Antakyalı ünlü şairimiz Ali Yüce; “Gözlerimi bağlasalar, bilirim Antakya’da olduğumu” der! Antakya’nın, her birimizin benliğinin, varlığının parçası olmuş, onu şekillendirmiş kokusunu, sesini, rüzgarını, imgelerimize sızmış, hafızamız olmuş sokaklarını, dilini, yapılarını, çok dilli dualarını, ağıtını, sevincini nasıl içimizde taşıdığımızı anlatır!
Deprem sonrası biz Antakyalı’lar, gözlerimiz, hafızamız, benliğimiz açık iken de artık Antakya’yı, sokaklarını bilemez, tanıyamaz, kokusunu, varlığını duyumsayamaz olduk! Hafızamız dağıldı önce, sonra kokular, bizi biz yapan sesler, renkler, sokaklar!
Bu durum bana İtalo Calvino’nun “Görünmez Kenteler” başlıklı kitabında anlatısı yapılan “tarihsel ve coğrafi yabancılaşmanın”, “hangi geçmişe, hangi şimdiye, hangi geleceğe ait olduğu bilinemeyen”, hiçbir atlasta bulunmayan kentleri anımsatır!
Deprem sonrası bizler, hiçbir atlasta bulunmayan kayıp bir şehrin insanları mı olduk? Kayıp atlaslarda bile yeri olmayan yitik bir şehir mi oldu Antakya? Onun kokusunu, rengini sesini taşıyanlar olarak bizler , ona ait olduğumuz, ona bağlı olduğumuz duygusunu kaybedebilir miyiz?
Bizler, şehrimiz Antakya’nın hangi geçmişe ait olduğunu biliyoruz! O ortak geçmişin hafızası, bizi bugün ayakta tutuyor! Biz şehrimiz Antakya’nın hangi şimdiye ait olduğunu biliyoruz, o şimdiyi yaşadık, acımız, bizi birbirimize derman kılıyor! Ve bizler; şehrimiz Antakya’nın hangi geleceğe ait olacağını biliyoruz! Bileceğiz. Çünkü o geleceği biz, birlikte kuracağız! Ne Antakya, “yitik bir şehir” olacak, ne de bizler “yitik bir şehrin insanları”!…
Bu umut bizi güçlü ve dayanışma içinde tutuyor! Biz, nesiller boyu içinde- depremlerle, afetlerle ölmeden –yaşayacağımız, afetlerden kaçmak için ondan ayrılmak zorunda kalmayacağımız bir Antakya’yı, birlikte kurma iradesine ve inancına sahip olanlarız!
DEPREM KOŞULLARINDA ON’UNCU AY!
Her kesimimiz için onulmaz fiziksel, ekonomik ve sosyal kayıplar doğuran, normal hayatımızı, insani varlıksal faaliyetlerimizi durduran ve büyük ölçüde kesintiye uğratmış bulunan bu yıkımın üzerinden on ay geçti! Bu süreçte merkezi ve yerel idarelerin sergilediği eksiklikler, ihmaller, gecikmeler ve koordinasyonsuzluk, deprem sırasında ve sonrasında gerçekleştirdikleri eylem ve işlemlerdeki hukuksuzluk, keyfilik, bilinmezlik, programsızlık ve yurttaşları değil sürece katmak, bilgilenme hakkını bile tanımayan, yok sayan anlayışı; her kesim yurttaşın içinde bulunduğu koşulları giderek ağırlaştıran, çözüm konusunda umutsuzluk ve yılgınlık yaratan, toplumsal stres ve yaşamsal travmaları altından kalkılamaz boyuta getiren bir sonuç yaratmış bulunuyor!
