Konuya devam ediyorum.
Hz. Muhammed’in evlendiği ikinci eşi ve Hz. Ali ile anlaşamayan Ayşe ve Şam valiliğinde bulunup Ali’nin Halifeliğine biat etmeyen Muaviye’nin dolduruşuna gelen Talha ve Zübeyir’in, Hz. Ali ile 656 yalında yaptıkları Cemel Savaşı ve Emevi Aşireti reisi Ebu Süfyan’ın oğlu Muaviye ile yapılan Sıffin savaşı, toplumda ilk kez siyasi temelli 3 ayrı grubun oluşmasına neden olmuştur:
1) Hz. Ali taraftarları, 2) Emevi ve bu taraftarlığı yürüten Muaviye taraftarları ve bunların dışında her ikisine karşı olan 3) Hariciler.
Bu düşman gruplaşmaların oluşması, Yahudi hahamları olan Abdullah Bin Selam (Öl. 663), Abdullah Bin Sebe (Öl. 665 ?), Ka’bul Ahbar (Öl. 652), ve Vehb Bin Münebbih (Öl. 728)’in ve Papaz Abdulaziz b Cüreyc’in o zamanın insanlarını kandırmaları sonucu gerçekleşmiştir. En beceriklisi olan Ka’ab, yaptıklarını öğrencisi olan Ebu Hüreyre devam ettirmiş ve hem kendi uydurduğu hem de uydurttuğu hadis denilen Hz. Muhammed’e atfedilen sözlerle pekiştirmiştir. Bu ikiyüzlü kişiler, Hıristiyanlık ve Yahudilikte olan birçok konuyu ve prensibi İslâm’a sokmayı başarmışlardır. Bunlar hem Halifelerin öldürülmelerinde nifakçı olmuşlar hem de Halifelerin de başlatmış olduğu 14 tefsir yazıcılarına telkinlerde bulunup, çok anlamlı Arapça kelimelerde toplumda kaosa ve kafa karışıklığı ile Kur’an’a olan güvenirliği sarsıp yeni din öğretisinden uzaklaştıracak anlam kaydırmaları yapmışlardır. Çünkü Kur’an’da doğrudan değişiklik yapamıyorlardı. Abdullah Bin Sebe de Halife Osman döneminde sözde Müslüman olmuş ve Hz. Ali’ye “Sen Allah’sın” ifadesini kullanmış ve İmamlığının vacip olması gerektiğini ileri sürünce Hz. Ali tarafından Medain’e sürülmüştür. Bu hahamlar, ayrıca ve özellikle Nisa-3, 34, 43, Bakara-185, 219, 228, 282 ve Maide-6, 38-39 ve 90. ayetlerde anlam kaydırmaları yapmışlar ve bu yaptıklarını hem Kur’an tercümeleri ve yorumlarına, hem de tefsirlere koymayı başarmışlardır. İlk hahamlar ve Papasın öğrencileri de daha sonraları bu anlam kaydırmaları faaliyetlerine deva etmiş ve eskileri desteklemişlerdir. Maalesef bu kaydırmalar asırlarca dokunulmaz kabul edilip günümüze kadar devam da ettirilmiş bulunmaktadır. Bu sinsi sözde ve görünüşte Müslüman olanların telkinleri ile Kur’an’da olmayan bazı rivayetler ve gelenekselleşmiş uygulamalar, Hz. Muhammed’e iman edenler arasında yayıldı ve çoğu tefsirlere de girdi. Halkın anlatılan kıssalara tepki göstermemesi, her söylenenin doğru kabul edilmesi ve hatta teşvik görmesi bu uğraşları pekiştirdi. Ayrıca Kur’an’da hiçbir kapalı nokta bırakmamak, her konuda yalan-yanlış da olsa mutlaka bir şeyler söylemek hırs ve hevesi İsrailiyyat dediğimiz sözlerin tefsirlere aktarılmasına büyük ölçüde rolü oldu. Taberi’den itibaren yetişen bazı müfessirler, kendilerinden önceki tefsirlerde ne buldularsa aynen benimsediler. Kur’an’ın genel ruhuna uygun olup-olmaması üzerinde durmadılar. Yüzde yüz uymayanlar bile bazı tefsirlerde yer aldı. Böylece de sonraki zamanlara devamlılıklarına neden oldular. Sözde dini anlatıyorum diye konuşanların bir kısmı, cemaat ve talebelerine, tefsirlerde buldukları kıssaları gözyaşları içinde ve büyük bir coşku ile anlatmaya başladılar. Dinleyiciler bunlarla coşturuldu, ağlatıldı. Efsanevi şeyler dinlemeye alıştırılan cemaatler, ciddî şeyleri dinlemez oldular (Aydemir Abdullah. Tefsirde İsrailiyyat. Beyan Yay. 2019, s 15-17). Bu duruma göre, zamanla insanlar Kur’an’da bildirilen gerçeklerden ve Kur’an’dan uzaklaşmaya ve Arapça bilmeyip, kendi ana dillerinde de okumaları için tercüme edilmeyen Kur’an’ı anlamadıkları dilde okumaya itildiler. Hatta Kur’an’ın okunmasını birkaç makama bağlayıp, hüzün ve matem kitabına çevirmeyi gerçekleştirdiler. Bu girişimler özellikle farklı anlayışta ve birbirine düşman gruplar ve Kur’an’ı meslek edinip kendi tekellerine almaya başlayanların ortaya çıkmaları ile de ivme kazanarak devam ettirilmiştir. Halen de Kur’an’a karşı olan mücadele devam etmektedir.
