Diyarbakır da, Cumartesi de…

Anne, Anne’dir! Diyarbakır’dan Cumartesi’ye, anneleri var bu ülkenin… İç çekişlerin coğrafyasında, yorgun acıları var… Tasnif edilen tüm o acıların adalet arayışında, nöbetleri var… Gündemi konuştuğumuz isim, tüm bu acıların adalet nöbetlerinde duran, Hatay Barosu Başkanı Ekrem Dönmez. Tespiti, Anadolu’nun acı biriktiren analarına dair… Onları sınıflandıran, birbirinden çok uzaklara düşürenlere dair… Gündemi kalabalık bir ülkede, konuşmaya […]

Anne, Anne’dir!

Diyarbakır’dan Cumartesi’ye, anneleri var bu ülkenin… İç çekişlerin coğrafyasında, yorgun acıları var… Tasnif edilen tüm o acıların adalet arayışında, nöbetleri var… Gündemi konuştuğumuz isim, tüm bu acıların adalet nöbetlerinde duran, Hatay Barosu Başkanı Ekrem Dönmez. Tespiti, Anadolu’nun acı biriktiren analarına dair… Onları sınıflandıran, birbirinden çok uzaklara düşürenlere dair…

Gündemi kalabalık bir ülkede, konuşmaya hangi sorudan başlamak gerek? Sorulamayan soruların kalabalık yarattığı bir coğrafyada bugünkü molamız, buna dair olsun. Molamıza dair isim de; “Hatay’da Baro Var” söyleminde duran; kendi kelimeleri noktasında konuşmaktan korkmayan ve şehir şehir dolaşan adalet nöbetlerinde en ön sırada durmaktan çekinmeyen, cesur biri olsun.
Evet… Hatay Barosu Başkanı Ekrem Dönmez, sayfamızın bugünkü konuğu. Onunla, gündemi yoğun ülkenin, adalet çerçevesi içine sıkışan resminden bize yansıyanları konuştuk. Adalet Nöbetleri de var sorularımızda, acıları noktasında tasnif edilen Anneler de var. Barolar Birliği bağlamında devam eden talepler listesinin yarattığı dalgalanma da var sorularımızda, bu ülkenin genç hukukçularına kalbi bir tavsiye de…

O zaman sorularımıza başlayalım…

12 Baro’nun (Adana, Ankara, Antalya, Aydın, Bursa, Diyarbakır, İstanbul, İzmir, Mersin, Şanlıurfa, Tunceli ve Van) Olağanüstü Genel Kurul girişimleri devam ediyor. Buna dair son adım, 12 Baro Yönetimi tarafından tüm delegelere yazılan ve süreci anlatan mektuplar oldu. Hatay Barosu, bu sürecin neresinde?