Yaşadığımız bu koşullar her birimiz için, birer yurttaş olarak devlet ile aramızda giderek derinleşen güven kaybı sorunun oluşmasına, hak öznesi bireyler olarak yurttaş statümüz ve haklarımızın devlet tarafından korunmadığına, gereklerinin yapılmadığına, hatta ihlal edildiğine ilişkin bir gerçekliğin yarattığı derin sahipsizlik duygusunun, kuşaklararası aktarılacak bir travma hafızasına dönüşmesine neden olmuş durumda!
a. Sistematik hak ihlali koşulları
Deprem nedeniyle doğrudan ya da dolaylı olarak her birimiz; yaşam ve maddi ve manevi varlığın geliştirilmesi hakkı, barınma ve konut hakkı, mülkiyet hakkı, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkı, eğitim hakkı, sağlık hakkı, tabiat ve kültür varlıklarının korunması hakları başta olmak üzere birçok anayasal hak ihlali yaşadık ve yaşıyoruz! Bu süreçte, devletin anayasal, yasal ödev ve sorumlulukları, yaşam hakkı başta olmak üzere, temel hak ve özgürlüklerin gerektirdikleri kapsamında yükümlülükleri, özellikle Anayasanın; “devletin temel amaç ve görevleri” başlıklı 5.maddesinde düzenlenen devlet “kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak ile ödevlidir” hükmü, konut ve barınma, sağlıklı çevrede yaşama haklarına ilişkin anayasal düzenlemeler ve devletin “yaşatmacılık ödevi” ile 7269 sayılı “Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak Tedbirlere ve Yapılacak Yardımlara Dair Kanun” başta olmak üzere afet mevzuatı ve ilgili diğer hükümler, hukukun genel ilkeleri ve yargı içtihatları, devlet ve siyaset teorisi, sosyal devlet ilkesi ve bu bağlam içinde değerlendireceğimiz kuramsal ve kavramsal her şeyin anlamsızlaştığı bir koşullar bütünü yaratıldı.
Bu koşullar içerisinde, depremin on’uncu ayında; 255 bin binanın yıkılmış olduğu, enkazın hala en az %25’nin kaldırılmayı beklediği, İç İşleri Bakan’ının deprem bölgesine ilişkin olarak “20 Eylül itibariyle çadırda kalan vatandaşımız bulunmuyor” ifadesinin aksine, büyük bir halk kesiminin halen beş bin çadırda yaşamını sürdürmeye, bir çok insanın hasarlı evlerde yaşam kurmaya çalıştığı, en az 300 bin kişinin terk etmiş olduğu Hatay’da; sağlıklı barınma ve depreme karşı güvenli konut sorununun giderek büyüdüğü; insanların güvenli gıdaya erişim olanağının, temiz su ve hijyen olanaklarının çok sınırlı olduğu, şebeke sularının kullanıma elverişli olmadığı (bakteri ve basil nedeniyle) ve analizlerinin de yayınlanmadığı, şehrin bütünüyle bir enkaz, toz ve moloz yığınına dönüştüğü, molozlar ve asbestin halk sağlığı açısından yaygın hastalıklarla, nefes darlığı, kanser vb. büyük bir risk oluşturduğu, ekolojik yıkım yarattığı, sağlık hakkına erişimin çok sınırlı olduğu, alt yapısı oluşturulmuş hastanelerin bulunmadığı, ulaşımın ve eğitimin zor koşullar içinde sürdürülmeye çalışıldığı, yaşam güvenliği, bireysel ve toplumsal güvenlik sorununun, hırsızlık olaylarının yaygın hale geldiği, insanların kendi acılarını sağaltma , yas tutma olanaklarının bile olmadığı bir durum söz konusu!
Bu koşullar içinde;
1. 307 hektarlık alan, hukuksal ve bilgisel meşru ve haklı gerekçeleri bile oluşturmadan, mevzuata ve özellikle “Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkındaki Kanununa (6306 sayılı) aykırı şekilde riskli alan ilan edildi! Sonrasındaki gelişmelerle ilgili ne olacağı bilinmiyor.
