD Türkiye’ye ağır bir silah ambargosu uyguladı. Bu kararla, Türk-ABD ilişkileri Kıbrıs sorununa bağlandı. Türkiye’nin ambargoya cevabı ağırdır. ABD’ye rağmen, 13 Şubat 1975’te Kıbrıs Türk Federe Devleti kurulur. Bu adımla Türkiye, “Tam Bağımsızlık” politikasını uygulamıştır.
25 Temmuz 1975… Başbakan Süleyman Demirel’di. ABD’nin uyguladığı silah ambargosunun kaldırılması için Demirel, ABD Dışişleri Bakanı ve BD Başkanı’yla görüşür. Fakat sonuç alınamaz. Bunun üzerine, 25 Temmuz 1975’te Bakanlar Kurulu Kararnamesi’yle ABD’nin Türkiye’de bulunan 21 üs ve tesisi kapatılır. Yaklaşık beş bin ABD’li asker ve sivil ülkeyi terk etmek zorunda kalır.
26 Eylül 1978… ABD Başkanı Carter’ın onayıyla Türkiye’ye uygulanan ambargo kaldırıldı. Ambargo kaldırıldığında, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) lideri Bülent Ecevit Başbakandı. Ecevit, ambargonun kaldırılmış olmasına rağmen, ABD’nin üs/tesislerini açmadı. Türkiye, “Tam Bağımsızlık” politikasını bu dönmede sürdürür. Üs/tesisler, 12 Eylül yönetimi tarafından 18 Kasım 1980’de açılabildi.
2003 yılına gelindiğinde, 1 Mart 2003 krizi iki ülke arasındaki gerginliği tırmandırır. Irak Harekâtı nedeniyle ABD askerinin Türkiye’de konuşlanmasına ilişkin tezkere, TBMM’den geçmez. ABD, büyük bir hayal kırıklığına uğrar. Bu hayal kırıklığıyla NATO üyesi ABD, NATO üyesi Türkiye’ye karşı düşmanca tutum izleyeceği dönemi başlatır.
4 Temmuz 2003… Irak’ın Süleymaniye kentinde, ABD askerleri, Türk Özel Kuvvetler Komutanlığı’na bağlı subayların bulunduğu karargâha baskın düzenledi. Bir binbaşı komutasındaki 11 Türk özel harekatçının başına çuval geçirildi. Düşman askeri gibi, esir muamelesi yapılarak Bağdat’a götürüldüler. 60 saat süreyle sorguya çekildiler. Türk kamuoyu, büyük bir öfke ve tepki gösterdi. Bu olay düşmanca bir adımdı. TSK’nın ve Türk milletinin onuru aşağılandı.
Dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök, “Mukavemet etmesinler” dedi. Tim’in bağlı olduğu Özel Kuvvetler Komutanı da karşı koymaları yönünde emir vermedi. Bu pasif duruş, TSK’nın geleneklerine aykırıydı.
Bu düşmanca hareketin, ABD’nin kuruluş günü olan 4 Temmuz’da yapılması elbette bir tesadüf değildi. 4 Temmuz 1776 kuruluş yıldönümü kutlamalarında, “Çuval Olayı”yla ABD güç gösterisi yapmış oldu.
Çuval geçirme olayı, bir kırılma noktasıydı.
ABD “Çuval Olayı” ile Türkiye’yi sınadı. Türkiye, geçmişte 1974 silah ambargosunda gösterdiği tepkiyi 2003’te ABD’nin bu düşmanca tavrına karşı sergileyemedi.
Ve ardından;
-ABD, Türkiye dahil 23 ülkenin sınırlarını değiştiren Büyük Ortadoğu Projesi’ni başlattı.
-TSK’ya Türk tarihinin en utanç verici kumpası kuruldu. Cumhuriyet Ordusu budandı. Türk Milleti, gözbebeği ordusuyla birlikte aşağılandı.
-ABD, PKK/PYD terör örgütüne desteği artırdı. Suriye’nin yüzde 25’ini terör örgütüne işgal ettirdi. PKK/PYD terör örgütü düzenli orduya dönüştürdü. Türkiye’nin güney sınırı terör üreten bir coğrafya durumuna getirildi.
-ABD, Irak ve Suriye’yi parçaladı ve göç projesiyle Türkiye, dünyanın en fazla göçmenine ev sahipliği yapan ülke konumuna getirildi.
-ABD, NATO üyesi Türkiye’ye karşı; Ege’de, Doğu Akdeniz’de ve silah sağlanmasında NATO ülkesi Yunanistan’ı desteklemeye başladı.
-ABD, Türkiye’nin parasını ödediği F-35 savaş uçaklarını vermedi; F-16 savaş uçaklarını vermemekte direniyor.
Türkiye ve ABD, iki NATO üyesi ülke… Bu kadar önemli krizlerin sahibi bir ülke, Türkiye’nin BEKA’sını olumsuz etkileyen kararlara imza atan bir NATO üyesi ABD, “Stratejik Ortak” ya da “Müttefik” olur mu?
1974 Kıbrıs Barış Harekatı’na imza atan; 1975’te ABD’nin üs-tesislerini kapatan; 2003’te ABD askerlerinin Türkiye’de bulundurulmasını reddeden bu ülke değil miydi?
2 bin 500 yıl önce Sun Tzu şöyle demişti:
“Taktik olmadan strateji, zafere giden en yavaş yoldur. Strateji olmadan taktik, yenilgi öncesi yapılan gürültüdür.”