Adli Yıl açılışına, Türkiye Barolar Birliği ve tüm Barolar, Yargıtay tarafından davet edildi ve biliyorsunuz, Adli Yıl açılışı Külliye’de yapıldı. Bu bir kırılma noktasıydı. Türkiye Barolar Birliği ve bir kısım Baro, Külliye’deki Adli Yıl açılışına katıldı. 54’e yakın Baro ise katılmayacağını beyan etti. Bu Olağanüstü Genel Kurul çağrıları da, zaten bu sürecin ardından gündeme gelmeye başladı. Olağanüstü Genel Kurul çağrılarına, önce birkaç Baro ‘çağrıcı’ olarak başladı. Ardından ifade ettiğiniz gibi, bu sayı 12’ye kadar çıktı. Çağrıcı Baroların gerekçesinin temelinde; Türkiye Barolar Birliği’nin çizgisini kaybettiği, Barolar Birliği’nin asıl yapması gereken hedeflerden uzaklaştığı ve yürütmenin yörüngesinde hareket eden bir çizgide ilerlediğine dair eleştiriler yer aldı. Tabi bu, bir kısım Baronun eleştirisiydi. 54 Baro’nun karşı çıktığı şey ise, Adli Yıl’ın, Yargıtay tarafından, yürütmenin göbeğinde, etkisinde bir mekânda yapılmasıydı. Karşı çıkanlardan biri de bizdik, ki bunu da Yargıtay Başkanlığı’na açık bir mektupla açıkça deklare ettik. Ardından bu bahse konu çağrılar başlayınca, bizim de bir tavır almamız beklendi, doğal olarak. “Acaba, Hatay Barosu da bu Genel Kurul çağrılarına katılacak mı”, yoksa “Bu çağrıları karşılıksız mı bırakacak” gibi!
Biz, yetkili kurularımızda bu konuyu tartıştık. Ama bildiğiniz gibi, o 12 Baro arasında yer almadık. Ancak bu sürece dair kamuoyu ile paylaştığımız bir de açıklamamız oldu. O açıklamamızda; Olağanüstü Genel Kurul talebi içinde ‘seçim’ çağrısı olduğu için ve kanun da seçime müsaade etmediği için, sadece bütün delegeleri yan yana getirmekten ibaret bir etkinliğin çok fayda getirmeyeceğini, böylesi bir tartışmayı kamuoyu önünde yapmanın da bir kısım zarar doğurabileceğini belirttik. Bu nedenle de çağrıcı Barolar tarafında yer almadık. Ancak şunu da söyledik… 10 Baro, bir araya gelip bu çağrıyı yaptıysa eğer, Türkiye Barolar Birliği, seçim yapmasa bile ve bahse konu talep ‘seçim kanununa aykırı’ dese bile; çağrıyı duymak, gereğini yerine getirmek ve Genel Kurulu da toplamak zorundadır. Çünkü Avukatlık Kanunu’nda bunun yasal bir karşılığı var. O nedenle, Barolar Birliği’nden bu talebe ‘red’ cevabı gelince, bizler de sesli bir şekilde eleştirimizi yaptık.
İfade ettiğiniz mektuba gelirsek eğer… Genel Kurul taleplerine eklenen o ‘red’ kararının eleştirisini içeren ve gereğinin yapılmasını beklediklerini belirten, her delege adına yazılmış bir mektup! Uygun görülürse, imzalanıp Barolar Birliği’ne gönderilmesi yönünde bir de talep var.

Mektupla istenen bir destek söz konusu o halde. Peki, bu noktada neredeyiz?

Evet, bu bir yöntem olabilir. Barolar Birliği’nin bütün delegelerine yönelik böyle bir çağrı yapılmasını anlamlı bulurum, ama… Metni dikte ettirme söz konusu! Şöyle ki… Mesela, Hatay Barosu Başkanı, dilekçe yazmaktan aciz değil. Tek tip bir dilekçeyle, altına benim de ismimi yazarak, sadece imza yeri bırakıp “göndermeye” yönelik bir girişim, kırdı mı beni? Evet, kırdı. Zira bu yöntem, doğru bir yöntem değil. Çünkü hitap ettiğiniz 550’ye yakın Türkiye Barolar Birliği delegesi, bu meslekte belli bir yere gelmiş, bu nedenle de delege sıfatını kazanmış insanlardan oluşuyor. Çoğu da, bu meslekte ‘üstat’ dediğimiz insanlar. O nedenle, bu yöntem doğru muydu? Değildi!

Mektuba karşılık verdiniz mi?

Türkiye Barolar Birliği adına “Genel Kurul’u topla” demem! Ama “10 Baro istiyor diye, onu yerine getirmek zorundasın, çağırmak zorundasın” derim. Kendim, ‘çağırmayı’ bu anlamda doğru bulmuyorum. Daha önce de bunu söyledik. Doğru bulsaydık, zaten o 12 Baro arasında yerimizi alırdık.

Yani, mektubu imzalayıp göndermediniz. Doğru mu?

Evet… Göndermedim. Böyle bir yöntemi doğru bulmadığım için göndermeyi de düşünmüyorum.

Barolar Birliği’nin, iktidar bağlamında ‘politize’ olduğu eleştirileri yapılıyor. Bu sürecin tartışması da biraz buna mı dair?