Bunlardan Hz. Ali taraftarları, henüz 12 yaşında iken Hz. Muhammed’e inanan ve yaşamı süresince onun terbiye ve eğitimi ile yoğrulmuş olan Hz. Ali’nin, Hz. Muhammed gibi davranmasını benimsemişler, yani saldırgan değil, ancak savunma gerektiğinde savunma savaşları uygulayan yapı göstermişlerdir.
Mekke’nin fethi ile Hz. Muhammed’e gidip sözde Müslümanlığı kabul ettiğini söyleyen Ebu Süfyan’dan sonra, Emevilerin liderliğini yürütmeye başlayan oğlu Muaviye ise Devlet Başkanlığını elde etme uğraşısında ısrarcı olmuş ve başkanlığın yanında Dinî liderliğin de Emevi Aşiretine geçmesini başarmıştır. Hatta bu makamların babadan oğula geçme şeklinde bir geleneği de başlatmıştır.
Üçüncü grup olan Hariciler, Kur’an ve Hz. Muhammed ile başlatılan İslâm inancını “Dar-ül İslâm – İslâm diyarı” diyerek sadece yaşadıkları topraklara sınırlı sayan, kendileri gibi düşünmeyenleri, kolayca İslâm dışına iten, amel ve imanı özdeşleştiren, büyük günah işleyenleri müşriklikle itham eden, Müslümanların yaşam alanlarını daralttıkları gibi, şiddeti meşrulaştıran görüşleriyle İslâm’ın fıtratla uyumuna da zarar veren bir gruptu. Ki Halifeler olan Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali, Halife Ömer’den başlamak üzere oluşmaya başlayan bu grup tarafından katledilmişlerdir.
Daha sonraları Hz. Ali’nin oğulları Hasan ve Hüseyin’den başlamak üzere 12 imam ve Hz. Ali taraftarlarına yönelik katliamlar ise Emevi ve Abbasiler tarafından gerçekleştirilmiştir. Dikkat edilirse gerçekleştirilen katliamlar hep Hz. Ali taraftarlarına yönelik ve daima tek taraflı olmuş ve Hz. Ali taraftarları daima savunma halinde bir yaşama mahkûm edilmişlerdir.
Dördüncü Halife olan Hz. Ali’den sonra Muaviye, Halifelik demek olan Devlet başkanlığı isteğinden vazgeçmemiş ve rakibi olarak önce Hz. Ali’nin oğlu Hasan’ı karısına zehirletmiş ve kendini Devlet başkanı seçtirmiştir.
Muaviye rahat durmamış ve Hz. Ali taraftarlarını ötekileştirip Mescitlerde aleyhlerinde hutbeler okutmağa, onlara hakaret ettirmeğe ve dövdürmeye başlatmıştır. İşte Muaviye ile başlayan Emevi aşiretinin, Hz. Muhammed’in olduğu Haşimi aşiretinden ele geçirdiği Devlet başkanlığı olan Halifelik makamı, oğlu Yezid ile devam ettirilmiş ve tek rakibi olan Hüseyin Kerbela’da katledilmiş ve kesilen başı Şam’da teşhir edilmiştir.
Muaviye ile babadan oğula olacak şekilde başlatılan ve devam ettirilen hem Devlet Başkanlığı hem de dinî liderlik (İkili liderlik) uygulaması, iktidarı 750 yılında ele geçiren Abbasilerle de 1258 yılına kadar sürdürülmüştür. Hüseyin’in Kerbela’da katledilmesinden sonra da sadece dinî liderlik şeklinde ve yine babadan oğula olmak üzere 12 İmam uygulamasını da Hz. Ali taraftarları başlatmışlardır. Bu uygulama 930 yılında kaybolup, Hz. Ali taraftarlarınca tekrar geleceğine inanılan Muhammed Mehdi’ye kadar sürmüşse de daha sonra Hasan’ın soyundan dinî liderler Seyyid, Hüseyin’in soyundan gelenler ise Şerif olarak tanımlanmış ve bu makamlar halen yine babadan oğula devam ettirilmektedir.
