Saat saat yaşanan hız, saat saat değişen gündem, şakaklarımızı zorlarcasına yaşanan yokluk…
Aslında bir yolculuğun süresi, hiçbir şeyi unutturmuyor
Başka şehirlerde olmak, başka insanlarla göz göze gelmek dahi…
Peki neydi bu acıtan enerji?
Kaygının doruğa ulaştığı bu sessizlik?
Kendine dönemeyen
Kendine söylenmeyen
“Yüzüme bakmaya geldim ben gözyaşlarında
denize akıp giden gözyaşlarında
ırmaklarla
bulutlarla…” diye söyleniyor León Felipe[1]
Çocuğa şiddet haberleri gündemin bulanıklığında kayboluyor her defasında…
Savaşlar…
İstismar…
Yokluk, yoksulluk
Asgari geçim rakamları, emekli, işçi…
Kadına şiddet…
Kediye, köpeğe…
Bir sarkaçla kendinden geçmek diyorum olmuyor.
Ve biliyorsun ki yanılsama bir tekrardır…
Görmezden gelmek ya da anlaşılmaz bir çabanın içeriğine dalıp gitmek gibi…
Vitrinler, rakamlar, değişen etiketler…
Yokluğumuzu bir çembere hapseden makine dili
Belleğimizde uçuşan heceler dahi sıradan…
Naylon bilgiler, zihnimizi bulandıran metinler…
“Aslına bakarsan kitaplarda anlatılanlarla gerçek yaşantıda da karşılaşabilir insan ama aynı biçimde değil. Ben o gerçekleşme biçimini arıyordum oysa.[2] ” diye yazmış Sartre
Buldu mu bilmiyorum ancak zihnimize iletilen emojileri nereye koyardı çok merak ediyorum.
Tahminlerimizi, planlarımızı, korkularımız ve belki gelecek umudumuzu…
Kapıdan çıktığınız an kendiniz değilsiniz oysa…
Bedeniniz size ait değil, çığlığınız, geleceğiniz, oyuncaklarınız bilhassa…
Hayatın içindeymiş gibi ya da farkında olmak gibi bir telaş
Kalabalığı seçen bir heceye, gitmeyi ve uzaklaşmayı anlatmak gibi…
Öfkeyi dahi tanımlayamıyoruz ve geleceğin yoksulluğunu…
Herkes herkese bu denli mesafedeyken, herkes herkesten bu denli çekinirken, herkes herkese bu denli yabancılaşmışken…
Gıdaya ulaşamamak, ete, süte, peynire…
Eğitime, kiraya yetişememek…
Tatili konuşmasak da olur
Ama insanca bir hayale…
Yokluğun nakaratı ne çok benzeşiyor değil mi?
Çünkü algıyı yoklayan, hayallerimizi de kırpar elbet…
Süzülen bir mevsim için gece veya gündüzün farkı gibi…
Bu renkli algının yarattığı gökkuşağında canlılığın hayali neyse o…
Öyle ya, bu çağın tebessümü gelişigüzel yaşıyor sanki…
Hiçbir yalnızlığa muhatap olmamış gibi,
Aldatılmamış,
Acıtılmamış,
Hiç kovulmamış,
yoksullaşmamış
Evi yıkılmamış
Yerini yurdunu terk etmek zorunda kalmamış gibi…
Bunca algıya rağmen, gözlerinin yarı açık halini hissedenler o kadar ayrıcalıklı ki,
Tavana baktığında gökyüzüne saldıran atmacaları hayal meyal görenler,
Bu yaşananların kimin dünyasına ait olduğunu merak edenler özellikle…
Bilinç acıdır ancak özgül ağırlığı olan incecik bir renge seslenir…
Bir Akçaağaç veyahut bir kiraz çiçeği…