2.Kamu taşınmazlarının satışının durdurulması ve bu alanların “Sağlıklaştırma – Yenileme Yapı Rezerv Alanı” olarak ilan edilmesi gerekir iken, tam aksine; Antakya ve Defne ilçelerinde, insanların mülkiyetinde olan binaların, alanların olduğu yerleşim yeri niteliğindeki 207 hektarlık bölge, halkın mülkiyet haklarını elinden alma sonucu doğuracak, idarenin eylem ve işlem yetkisini hukuka aykırı olarak genişleten, yurttaşın bu eylem ve işlemlere karşı hukuka başvuru yollarını kısıtlar şekilde, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı Kentsel Dönüşüm Başkanlığı tarafından 6306 sayılı “Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda ve 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanuna” dayanılarak, 14 Kasım 2023 tarihli kararla “Rezerv Yapı Alanı” ilan edildi! Uygulamanın nasıl gerçekleştirileceği ve mülkiyet haklarının nasıl korunacağı konusunda kamuoyunda ciddi endişeler dile getiriliyor!
3. İlimiz Hatay ve deprem yaşamış diğer on ilde öncelikle jeolojik, jeoteknik mikro bölgeleme etütleri yapılmadan zemin yapısı doğru bir şekilde ortaya konulmadan, bu veriler doğrultusunda 1/5.000 ve 1/1.000 ölçekli imar planları afet tehlike değerlendirmelerini kapsayacak şekilde yeniden oluşturulmadan acele şekilde ihaleler yapıldı ve Toki inşaatları başlatıldı! Süreçle ilgili halkın, kamunun herhangi bir bilgisi bulunmuyor!
4. Tarım alanları, orman arazileri, zeytinlikler hukuka aykırı şekilde imara açıldı. Tarım alanları ve zeytinlikler, acele kamulaştırma kararları ile yer tespitlerinin neye göre ve hangi gerekçelerle yapıldığı da kuşkulu bir şekilde, hukukun genel ilklerine, mevzuata ve mülkiyet haklarına aykırı olarak, Dikmece örneğinde olduğu gibi, afeti yaşayan köylünün elinden alınmaya çalışıldı. Halkın açmış olduğu davalarda alınmış yürütme durdurma kararları da uygulanmadı!
5.Sanayi, küçük sanayi, KOBİ, hizmet sektörü, tarımsal faaliyetlerin desteklenmesine , üretimin sürdürülmesine yönelik bütünsel bir planlama yapılmadı. Ucuz kredilendirme, teşvikler, uzun vadeli şekilde borçların ertelenmesi/silinmesi, belli sürelerle vergi muafiyeti, arazi, yatırım ve ihracat teşviki gibi destekler yeterince sağlanmış değil! Tarım alanlarının ekilmesi ve hayvan varlığının korunmasına yönelik önlemlere (vergi, prim, elektrik borçlarını silme, mazot, tohum gübre, damızlık hayvan, ürün desteği, karşılıksız destek ödemesi yapılması, yerel ürünlerin ülke pazarlarına taşınması vs.) ilişkin bir plan hazırlanmış ve açıklanmış değil!
6. Gerekli imar planı hazırlamadan, insanların barınma, mülkiyet gibi temel haklarının gereğini yerine getirmeden ve bilgilendirmeden, Atatürk Caddesi yenileme projesinin temeli atıldı! Sürecin nasıl gelişeceğine ilişkin belirsizlik devam ediyor.
7. Koruma İmar Planı hazırlanmadan önce, tescilli /tescilsiz ayrımı olmadan bir çok kültürel varlıkların yıkımı gerçekleştirildi!
8. Her yer moloz döküm alanı haline getirildi. Yerinde ayrıştırma uygulamasına son verilmedi. Halkın, asbest, silika, civa vb. sürekli maruz olacağı , hava, toprak ve suya karışacağı, gıda ürünleri ile de insan sağlığını kuşaklar boyu tehdit edeceği bir boyut ve ortam yaratıldı. Bu konuda Türkiye Acil Tıp Derneği Afet Grubu Sekreteri Doç. Dr. Sarper Yılmaz’ın raporu çok çarpıcı, vahim veriler sunuyor.9. İkinci Kademe sağlık hizmeti veren hastaneler hala kurulmadı. Deprem sonrasında dört hafta boyunca doğum hizmeti veren İtalyan Sahra Hastanesi, Sağlık Bakanlığına devrinden sonra çalışamaz hale getirildi. Birinci derece sağlık hizmeti veren Aile sağlık Merkezleri az olsa da açılmaya başlandı ancak, yıkılan ASM’lerin yerine deprem dirençli yeni bina yapılmadı. On ay geçti, ancak Sağlık Bakanlığı hala bir Aile Sağlığı Merkezi bile yapmış değil! Aşılama, kanser taramana, üreme sağlığı, laboratuvar hizmeti, gebe takibi çocuk izlemeleri yapılmıyor! Doktorların barınma sorunu çözülemedi, yeterli ve donanımlı konteyner sağlanmadı Üstelik doktorların, iyileşme ve toparlanma için il dışı tayin hakları da sağlanmadı.