Muaviye’nin başlattığı Hz. Ali taraftarlarını ötekileştirme ve Mescitlerden uzaklaştırması ile mecburen Allah’a ibad ve ibadet etmelerine /kulluklarına yönelik namaz /dua ritüellerini, salât denilen birlik bilincini oluşturma, sosyal yardımlaşma ve dayanışma toplantılarını, Kur’an’ı öğrenme çalışmalarını evlerinde gizli olarak yapmaya zorlanmaları sonucu asırlar süren din temelli bir gruplaşma ve 800’lü yıllardan başlamak üzere de mezhepler şeklinde fırkalaşmalar başlamıştır.
Bir tarafta gizli ibad ve ibadet /kulluk etmeye çabalayan Hz. Ali taraftarlarının mağduriyetlerine inanan ve Kur’an’ın muhkem /değişmez ana kuralları ile birlikte, Hz. Muhammed’in kan bağı olan ve Ehl-i Beyt diye tanımlanan Hz. Ali ile oğulları Hasan ve Hüseyin’in soyunu devam ettirme mücadelesi verenler, diğer tarafta ise 4 Mezhebin birlikteliği halinde “Hadis veya Sünnet” kitabı ismi altında, Kur’an’a uygun sözler olan “Hadisler” yanında, insan olarak Kur’an dışı yaşam şekli ve gelenekler hakkında dinsel olmayan “Sünnet sözlerinin” toplanmış olduğu “Kütub-i Sitte” kitabını Kur’an’ın yanında ikinci bir kaynak olarak benimseyen “Sünni” toplum. Başlangıçta ayrışıp din temelli düşmanlaşmaya ve katliamlara sıcak bakan Harici gruba mensup olanlar, zaman içinde Sünni grup içine dahil olmuş ve erimişlerdir.
Bu gruplaşmanın Emevi-Abbasi taraftarları ile Hz. Ali taraftarları şeklinde oluşunun temeline baktığımızda, bunun dinde farklılaşma değil de tamamen devlet başkanlığı ve idareyi ele geçirme şeklinde siyasi temelli olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü din temelli düşman bir ayrışmanın En’am-159. ayete aykırı olacağı, Hz. Muhammed’in Kur’an eğitimi vermiş olduğu o zamanın kişilerinin çoğunluğu tarafından biliniyordu (En’am-159. Ayete bakınız).
Suudi Arabistan’ın dışında yaşayan toplumlardan özellikle Türk toplumları ile ilk temas, Halife Ömer’in 636 yılında Türk olan İran Sasanileri ile savaşması ve onları yenip şehirlerini ele geçirmesi ile olur. Hz. Ali başa geçince, bu şehirlere yerleşen Arap savaşçılarını Arabistan’a geri çeker ve Türkleri gördükleri zulümden kurtarır. Bu davranış, Horasan bölgesi Türklerinde Hz. Ali’ye karşı olumlu bir ön yargı ve sempati oluşturur.
673-680 yıllarında bu defa Emeviler Özbekistan’ın Buhara, Talkan, Baykent ve Semerkand şehirlerini ele geçirip yağma ederler ve zor kullanarak veya para vererek oradaki Türk halkını İslamlaştırma yöntemini uygularlar. Bu yaklaşım, halkın bir kısmının diğer Türk bölgeleri olan Horasan, Azerbeycan ve Türkistan’a göç etmelerine neden olur.
Konuya devam etmek üzere sağlıklar diliyorum.
NOT- NÖVAK Vakfımızın kitaplarının gelirleri ile Eskişehir Tıp Öğrencilerine burs veriyoruz. Özel günlerinizde kitaplardan alır veya hediye ederseniz bize destek olur ve öğrenci sayımız artar: “DİN VE BEYİN”, “SON DAVET KUR’AN Tercümesi”, “KUR’AN KADINI KORUYOR”, “OKU! Konularına göre Kur’an ayetleri”, “TEVRAT VE İNCİL’DE ÖNCEKİ İSLAM”, “KUR’AN VE SON İSLAM”, “ALLAH İLE 7 KONUDA ANLAŞMAMIZ VAR”, “ALLAH’TAN ALACAKLI OL”, “ÖZDE DİNDAR, SÖZDE DİNDAR”, “ALLAH KİMİ SEVER, KİMİ SEVMEZ” ve “HADİS VE SÜNNET GERÇEĞİ”
YORUMLAR