Önemli konuya devam ediyorum.
2) Arapça konuşan Aleviler
Bu toplumun, Yediyüzlü yıllardan başlayarak Hatay-Adana ve Mersin bölgesine gelen Arap istilası ile başlamak üzere Arapça konuşmak zorunda kalan ve kökenleri Eti Türklerine dayanan Oğuz Horasan Türkleri oldukları belirtilmektedir (Türk Hüseyin. Nusayrilik. Kaknüs Yayınları, 2013, 34-35).
Arapça konuşan Aleviler de yine gizlice Türbelerde veya her seferinde farklı evlerde şekilsel ibad ve ibadet etme /kulluk etme ve salât /birlik bilinci oluşturma, sosyal yardımlaşma ve dayanışma toplantılarını gerçekleştirmişler ve halen aynı şekilde devam ettirmektedirler. Bu toplumda, Allah’a ibad ve ibadet etmenin /kulluk etmenin ifadelerinden biri olan toplanmaları sırasındaki ritüeller ve salât /birlik bilinci oluşturma, sosyal yardımlaşma ve dayanışma aktiviteleri, Anadolu Aleviliğinden farklı olarak Horasan ve Türkistan-Özbekistan Türklerinin gelenekleri ile değil, Kur’an’a uygunluk yanında, Yahudi ve Hıristiyanlıktan alınmış bazı uygulamalarla harmanlaştırılmış olarak uygulanmış ve uygulanmaktadır. Örneğin, katliamlarda Hıristiyanlar ve Yahudiler tarafından korundukları ve onlara sığındıkları için, ortak gelenekler oluşmuş ve Hıristiyanlar ile Yahudilerin de bayramlarını birlikte kutlar aşamaya gelmişlerdir. Bu nedenle de kutlanan dinî bayramların sayısı fazladır.
Suriye’de yaşamakta olan Alevi toplumunu 900’lü yıllarda Lazkiye’de yaşamış ve 11’nci imam Hasan el Askeri’nin öğrencisi olan Muhammed b Nusayri’nin etkileyip şekillendirmiş olduğu ileri sürülüp “Nusayri Aleviler” diye isimlendirilirler ve Hatay Alevilerinden farklıdırlar. Her iki Alevi grubun karıştırılmaması ve Hatay (kısmen de Adana) Alevileri için “Arapça konuşan Aleviler” diye tanımlanmalarının daha uygun olacaktır.
Bu Aleviler, Hz. Muhammed’in Kur’an’ın canlı uygulayıcısı olması nedeniyle, Hadis diye tanımlanan sözlerinin sadece Kur’an’a uygun ve ayetlerle bir bütünlük içinde olanlarını kabule ederler. Bazı yerlerde hem cami hem de belirlenen evlerde toplanıp saf namazı uygulamaları da vardır. Bu toplu namazlara kadınlar katılmaz, sadece sonrasında verilen yemeği hazırlarlar.
Babadan oğula ve 12 imamın devamlılığı olarak devam ettirilen şeyhlik şeklinde dinî liderlik vardır. Kurtarıcı olarak Mehdi beklentisindedirler. Orucu bütün Ramazan ayı boyunca tutarlar. Hem Cami hem ev toplantılarındaki ibad ve ibadet /kulluk aktiviteleri ve toplu namazlarını kılanları vardır. Namaz ve dualarını Arapça yaparlar. Bireysel namazlarını 5 vakit kılarlar. Erişkinler, gençlere “Din Amcalığı” yakınlığı yöntemi ile, inandıkları din gerçeklerini, dua ve ritüelleri aktarırlar.
Anadolu Alevileri gibi bir yönü ile Allah’ın insanda bulunduğunu, böylece de insanın Allah’ın bir yansıması olduğunu benimserler. Hallac-ı Mansur bu durumu 1600’lü yıllarda yanlış anlaşılacak bir şekilde “Enel Hak” diye ifade etmiş ve bu ifadesi o zaman “Ben Allah’ım” şeklinde hatalı olarak algılanmış ve derisi yüzülerek öldürülmüştür.