Mümkün… Gündem, bazen insanı eylemsizliğe ya da bir eyleme ittiğinde, vereceğiniz karar her şekilde eleştirel bir sonuca yol açacaktır. Türkiye Barolar Birliği tersini de yapsaydı, zaten bir kısım tarafından yine eleştirilecekti! Aslında bu, hepimiz için geçerli bir durum. Mesela Tamer Yazar, Ekrem Dönmez, bir kişisel tercihte bulunsa bile, bunu destekleyenler olacağı kadar, eleştirenler de illa ki olacaktır.

Peki, iktidara yanaştığı kısım noktasında eleştiriniz var mı?

Şimdi, Barolar Birliği, durumu şöyle ifade ediyor… “Biz, bugüne kadar siyaset kavgası yaptık. Ülkenin çok sıkıntısını dile getirdik, ama… Halen, cebinde parası olmayan, mesleki olarak önlerinin açılmasını isteyen, bekleyen çok sayıda genç Avukat var. Biz, bunları düşünüp hareket etmek zorundayız. Bunun için de Yürütme organı ile diyaloga geçtik. Bu işi çözecek olanlarla… Ve bu diyalogla beraber de, ciddi kazanımlar elde etmeye başladık.”
Şimdi bu tercih, mesleki bir tercih olarak sunuluyor. Siz bunu, ‘hükümete yanaşma ya da iktidarın yörüngesine girme olarak’ konumlandırabilirsiniz, eleştiriniz bu yönde de olabilir. Ben, şunu söylüyorum… Bu yapılan hareketlerin hepsine, evet. Mesleğin önünü açmak üzere, sürekli bir aksiyon içinde olmak ve çözüm üretmek zorundayız. Şikâyet etme şansımız yok. Bunu kimle yapacaksınız? Tabi ki yürütme ile yapacaksınız, ama… Bunu yaparken, ‘sessiz kalmamanız gereken’ birçok sorun varken, siz sesinizi kıstığınızda, işte o zaman bazı şeyleri heba etmiş oluyorsunuz. İşte o zaman, eleştirilerin hedefinde olmak, gayet doğal bir sonuç oluyor.
İşte burada, o tercih noktasında bir farklılaşma var. O farklılaşmanın, yürütmenin yörüngesine girme ya da yürütmeye yakınlaşma olarak algılanması da gayet olağan. Çünkü önceki izdüşümünden farklı bir çizgi var. Daha önce kamuoyuna yansıyan görüntünün tam tersi bir uygulama var.

“Hatay’da Baro Var” söylemi ile ilerleyen bir yönetim algısı yarattınız, ki cesur kelimelerle ‘buradayım’ diyen de bir kimlik… Peki, bu kadar cesur kelimelerle ‘buradayım’ demekten korkmuyor musunuz?

Korkuyorum. Ama korkarak da bir sonuca varma şansınız yok. Anlayacağınız, hepimizin kaygıları var. “Başımıza bir şey gelir mi” endişesini tabi ki taşıyoruz. Çünkü insanız sonuçta. Duygularımız var. Ama korkularımızın bizleri hapsetmesine de izin vermememiz gerekiyor. Eğer korkularımız bizi hapsederse, konuşmaktan aciz hale geliriz. Dolayısıyla, bazı şeylerin bedelini ödemek gerekiyorsa… Evet, o bedeli de ödemek zorundayız. O anlamda korkuyor olmam, “susmam” anlamına gelmiyor.

Adalet Nöbetleri sürüyor ve siz de bu nöbetlerde sık sık yer alıyorsunuz. Bu nöbetler, Türkiye’nin hangi hikâyesine dair? Neden bu nöbetlerdesiniz? Neyin mücadelesini veriyorsunuz?

Adalet Nöbetleri, İstanbul’da 85 hafta Çağlayan Adliyesi önünde tutulduktan sonra, Anadolu illerini gezmeye başladı. Bu ay Antalya’da olacak. Bu nöbetlerdeki temel hedef, adalet arayan ve adaletsizliğe uğradığını düşünen herkesin sesi olmak. Bunun sınırı, ölçüsü, siyaseti ya da bir tarafı yok. Adalet noktasında durup da, ‘ben hakkımı arıyorum, adalet beklentim karşılanmadı’ diyen ve ‘sesim olun’ diye de ekleyen herkesin sesiyiz. Açıkçası, adaletsizliği üreten bir sistem varsa ve o sistem, adalet nöbetlerinin Barolar tarafından tutulmak zorunda kalındığı bir sürece evrildiyse, bu, Baroların ayıbı asla değil. O nedenle, ‘adaletsizlik’ bağlamında yaşanan sorunlara çözüm gelmediği sürece, bu nöbetler de devam edecektir.

