Kasvetli ruh halinin çöreklendiği parçaları toplamak… Birdenbire çürüyen bir derinin çığlığından söz etmek. Farkında olmak ya da yaşandığını sandığımız bir sanrı…
“Bir anlayan olsa anlatırdık gözyaşını da
Hem o zaman gözyaşı bile kınanırdı
Hüzün de kınanırdı, yalnızlık da…” diye yazmış “Kaç Kişiydik” adlı şiirinde
İnsanı sırtlamak büyük iş doğrusu, şiirle sırtlamak bilhassa…
Ortadoğu, Asya, Afrika…
Bunca yalan dolan, bunca savaş, bunca acı varken toplumu sırtlamak büyük iş
Mutluluk barındıramayan bir yerkürede, çok çabuk tüketilen zamanın, çok çabuk kanıksanan zikzakları…
Herkesin herkese yabancı
Herkesin herkese uzak,
Herkesin herkesten nemalandığı ve herkesin her şey olduğu bir çağda sırtlamak ne ağır yük…
Bir şair daha ne kadar haykırabilir ki?
Eksik yanlarımızı onaran bir solukla, bir masadan hayat çıkaran ses…
“Ah güzel Ahmet abim benim
İnsan yaşadığı yere benzer…” diye hislenen ince kalpli bir şairin dünyası, daha ne kadar acı çekebilir?
Reşat Nuri Güntekin: “Mektepte bize bir şiir ezberletmişlerdi. İnsan, yaşadığı yerlerde beraber bulunduğu insanlara görünmez ince telerle bağlanırmış; ayrılık vaktinde bu bağlar gerilmeye, kopan keman telleri gibi acı sesler çıkarmaya başlar, hep birinin gönlümüzden kopup ayrılması, bir ayrı sızı uyandırırmış…” diye yazıyor Çalıkuşu adlı eserinde
Edip Cansever’in ilk şiiri 1944’te “İstanbul” dergisinde yayımlandı. “İstanbul”, “Yücel”, “Fikirler, “Edebiyat Dünyası” dergilerinde yayımlanan gençlik şiirlerini İkindi Üstü adlı kitapta topladı. İlk kitabından yedi yıl sonra yayımladığı Dirlik Düzenlik’ te kendisine özgü şiirler ortaya çıktı. Şiirlerinin yanı sıra şiir üzerine konuşup, yazdıklarıyla, tartışmalara neden oldu. 28 Mayıs 1986′ da İstanbul’ da öldü.
“Camcının cam kesmesine, dülgerin rende tutmasına
…birinin gazoz açmasına
Hasretine, yalanına benzer…” diye çemberini fısıldayan bir şair…
Cemal Süreya ise, 1980’li yıllarda dergilerde yayımlanan günlüklerini topladığı “Günler” kitabında, şöyle yazar: “Edip, telefon etti. “Yeşil ipek…” diye başlayan iki dizemi çok sevmiş. Düşündüm, o iki dizedeki adam Edip’e ne kadar benziyor! O da herhal kendini buldu o şiirde. O iki dize öylece kalsın ve adı “Edip Cansever” olsun.
“Yeşil ipek gömleğinin yakası
büyük zamana düşmüş.”
Cemal Süreya, Cansever’in ölümü karşısındaki ruh halinden şöyle söz eder: “Tv’de, sekiz haberlerinde Edip Cansever’in ölüm haberi verildi. Bu haber inanılmaz ölçüde sarstı beni. Rastlanmadık bir biçimde ve yüksek sesle ağlamaya başladım. Oğlum fazla kaygılanmış, gelip avutucu şeyler söyledi. Turgut’ta bunca sarsılmamıştım. Üst üste gelişte bir şey var belki. Otuz yıllık arkadaşımdı. Yalnız sanat serüvenimiz değil, hayat serüvenimiz de iç içe durumlar yaşamıştır.”
Ardından, Cansever’in çok beğendiği ve öylece bırakıp adını Edip Cansever koyduğu o iki dizeye iki dize daha ekleyerek şiiri bitirir:
Yeşil ipek gömleğinin yakası
büyük zamana düşer.
Her şeyin fazlası zararlıdır ya,
fazla şiirden öldü Edip Cansever.
Şairin, “Bakmayın etrafımda çok insan dolandığına, Sırılsıklam yalnızım aslında…” diye fısıldayışı gibi
Murad DEMİRKOL