3) Şii İran Aleviliği veya Caferilik:
Gerek Şii olan İran Aleviliği ve gerekse Türkiye’de bulunan ve Caferi denilen Alevilik’te, Ehl-i Beyt’e ayrıcalıklı önem verme vardır. Fakat bu Alevilik hem Anadolu hem de Arapça konuşan Alevilikten farklılık göstermektedir. Örneğin Şiilik-Caferilikte, Kur’an’dan başka Cafer-i Sadık’a ait olduğu söylenen “Buyruk” isimli kitaba da önem verirler. Sünnilikte olduğu gibi Mekke ve Kâbe kıble olarak kabul edilir, Kur’an’daki Muhkem /değişmez farz kurallar gibi Müteşabih /değişken ve zaman ve toplumlara göre farklı anlamlarda uygulanabilen kuralları da değişmez kabul ederler. Buna göre de örneğin miras paylaşımı Kur’an’daki hükümlere göre yapılır ve zamanın devlet yasalarına uyulmaz. Üçler, 7’ler ve 40’lar inancı yok, çok eşlilik var, ibad ve ibadet etme /kulluk etme sırasında harem-selamlık var veya sadece erkekler bulunur, Muta nikâhı uygulaması var, toplu namazı Cami’de kılarlar, fakat diğer iki Alevilikler gibi salât /birlik bilinci oluşturma ve sosyal yardımlaşma toplantısı şeklinde uygulama yoktur. Namaz 5 veya 3 vakitli olarak farklı uygulanır. İran’daki Şiiler’de din adamları olarak 12 imamın devamı şeklinde “İmamlık” uygulaması var ve bunlar Emevi ve Abbasilerde olduğu gibi hem Din adamı, hem de Siyasî yetkinliklidirler.
Oruç, Ramazan’da bir aydır, Müsahiplik-amcalık yolu ile dini öğrenme yoktur, kısmen katı bir kadın tesettürü olup, farklı olarak tamamen örtünme veya kara çarşaf yanında, İran’da başın arka yarısının örtünmesi ve kısa bir mantomsu giysi ile kalçanın örtülmesi şeklinde kıyafet zorunluluğu söz konusudur. Kurtarıcı olarak Mehdi beklentisi var. Kur’an ve ibad-ibadet etme /kulluk etme ve dua dilleri Arapça’dır, sadece Oruç’tan kurtulma yaklaşımlı Ramazan Bayramı var. Her şeyin yoktan var edilmiş olduğunu benimserler.
Görüldüğü gibi Şii-Caferilikte hem Sünnilikle hem de diğer 2 Alevilikle ayrışan ve bağdaşan yönler bulunmaktadır.
Genel olarak
Eshab-ı kiram diye tanımlanan ve Hz. Muhammed’in eğittiği ilk Müslüman toplumun çoğunluğu, Kur’an’da bildirilip Peygamberin tebliğ ettiklerini yapmaya memur edilmiş görevli bir toplumdu. İlk çekirdek kadro niteliğinde olan bu topluluğun, Resulullah’ın Veda Hutbesinde olan ve bir nevi vasiyetname özelliği taşıyan sözlerine ilişkin farklı görüşlerde olmaları olacak şey değildir. Kaldı ki Hz. Muhammed’in ölüm döşeğinde iken vasiyet yazmak için, kâğıt kalem istediğinin ileri sürülmesi de bir çelişkidir. Çünkü Veda Hutbesinde, yerine geçmek üzere bir vasiyette bulunmuş olsaydı, bir daha vasiyet yazmaya lüzum görmezdi veya birinden birinde vasiyet söz konusu mu olmamıştır? Çünkü ilk 3 halife, Hz. Muhammed’in sözüne ters gelecek bir davranışta bulunmazlardı diye düşünülebilir. Tabi gerçeği ancak Allah bilir diyorum.
Türkiye’de din alanındaki bilgi boşluğu, insanların birbirlerini anlamalarını güçleştirmektedir. Alevilik konusunda doğru bilgi ve sağlam belgelerle halkın aydınlatılması, bilinçli olarak oluşturulmak istenilen Alevî-Sünnî geriliminin kaynaklarının kurutulması anlamına gelecektir. Çünkü görmekteyiz ki Sünnilik ve Alevilik, temelde inançla ilgili bir farklılaşmadan çok, sosyo-kültürel ve siyasi-politik bir farklılaşmadır. Bunlardan Alevilik, siyasi temelli ayrışmadan sonra şartlar gereği ve asırlar içinde Kur’an’da olup ahlak ağırlıklı Muhkem /değişmez ana kurallar ve Tengri dini, Zerdüşt, Mani ve Budizm inançları yanında, bölgesel geleneklerle de harmanlaşmış aşamaya gelmiştir. Bu harmanlaşma, Kur’an’ın Muhkem kurallarının pekişmesini sağlamış ve İslâm inanışına zenginlik katmıştır.