10. Okullar açıldı, Fiziksel koşulların sağlanmaması, binaların güvenli olmaması nedeniyle veliler çocuklarını okula göndermek istemiyor! Öğretmenler. ya konteyner da kalıyor, ya da güvenli olmayan hasarlı evlerde kalıyor! Engelli ve özel eğitim olanakları yeterli derecede oluşturulmuş değil!
11.Cumhurbaşkanı kararıyla Hatay Kırıkhan ilçesinde “Hatay Kırıkhan ‘Roketsan’ Sanayi Alanı” ilan edildi! Ancak, bunun gerekçesi, planlaması oluşturulmuş ve açıklanmış değil! Antakya ‘da sanayi alanın nasıl düzenleneceği, orada çalışan hizmet üretenlere hangi olanakların sağlanacağı, kayıplarının nasıl tazmin edileceği, yeni üretim ve çalışma koşullarının nasıl sağlanacağı, hangi teşviklerin, desteklerin, önceliklerin verileceği, getirilecek vergi, prim borç muafiyet ve ertelemelerin neler olacağına ilişkin herhangi bir planlama yapılmış ve kamuoyuyla paylaşılmış değil!
12. Bölgede bulunan vakıflara ait taşınmazların kira durumunun ne olacağına ilişkin, buradaki esnaf, tüccar vs. bu kiraları ödemeleri için ne yapılacağı ve esnafın, zanaatkarın üretime başlaması koşullarının kalıcı şekilde oluşturulması önündeki belirsizlikler giderilmiş değil!
13. Deprem dolayısıyla şehri terk etmiş olanların sağlıklı ve güvenli dönüş yapabilmeleri için gerekli koşulların sağlanmasına ve alınacak önlemlere ilişkin bir program oluşturulmuş değil!
b. Genel Hayata Etkili Afet Bölgesi HATAY
İçişleri Bakanlığı Afet ve Acil Durum Yönetim Başkanlığı tarafından, 3.4.2023 tarihinde Hatay dahil 10 il, 7269 sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak Tedbirlere ve Yapılacak Yardımlara Dair Kanunun 2.maddesi kapsamında “genel hayata etkili afet bölgesi” ilan edilmişti.
Bu kapsamda, 6 Şubat depremine ilişkin olarak, 14.07.2023 tarihinde 7269 sayılı Kanuna, Geçici 27. madde eklendi ve beş fıkra halinde, Hatay’ın da dahil olduğu “genel hayata etkili afet bölgelerinde”, yurttaşların yararlanacağı hak sahipliği, inşaat yapımı, kredi, hibe, yerinde dönüşüm için koşullar ve tebligat usulü düzenledi.
Ancak,7269 sayılı kanun ve bu kanun gereğince çıkarılmış olan “Afet Harcamaları Yönetmeliği” hükümleri, deprem sırasında ve sonrasında, yurttaşın yaşamını ve haklarını etkin, hızlı, kalıcı şekilde koruma ve kamunun afet yönetiminin gerektirdiği kurtarma, müdahale etme, tedbir alma ve yeniden inşa sorumluluklarını yerine getirmesi için değil; 9 Şubat- 9 Mayıs 2023 tarihleri arasında geçerli olmak üzere ilan edilen olağanüstü hal kararnameler hukukunu icra etmek için kullanılmış oldu. Dolayısıyla, yurttaş, “afet bölgesi” ilan edilen Hatay ‘da, giderek derinleşen sorunların ağırlığı içinde, etkin çözüm için, afet bölgesi ilan edilmiş bir ilde yaşadığının bilincine ve farkına bile varmadan, bu bilinci ve farkındalığı sağlayacak destek, tedbir ve teşvik hizmetleri sağlanmış olmadığından “afet bölgesi ilan edilme istemini” dillendirmeye halen devam etmekte!
c.”Genel Hayata Etkili Afet Bölgesi” Uygulaması ile ilgili Sorular!