Annelerini ve acılarını tasnif etmenin, korkuyla karışık hallerini yaşayan bir ülkede, Diyarbakır Anneleri ve Cumartesi Anneleri üzerinden iki ayrı ülke yaratıyoruz. Yaratmakla da kalmıyor, birbirimizi, her iki nokta başlığında etiketlemekten de çekinmiyoruz. Adalet Nöbetleri, biraz da buna mı dair? Adaleti bulamayan bir ülkenin dinmeyen öfkelerine mi dair?

Ben, Cumartesi Annelerinin nöbeti kadar, Diyarbakır Annelerinin nöbetini de hem anlamlı buluyor hem de saygı duyulması gereken bir eylem olduğunu düşünüyorum. “Dolayısıyla, ikisi arasında bir tercih yapmam gerekir mi” diye sorarsanız eğer… Asla bir tercihte bulunmam. Zira yüreği acılı bir anneyi, ‘Cumartesi ya da Diyarbakır’ gibi bir sınıflandırmaya tabi tutmanın hiçbir anlamı olamaz. O acıya ve o acının sahibi anneye saygı duymak gerekir. Tam da bu noktada farklı bir şey söylemem gerekiyor… Hükümet, samimiyet testi noktasında, anne acısına karşılık bir sınıflandırma yapıyor. Dolayısıyla, birini tercih edip, bir diğerini bırakıyor. Ben, bunu yapmıyorum. Devletin de bunu yapmaması lazım. Çünkü devletin görevi bu. O anlamda, Diyarbakır annelerini siyasal bir simgeye çevirmeme adına, devlet görevlileri özenli davranmak zorundalar. Özetle… Anne acılarını yarıştırmamak zorundayız. Eğer yarıştırmaya başlarsak, ülkedeki asıl kamplaşmaya da hizmet etmiş oluruz. Eğer bu kamplaşmayı yaratıyorsanız, kamplaşma olmasını önlemiyorsanız, bundan, bir siyasi hedef ve çıkarınız olduğu anlaşılır. Benim okuduğum bu!

3. Dönemdir Baro Başkanlığı yapıyorsunuz. Bu, uzun bir süre. Peki, bu, “Hatay’da Baro var” söyleminde omuzladığınız değerlerle mi alakalı sizce?

Takdiri tabi ki meslektaşlara bırakmak lazım. Onlar; bu işin iyi gittiği, Baro Yönetimi’nin kendilerini iyi temsil ettiği ve devam etmesi gerektiği noktasında bir tercihte bulunduğu sürece, o desteğin verilmesi de kaçınılmaz oluyor.

Son olarak… Her hafta, yeni hukuk mezunlarının Cübbe giyme törenlerini izliyoruz, ki sizler de bu törenlerdeki yerinizi alıyorsunuz. Onlara, genç hukukçulara verdiğiniz en önemli tavsiye ne oluyor?

Avukatlık Kanunu’na göre, Avukatlık Yemini yapılmadan bu mesleğe başlayamıyorsunuz. Dolayısıyla yemin, mesleğe başlama adına bir adımdır. O yemin; “hukuka, ahlaka, mesleğin onuruna ve kurallarına uygun davranacağıma and içerim” şeklindedir. Bu yemin törenlerinde çok şey söylüyorum, çok şey istiyorum, çok mesaj veriyorum. Hatta o gün, gündeme dair bir hadise varsa, onu da paylaşıyorum ama… Üstüne basa basa şunu söylüyorum… ‘Yemininize sadık kalın. Çünkü bu mesleğin yapılmasının bütün şifreleri, sembolleri, o yemin metninde var.’

Teşekkürler…

Röportaj/Tamer Yazar

Exit mobile version