Eğitim Zaten Sorunluydu!

Salgınla da yok olma noktasına geldi! “Ülke genelinde, bu yılki lisans öğrencileri için finaller, üniversiteye giriş sınavına benzer merkezi bir sınavla yapılmalıdır” diyen Çalışkan: “Aksi takdirde; eğitimden anlamayan öğretmen, hastalıktan anlamayan doktor, iğne bilmeyen hemşire, Kur’an okuyamayan ilahiyat mezunlarıyla karşı karşıya kalabiliriz.” 2020-2021 eğitim-öğretim yılı, 2 Temmuz’da sona eriyor. Yaşanan sorunlar ise farklı yaş gruplarında […]

Salgınla da yok olma noktasına geldi!

“Ülke genelinde, bu yılki lisans öğrencileri için finaller, üniversiteye giriş sınavına benzer merkezi bir sınavla yapılmalıdır” diyen Çalışkan: “Aksi takdirde; eğitimden anlamayan öğretmen, hastalıktan anlamayan doktor, iğne bilmeyen hemşire, Kur’an okuyamayan ilahiyat mezunlarıyla karşı karşıya kalabiliriz.”

2020-2021 eğitim-öğretim yılı, 2 Temmuz’da sona eriyor. Yaşanan sorunlar ise farklı yaş gruplarında farklı seviyelerde… Mesela, “Kızım henüz 7 yaşında ve çoğunlukla tablet karşısında okuma-yazma öğrenmek zorunda. Ara ara okula gitti, ama böyle bir dönemde akranlarından geri kalıp kalmadığını da bilmiyorum” diyen bir Anne, bunlardan! Peki, Türkiye, pandemi sürecinde eğitim-öğretimi nasıl yönetti? 1 Haziran normalleşmeleriyle birlikte başlayacak olan telafi eğitimleri yeterli olacak mı? Ara ara ‘yüz yüze’, ama çokça da ekran üzerinden ilerleyen eğitim, çocukları ve gençlerin eksiğini ne denli tamamladı? Bu beklenmeyen süreçte Ankara’nın karnesi ne oldu?
Soruların çok, ama cevapların az olduğu bu dönemi ve olası sonuçlarını değerlendiren isim, Saadet Partisi Genel İdare Kurulu (GİK) üyesi, Partinin Hatay’daki önemli ismi, Doç. Dr. Necmettin Çalışkan oldu. Eldeki tabloyu değerlendiren Çalışkan, “Hani meşhur bir söz var ya… Deveye sormuşlar, ‘boynun neden eğri’ diye, o da… ‘Nerem doğru ki’ demiş. Bu söz, sanki günümüzdeki eğitim sistemimizin özetini yansıtıyor” derken, tespitlerini ara başlıklar halinde şöyle sıraladı:
-ÇÖZÜMSÜZLÜK-
Bir türlü rayına oturmayan/oturtulamayan, çözümsüzlüklerle dolu, sürdürülemeyen bir eğitim-öğretim sistemi.
Eğitimimiz zaten sorunluydu, salgınla da yok olma noktasına geldi. Acı olan da, bu durum kimsenin umurunda değil. Hele de eğitim sezonunun sona erdiği bu dönemde, sınavların nasıl yapılacağı, notlar, öğretmen-öğrenci ilişkisi gibi bütünüyle bir sorunlar yumağı olarak duruyor.
-SİL BAŞTAN!-
Normalleşme süreciyle birlikte, okullar yeniden açılmış gibi görünüyor. Belli günler okula gidilecek, ama bu zamandan sonra ne kadar faydası olacak, belli değil. Üç hafta eğitim var, ama bu süreç telafi eğitimi mi? Sil baştan mı? EBA’nın devamı mı? Belli değil! Kaldı ki, bugüne kadar ne anlatılabildi, o da ayrı bir sorun. Öğrenciye not da verilmeyecek. Yoksa sadece öğretmen-öğrenci tanışması için mi gidiliyor?
Eğitim sistemimiz, tepeden tırnağa sorunlu. Yukarıdan aşağı, -yükseköğretimden liseye, ortaokula, ilkokula- indikçe, sorun artıyor. Bir türlü millileşemeyen, değerlerimize tam uyarlanamayan, öğrencileri yarış atı gibi sınavdan sınava koşturan, yabancı kültürlerin müfredatının temel alındığı ve yap-boz tahtasına dönen bir sistemle devam etmekteyiz.