1. 7269 sayılı kanun kapsamında; 17. Maddeye göre kıymet takdiri yapılan taşınmazların sayısı ve bunlar için mal sahiplerine düzenlenen kıymet belgesi adedi kaçtır? Kamulaştırma kapsamına alınmış, kıymet takdiri yapılmış olup da, mal sahiplerine kıymet belgesi verilmemiş taşınmaz adedi nedir?
-18. Maadde ye göre, Kadastrosu yaptırılan taşınmazlar var mıdır, var ise yeri ve adedi nedir ? -21.Madde 2. fıkraya göre yapılmış ve / veya yapılacak olan kamulaştırmalar için hangi alanlar, neye göre belirlenmiş bulunmaktadır?
2- İçinde bulunduğumuz sürecin çok daha ağır hale getirdiği çevresel (hava, toprak, su) kirlilik ve felaket boyutlu yıkımın, halk sağlığı için oluşturduğu sistematik ölümcül sonuçlar bilimsel olarak ortadayken, Antakya merkez ve çevresinde on beş adet taş ocağı ihalesinin gerçekleştirilmesi, Çevre Etki Değerlendirme Raporu gerekli değildir kararları verilmesi, hukuka, olağan yaşam koşullarına, halkın sağlığının ve çevrenin korunmasını düzenleyen anayasa hükümlerine bütünüyle aykırılık oluşturmakta iken ,bu kararlar nasıl ve hangi gerekçelere verilebilmektedir?
3-Afet bölgesi ilan edilmiş olma durumunun; ” belli bir süre için vergi ve kredi erteleme” ile ve nasıl uygulanacağı (kapsam, yararlanma koşulları, ruhsatsız yapıların kapsam dışında tutulmuş olması, kredi sağlayacak ilgili bankanın dahi belirlenmemiş olması vb.) henüz bilinmeyen “yerinde dönüşüm için hibe ve kredi desteği” verilmesine indirgenmiş olmasının; tarım, ticaret, turizm, ulaştırma, hizmet sektörlerinin vergi ve prim muafiyeti, borç erteleme, özel finans ve kredi, arazi ve destek alım teşviki vb. önlemlerin kapsam dışında tutulmuş bulunmasının anlam ve amacı nedir? Bu sorunlar nasıl aşılacaktır?
4-Afet Harcamaları Yönetmeliği kapsamında sayılmış olan hizmet ve olanakların yurttaşlara gereği gibi (sağlık hizmetlerinin ücretsiz olarak verilmesi, kamu personellerine düzenli olarak yolluk, avans ve harcırah ödemesi yapılması, bölgedeki ailelerin ve bireylerin sürekli şekilde psikolojik ve sosyolojik tedavisinin sağlanması amacıyla psikologlar ile sosyal hizmet uzmanlarının görevlendirilmesi, maddi kayıpların devlet tarafından yeterli oranda karşılanması, hasar gören binaların yerine yenileri yapılana kadar olan süreçte, devlet tarafından yeni ev tahsis edilmesi, kira miktarlarının asgari ücretin %20 sini geçmemesini sağlayacak önlemlerin alınması, ulaşımın en az bir yıl ücretsiz olması vb.) sağlanamamış olmasının nedenleri nedir?
5- Bölgede Doğal Afet Sigortaları Kurumu (DASK) ödemeleri ile ilgili itiraz ve sorunları etkili ve acil şekilde çözüme kavuşturmak üzere, deprem bölgelerinde görev yapacak, tebligat ve başvuru masrafı almaksızın başvuruları karara bağlayacak belirli süreli, özel yetkili bir Sigorta Tahkim Komisyonu (7 Haziran 2023 tarihli ve 32214 sayılı Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Sigortacılıkta Tahkime İlişkin Yönetmelikte Değişiklik Yapılarak kurulabilir. ) neden ivedelikle oluşturulmuyor ve sorunlar çözülmüyor?
