Bu sessizliğin bir adı olmalı anne
Bir dili
Hatta iki yüzü
Kanatlarındaki baykuş gibi
Zehrimizi sağaltan bakışı…
Belki bir sedir ağacının altında oturuyor ve parmaklarıma işlediğin sözcüklere dokunuyorsun. Öyle olmalı, avuçlarımda tutuğum aşkından ve kısa adımlarından kimseye söz etmeyeceğime dair söz verdim…
Aslında susmayı tercih ettim… Ne diyeceğimi unuttum hatta. Senden sonra büyüyemedim belki ondan. Başlangıcı arayan o gözlerinle yaşamın sevdasına öyle bir düştün ki hangi yola dursam, sen oluveriyor tüm kadınlar…
Sırf bu yüzden işte, ısrarcı bir sesin kulaklarını tırmalamasına izin vermeseydin ne iyi olurdu diye sayıklıyorum adeta… Ölürken bile üzerimi örtmeseydin mesela…
Sahi dilini kaç kez yokladın, kaç kez yuttun?
Oysa ne vakit elimizi ağzımıza götürsek, dilimizin olmadığını görüp birlikte korkmuştuk… Sen daha çabuk kurtuldun bu korkudan…
En çok da hikâyeler anlatırken, hiçbir şey gereğinden fazla var olmuyor diye gözlerini yumuyordun ya… Sözler ne vakit yarım yamalak bir nefese dönüşse korkacağımı bile bile yumuyordun hani…
Şaka değil, çok korktum hem de çok… Bir gün o yarım yamalak sözlerin gerçekten sonlanacak diye çok korktum. Kulağımı sesine yaklaştırıp gizlice dinledim. Yüzünü okudum defalarca, gözlerini…
Hayır! Kafamdakileri ve kalbimdekileri kısacık bir mezara anlatıyor olmaktan ürkmüyorum. Ben yaşarken korktum. Seni yaşarken kaybetmekten bilhassa…
Elinde bir anahtar, her şeyin bir bir açıldığını düşünsene… İnsan nefret ettiği şeyleri kendi kendine sayıklar mı? Bir yanıyla omuz omuza dövüşmek, diğeriyle inadına korkmak…
Koca evrende tek bir ayna kalsa bile affetmem! Kaşlarını alabileceğin tek bir cımbız, saçlarını düzelten bir avuç…
Gölgemin delirmiş olduğunu sanıp, kıpırdama sakın! Daha önce de söyledim. Yaşarken daha çok korktum ben, hayatın can suyu olduğuna inandırdığın günden beri korktum!
Seni çok sevdim biliyor musun? Senin gibi sevdim hatta…
Sadece Annem olduğun için değil, ruhuma göbek bağımdan ulaştığın ilk anda sanırım: O an bir sokaktaydım ve embriyomu kuşatan aşk, ilk kez aynaya baktırıyordu, ilk kez kendime âşık ediyordu…
Boynuma takılan caddeleri aşıyordum, bir daha dokunamayacağım, hissedemeyeceğim avuçlarına dokunuyordum, yanaklarına, kirpiklerine çok sonra…
Şimdi beklediğin o yol, ruhumun kuytusuna bu kadar uzamışken ve beni kendinle çağırıp kulağıma onca nağme bırakmışken, senin yaptığın gibi seçkin sebepler araklayıp, durmadan söyleniyorum…
Terk edilişlere öfkelendiğin gibi öfkeleniyorum…
Sahi bir anne nasıl ölür?
Meme uçlarında biriken o sonsuz kelebekler, kucağında büyüyen bir çocuğu nasıl uyandırır?