Ülkemizde olup biten hadiselere baktığımızda zorba anlayışın giderek toplumda yerleşmeye başladığını da söyleyebiliriz. Özellikle hiyerarşik yapıdaki kurumlarda zorbalık çok daha rahat bir şekilde uygulanabiliyor. Bu durumda zorba, bazen bir birey veya makam, bazen de yönetici veya bir devlet kurum olabiliyor. Baksanıza; “Yenidoğan çetesi”nin, yeni doğmuş bebekleri yoğun bakım odalarında vurgun vurma uğruna, seri katillerin acımasızlığında öldürmeleri olaylarının kamuoyundan saklanmadığı noktada, yaşadığımız toplumsal öfke, panik ortamında, ülkenin her yerinden gelen haberlerin ardı arkası kesilmiyor. İnsan canı, sağlığı üzerinden uzmanların görüşleri ile insan yaşamı, canının söz konusu olduğu alanların tümünde yıllardır işlenmekte olan cinayetlerin birbirinden daha vahşi boyutları ile bir kez daha yüzleşiyoruz.
Düşünün ki yenidoğan bebeği hasta, çaresiz bir anne baba 112’yi arıyor. 112’ye cevap veren çete üyesi bebekleri örgüt adına kârlı görünen hastanelere yönlendiriyor. SGK’dan alınacak para için bu bebeklerden bazısı gereksiz yere yoğun bakıma yatırılıyor, durumu ağır olan bazıları gerektiğinden fazla yoğun bakımda tutularak eziyet ediliyor, ailelerine gereksiz umut veriliyor. Yaşayacak olan da tedavi edilmeden öldürülüyor. Yeryüzündeki en günahsız, en masum varlıklar olan bebeklerden ve onları öldüren doktorlardan, hemşirelerden, ambulans çalışanlarından, 112 acil servisçilerinden biraraya gelen bir çeteden bahsediyoruz. Çete lideri ile hemşirenin bebekleri nasıl öldürdüklerine dair içinde “Hahaha” geçen, “Ölmediyse ilacı boşa mı kullandık o zaman” gibi ilaç israfını dert eden yazışmalarını okuduğumda nutkum tutuluyor.
İşin bir de çete elemanlarının hastanedeki ilaçları usülsüz bir şekilde satarak maddi kazanç elde etmesi kısmı var. Mesela bir aileye diyor ki “Çocuğunun kurtulması için şu ilaca ihtiyacı var, SGK karşılamıyor. İlaç 100 bin TL.” Parasını hem SGK’dan alıyor hem aileden alıyor. Bebeğin öyle bir ilaca ihtiyaç duyup duymadığı da şüpheli. Bir anne çocuğunu kurtarmak için gerekirse kendini satar! Nasıl şerefsiz, ahlaksız yaratıklarsa bunlar, insanları en zayıf noktaları olan yavrularının sağlığıyla sınıyor, dolandırıyor, yetmiyor üstüne onları öldürüyorlar.
Yenidoğan Çetesi’nin karanlık yüzü yalnızca sağlık çalışanlarıyla sınırlı kalmıyor; bu sistemin korunması için tehdit ve şiddet unsurları da devreye sokuluyor. Çetenin hastane içindeki yolsuzluklarının yanı sıra, dışarıda silahlı bir örgütlenme olduğu da ortaya çıkıyor. Bu silahlı çete, çeteye karşı çıkan doktorlar ve sağlık çalışanlarını tehdit ederek ya da fiziksel şiddet uygulayarak baskı kuruyor, sistemi eleştirenleri susturuyor. Gazete Duvar’ın haberine göre, bu tehditler sağlık sektöründeki birçok çalışanı sindirerek yolsuzlukların devam etmesini sağlıyor.
Skandalın mevcut siyasi kültürü ortaya koyan en temel yönlerinden biri, devletin üst düzey yetkililerinin bu olayları örtbas etmeye çalışmış olma ihtimalidir. Murat Yetkin’in haberine göre, Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’dan bu skandal gizlenmiş ve Yenidoğan Çetesi’ne dair soruşturma örtbas edilmiş olabilir. Bu, çetenin uzun süre faaliyetlerini sürdürmesine ve bebeklerin hayatlarını tehlikeye atmasına neden olmuş olabilir. Fahrettin Koca’nın böylesi bir çeteden haberdar olmaması mümkün mü? Yenidoğan Çetesi’nin bu kadar uzun süre gizli kalabilmesi hem sağlık sisteminin hem de denetim mekanizmalarının zayıflığını gözler önüne serdiği gibi; şeytana pabucunu ters giydirecek cinsten olan bu olay, ahlakın, vicdanın, merhametin yani bütünüyle insanlığın alçala alçala yerin yedi kat dibine kadar inebildiğini gösterdi bize. Ancak yıllarca hiçbir kurumun haberi olmaksızın devam etmiş bu büyüklükteki bir organizasyonun bize gösterdiği bir şey daha var: Devletin artık büyük ölçüde devlet olmaktan çıktığı gerçeği. Devletin bütün kurumlarıyla ve bütün fonksiyonlarıyla beraber ortalıktan çekilmiş olduğu gerçeği. Siyasi iktidarın olanca gücüne karşılık devletin neredeyse hiçbir gücünün kalmadığı gerçeği.
Sonuçta mütemadiyen, bir zalim, bir mazlum olduğumuz fasit bir daireden çıkamadığımız; bir yandan ülkeyi ‘hukuk devleti’ haline getirmekten, yargı reformundan söz ediyoruz, bir yandan mafya fotosu çıkıyor, yanında “iktidar parçası.” “Milletin anasını şey edelim” diyen arsızlar çakıyor, yanında “iktidar merkezi.” Deprem katliamı müteahhidi pis pis bakıyor, yanında “iktidar bayları ve fayları.” Bebek çetesi onca zaman sonra mecburen açığa düşüyor, yanında “iktidar sırıtışı.” Yazı okumayı sevmeyen bile en azından “resimlere baksın” diye çekinmeden çektirip duruyorlar adeta!
Bu melun döngüyü kırmak zorundayız. Kimin kime yaptığına bakmadan zulmün, zorbalığın, haksızlığın karşısında yer almayı, zulüm karşısında toplumsal seviyede ahlaki bir itiraz yükseltmeyi öğrenmeye mecburuz. İnsan haklarını ihlal eden her türlü zorba girişim, kişilere yapılan en büyük kötülüktür. Toplumun her rengini kabullenen, nefret dilinden uzak, ötekileştirmeyen, birleştirici, negatif ayrımcılıktan uzak, yenidoğan bebekleri yaşatan ve çocukları koruyan bir devlet anlayışını her bir fert hak ediyor ve kendini idare edenlerden/edeceklerden bu temel haklarını bekliyor.
Ne Cumhur ittifakı, ne demokratik ittifak! Vicdan ittifakına ihtiyacımız var. Sağı, solu, ideolojileri, siyasal, dinsel, etnik aidiyetleri aşan bir ittifak. Zülum/ölümcül zihniyeti taşıyan ve o zihniyetin sahipleri muktedirlere karşı, önyargılarımızı yenerek Vicdan Cephesi’nde kenetlenebileceğimiz bir ittifak….
Pof. Dr. Garip Turunç – Bordeaux (Fransa) Üniversitesi ve İstanbul Galatasaray Üniversitesi Em. Öğt. Üy.
Antakya, Çarşemba 23 Ekim 2024
YORUMLAR