Bir ülkenin geleceğini belirleyen en önemli unsurların başında, maddi-manevi eğitim ve adaletin geldiği unutulmamalı. Bir toplumda eğitim oranı düştükçe, suç oranı artar. Ekonomik problemler de eğitim ve adaletin zayıflığının bir sonucudur.
Sorunun çözülemeyişi, konunun kimsenin umurunda olmayışından. Yetkililerin kulakları, uyarılara tıkalı. “Biz yaptık oldu” denilerek ciddiye alınmıyor.
-AŞI MUAMMASI-
Eğitimdeki problemin temeli, pandemiyle birlikte gündeme gelen aşı sorunu. “Aşı geldiydi, gelecekti. Alman aşısıydı, Çin aşısıydı, kapanmada bitecek, Haziran’da bitecek” denilerek; net, inandırıcı ve doyurucu bir bilgi verilmediğinden, muallakta beklendi.
Anlaşıldığı kadarıyla, Haziran veya yaz sonuna kadar hızlı aşılama ile üniversitelerin açılacağı söyleniyor. Hayırlısı! Asıl üzerinde düşünülmesi gereken sorun şu… Geçen iki yılın telafisi nasıl olacak? Bu konuda kamuoyunu rahatlatacak herhangi bir açıklama, plan veya çözüm önerisi sunulmuyor. Teorik eğitim verilen yerler hafife alınıyor. Peki, mühendislik, tıp, diş hekimliği gibi pratik olan yerlerde ne yapılacak? “Yarım doktor candan…” atasözünün anlamı, bugünlere ışık tutarcasına ne kadar anlamlı ve düşündürücü değil mi? “Teorik eğitim, problem değil. Yeter ki pratik eğitim çözülsün” sözünü de doğru bulmuyoruz. Teorik de olsa, eğitim, bütünüyle yüz yüze hocadan alınır. Mesela bir İlahiyat Fakültesi, teorik eğitim gibi görünse de, mezunların kaçta kaçı Arapça öğrenip Kur’an ı Kerim’i düzgün okuyabilir?
-MEZUNLAR!-
Daha vahimi de, iki yıllık eğitim veren Meslek Yüksekokullarının durumudur. Yarım yamalak bir dönem, “kayıt yenilemeydi, ders seçimiydi, taşındım, yerleştim, başladım” deyinceye kadar, bir dönem geçti. Sonrasında, tamamı da uzaktan eğitimle mezun oldu ki, bunlar içerisinde iki yıllık diye süresi baz alınarak küçümsenmeyecek yüksekokullar var. Mesela, sağlık, bilgisayar ve teknolojiye dayalı eğitim veren okullardan, öğrenci, neredeyse okul yüzü görmeden mezun oluyor.
Bu dönemde, bariz bir şekilde, köy-şehir ve metropol-taşra arası makasın çok açık olduğu görülmüş, dolayısıyla da ‘eğitimdeki fırsat eşitsizliği’ ortaya çıkmıştır. Pek çok öğrenci, teknolojiye ulaşamamış ve yaşadığı bölgede internet altyapı sorunu bulunanlar hayli mağdur olmuştur.
-AKSİ HALDE!-
Online eğitimde kamerası kapalı öğrencinin, kontrol edilmeyen bir sınavla mezuniyeti söz konusu. Çözüm olarak, acilen, tüm birimlere yönelik telafi eğitimi verilmelidir. Bazı bölümlerde, genel tespit sınavıyla sınıf dondurma yapılabilir. Mağduriyetleri önleyecek çözümlerle, kısmi tedbirler alınmalıdır.
Ülke genelinde bu yılki lisans öğrencileri için finaller, üniversiteye giriş sınavına benzer merkezi bir sınavla yapılmalıdır. Aksi takdirde; eğitimden anlamayan öğretmen, hastalıktan anlamayan doktor, iğne bilmeyen hemşire, Kur’an okuyamayan ilahiyat mezunlarıyla karşı karşıya kalabiliriz. -Tamer Yazar-

Exit mobile version