Dikkat edilirse hem Sünni hem de Alevi inanışlarına, temel Kur’an gerçekleri yanında, zaman içinde geleneksel uygulamalar da karışmış ve bu gelenekler dinselleştirilmiştir.
Tarihsel geçmiş, tarafsız bir yaklaşımla irdelendiğinde, Aleviliği İslâm dışı görmek, ya da göstermeye çalışmak hem mevcut gerçeklerle bağdaşmamakta hem de akla ve bilimsel anlayışa uygun düşmemektedir. Çünkü gerek Sünnilik ve gerekse her 3 grup Alevilik’te temel inançlar, Allah’ın tekliği, Kur’an ve Hz. Muhammed’in peygamberliğidir.
Allah Rahmet eylesin Sayın Prof. Dr. Hasan Onat bu konuya şu sözleri ile yaklaşmıştır: “İletişim imkânları, bizlere, hem geçmişi iyi anlama imkânı sağlamakta, hem de gelecek için sağlıklı arayışları mümkün kılmaktadır. Bizden önceki nesillerin bilgi birikiminden, tecrübesinden yararlanmanın yollarını bulabilirsek, onların düştükleri hatalara düşmeyiz ve onların yanlışlarını tekrarlamaktan kurtulmuş oluruz. Bunun için de adı ne olursa olsun, dini anlayış biçimlerinin insan ürünü olduğunu unutmamak gerekmektedir. Din, insan için gelmiştir; bir amaç değil, araçtır. Amaç, insanın en iyi şekilde insanlığını gerçekleştirmesi, gerçek saadeti hak etmesidir. Dinî nitelikli görüş ayrılıklarının temelinde, çıkarlar ve siyasî çatışmalar yatmaktadır. Tarihi yeniden okuduğumuz zaman, bu görüş ayrılıklarının geleceğe taşınmasının pek de anlamlı olmadığını fark etmekte gecikmeyeceğiz. Artık, İslâm dinine, birbirine düşman Mezhepler ve gruplar üstü bir çizgide, vahyi ve aklı ön plana alarak yaklaşmanın zamanı gelmiştir.” (H. Onat. Değişim sürecinde Alevilik. Köprü Dergisi, 1998, sayı 62).
Görülüyor ki Tek Allah, Kur’an ve Hz. Muhammed temelli de olsa, Sünnilik ve Alevilik-Şiilik-Caferilik ve diğer gruplarda da üzerinde ittifak edilen tek bir İslâm anlayışı ve yorumu bulunmamaktadır. Ve kendi aralarında sayısız farklı şekilsel uygulamalı alt oluşum, tarikat, cemaat vb. yapılar söz konusudur. Kabul etmek gerekir ki, dine yönelik ritüellerin biçimsel anlamda farklılıklar içermesi, bütün dinlerin aynı öze dayandığı gerçeğini ortadan kaldırmaz. Dolayısıyla ilk üç temel iman çerçevesinde bütün bu şekilsel farklılaşmış grupların, düşman değil de birbirlerinin farklılıklarını hoşgörü ile karşılayarak ve birlikte yaşamaları gerekmektedir.
Alevilerde “La ilahe illallah, Muhammed’en Resulallah, Aliyyen Veliyyullah” diyerek temel imanlarını belirtme vardır. “Veliyyullah” kelimesi, “Allah’ın dostu, güvendiği” demektir. Buna rağmen bazı Sünni çevrelerde Hz. Ali’nin, Hz. Muhammed’den üstün tutulduğu yalanı benimsenmektedir.
Bu önemli konuya inşallah devam etmek üzere, sağlıklar dilerim.
NOT- NÖVAK Vakfımızın kitaplarının gelirleri ile Eskişehir Tıp Öğrencilerine burs veriyoruz. Özel günlerinizde kitaplardan alır veya hediye ederseniz bize destek olur ve öğrenci sayımız artar: “DİN VE BEYİN”, “SON DAVET KUR’AN Tercümesi”, “KUR’AN KADINI KORUYOR”, “OKU! Konularına göre Kur’an ayetleri”, “TEVRAT VE İNCİL’DE ÖNCEKİ İSLAM”, “KUR’AN VE SON İSLAM”, “ALLAH İLE 7 KONUDA ANLAŞMAMIZ VAR”, “ALLAH’TAN ALACAKLI OL”, “ÖZDE DİNDAR, SÖZDE DİNDAR”, “ALLAH KİMİ SEVER, KİMİ SEVMEZ” ve “HADİS VE SÜNNET GERÇEĞİ
YORUMLAR