DEVLETİN ‘YAŞATMACILIK GÖREVİ’
“Yaşatmacılık” görevi devletin temel görevidir! Ünlü Hukukçu Bahri Savcı’nın “yaşam hakkı” başlıklı makalesinde tanımladığı gibi; insanın klasik üç yönü devletin yaşam hakkı kapsamında yerine getirmesi gerekli ödev ve görevlerini sayar. İnsan önce biyolojik bir varlıktır, onun biyolojik bir yönü vardır. Sonra, insan entelektüel bir varlıktır, onun bu yönde de gelişmesi gerekir. Ve insan moral bir varlıktır. İnsansal işlevi gereği bu yönde de gelişmesi gerekir. İnsanın işlevi; her üç yönde birlikte, aynı zamanda, eşit ölçülerde gelişmektir. Ancak bu durumda insan onuruna layık olarak var olabilir. İnsan özgürlüğünün ilk somutlaşması olan yaşam hakkı bu nedenle en anlamlı ve önemli haktır; devlete ağır, ciddi ve çift yüzlü bir işlev yükler. Bu işlev; devletin yaşatmacılık ödevi/görevini oluşturur ve yaşam hakkının korunmasının kapsamını tanımlar. Bu işlevi gereğince devletin; yaşamın bozulmaması için bir güvence örgütlenmesi kurmak; yaşamın gerçekleşmesi için ona elverişli bir ekonomik, sosyal düzen önlemleri almak ve bu önlemlerle yaşamı, -bizzat devlet olarak- sağlamak görevi vardır. Dolayısıyla devletin önce, her bireyin dünyaya yaşar ve yaşayacak durumda gelmesini sağlamak; sonra bireyi, her yönden gelecek tehditlerden koruyacak şekilde örgütlenmek yükümlülüğü vardır. Devlet, öyle bir toplumsal örgütlenmeye kavuşmalıdır ki, onun içinde bireyin bedensel ve toplumsal bütünlüğü tümden ya da bir bölümü ile bozulmamalıdır. Birey; kendisinden, bir başkasından veya gruplardan veya devletten gelecek her türlü tehdit ve tehlikeye karşı korunmalı, bedensel bütünlüğüne fiili yollarla müdahale olmamalıdır. Devletin bu görevi, uluslararası insan hakları sözleşmelerinin, modern demokratik anayasaların temellerinden biridir ve Anayasa Mahkemesi ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları ve içtihatlarında temel bir referanstır.
Dolayısıyla devletin hiçbir yurttaşını, hiçbirimizi yaşam hakkı kapsamının dışında tutma yetkisi ve ayrıcalığı yoktur!
Devleti, yurttaşına sahip çıkmaya çağırıyoruz! İnsan merkezli bir temelde, ekonomik, ticari, mali- finans, sağlık, ulaşım, tarım, çevre, mimari, hukuksal olarak eksiksiz örgütlenmiş, tarihsel, sosyal, kültürel, demografik boyut ve özellikleri korunmuş olarak kentimizin yeniden oluşumu için devletin bir an önce sorumluluk ve görevlerini yerine getirmesini, etkin bir koordinasyon içinde derhal koşulları sağlamasını bekliyoruz! ! İşi ‘fıtrat’ına bırakan değil, bilimsel yöntem ve metotla önlem alan, insanı ve yaşamını önceleyen bir anlayışla planlama ve uygulamalar gerçekleştiren, sorumlu bir yönetim istiyoruz
Depremlerden, sellere, heyelanlardan, orman yangınlarına, bir afet coğrafyası olan Türkiye’de, derhal bir afet bakanlığı kurulmasını ve amaca uygun, etkin ve sürdürülebilir müdahaleyi sağlayacak şekilde özerk bir örgütlenmeye ve kendine ait bağımsız bir bütçeye sahip olmasını istiyoruz!
* Hukukçu /Akademisyen,
Antakya’da depremden sağ kurtulanlardan!