İnsanın mayası toprak aşkla yoğurulmuş.
Var oluşun özü sevgi.
Her şey, o ilk yolculukla başlıyor. Ömür boyu bütün içgüdülerimizin dönmek istediği dokuz aylık anne karnı; belki de en eşit olduğumuz zaman dilimi.
Nefes almaya başladığımız andan sonra, yaşadıklarımızın tümü öykü. Kimi cennete kimi cehenneme hazırlık ama hepsi bizim öykülerimiz. Bilâ istinasız hepimiz kendi hikâyelerimizin kahramanlarıyız.
Öykülerimiz, ruhla beden vedalaştığında da bitmiyor. Masala dönüşerek meçhul âlemlerde devam ediyor.
Yazın emekçileri bu öyküleri, masalları, destanları, şiirleri kaleme alan emekçiler. Edebiyat şemsiyesi altında sanata dönüştüren kâtipler gibi de tanımlayabilirsiniz.
Biliyoruz ki, insan ruhundaki boşluğunu kelamla tamamlıyor.
Bunun için söz tanrıdır ve her kötülüğün panzehri de sanattır.
Sanat yok olursa insandan geriye bir şey kalmaz.
Bunun için zihnimizde dans eden sözcükleri inci gibi yan yana dizerek, gelecek nesillere miras bıraktığımız kayıtlar; yazın sanatı değerli. Dilimizin ucundaki bütün kelamlar güneşin evinde kutsanıyor.
Barışı ve özgürlüğü şiar edinen sanat şizofrenik sistemlere karşı dimdik ayakta.
Gelecek bizim olacak çünkü sanatın gücüne inanıyoruz.
Hiçbir öykümüz kurgu değil. Yarattığımız bütün karakterler –hayali dense de- dünyanın bir köşesinde tam da kaleme alındığı gibi capcanlı yaşamakta.
Bunun için edebiyat çağının en yalın belgeseli.
Yaşasın sanat, var olsun edebiyat.
14 Şubat Dünya Öykü Gününüz kutlu olsun.
dursaliye@gmail.com