“Gerçek bir dost bir gövdede yaşayan iki dal gibidir.”
Aristo
Dostluk, içinde birden fazla sevgi değerlerini barındıran bir değerimizdir.
Birbirinin iyililiğini isteyen, birbirini içten seven, birbirleriyle iyi geçinen kimseler dosttur.
Dostluk, açıksözlülüktür. Yanlış olanı, onun ya da başkası için kötü sonuçlar doğuracak durumları açık açık, bir an kırılacağını üzüleceğini, itiraz edeceğini bilseniz bile, onu doğru ve emniyetli konuma getirmek için çabalamaktan, dil dökmekten geri kalmazsınız. “Dost acı söyler” demiştir atalarımız.
Dostluk, fedakarlık demektir. Her şeyini dostun için feda edebilirsin, onu zor durumdan kurtarmak için bunu hiç düşünmeden yaparsın. Onu mutsuz görmemek için elinden gelen her şeyi yapar, en önemlisi de yanında olduğunu her zaman hissettirirsin.
Dostluk, güvenmektir. Gerçek dost asla bitmez, ihanet etmez, yarı yolda bırakmaz. Bu güveni çok sınırlı sayıda insan hissettirebilir bize. Hatta bazen ailenizle paylaşamadıklarınızı paylaşırsınız dostunuzla.
Dostluk, olduğu gibi kabul etmek demektir. Dostunuza bir şey danışırken veya anlatırken herhangi bir çekince hissetmezsin çünkü o seni yadırgamaz, yargılamaz, suçlamaz.
Dostlar yönetilmez. Bu sayede gelişigüzellikten bir güzellik çıkabilir. Güzellik, dostlar arasında, dostlar için veya dostların verdiği güvenle yaratılır. Aksi takdirde yaratılan güzelliğin anlamı olmaz. Anlamı yaratan, dosttur. Başkası veya ötekilerin ilgisizliği, kayıtsızlığı kişi için hiç sorun olmaz. Ancak dostun vurdumduymazlığı, görmezden gelişi, oralı olmayışı, dostu öldürür. Hallac-ı Mansur için anlatılır: İdam kararı verildiğinde halkın kendisini taşlamasına hiç aldırmazken, dostunun attığı gül, yaralar, öldürür Mansur’u. Çünkü hayatın anlamını dost kazandırdığı için Mansur’un dünyası, ölmeden önce çöker, ya da Mansur ölmeden, dünyası ölür.
Hadi o halde dostlukla ilgili bu güzel ve anlamlı öykümüzü okuyalım.
Savaşın en kanlı günlerinden biriydi. Asker, en iyi arkadaşının az ileride vurulup kanlar içinde
yere düştüğünü gördü. İnsanın başını bir saniye bile siperin üzerinde tutamayacağı ateş
yağmuru altındaydılar. Asker hemen komutanına koştu ve
“Komutanım, müsaade ederseniz arkadaşımı alıp gelebilir miyim?” dedi.
“Delirdin mi?” der gibi baktı teğmen.
“Gitmeye değer mi? Arkadaşın delik deşik olmuş, büyük olasılıkla ölmüştür bile. Kendi
hayatını da tehlikeye atma sakın.”
Asker ısrar etti ve komutan “Peki” dedi “Git o zaman.”
İnanılması güç bir olay gerçekleşti ve asker o korkunç ateş yağmuru altında arkadaşına
ulaşmayı başardı. Onu sırtına aldı ve koşa koşa siperine döndü. İkisi de yine yara
almamışlardı. Birlikte siperin içine yuvarlandılar.
Komutan, kanlar içindeki askeri muayene etti, sonra onu sipere taşıyan arkadaşına döndü,
“Sana değmez demiştim. Arkadaşın çoktan ölmüş. Hayatını tehlikeye atmana değdi mi
şimdi?” dedi.
Asker iç çekerek “Değdi komutanım, değdi” dedi.
“Nasıl değdi?” dedi komutan. “Bu adam ölmüş görmüyor musun?”
“Yine de değdi komutanım. Çünkü yanına ulaştığımda henüz sağdı. Onun son sözlerini
duymak, benim için dünyaya bedeldi.” Arkadaşının son sözlerini hıçkırarak tekrarladı:
“Geleceğini biliyordum!”