Enver Ercan Uğurlaması…

“Acıyı andıran bir anı artık odamın şaşkınlığı bundan düştutan akşam saatlerine usul usul damlıyor zaman…” Enver Ercan Hayatı bir hece işçiliğinin sınırında yaşamak nasıl bir şey? Hayal, ses ya da sizi inadına uyandıran kaygılı bir ritim… Hecenin göreviyle, şairin görevlendirilmesinin kesiştiği noktayı bulup işaretlemeli. Çünkü hece işçiliği, damak tadını ekşiterek koyulur yola. Gaz lambasının sarımtırak […]

“Acıyı andıran bir anı artık
odamın şaşkınlığı bundan
düştutan akşam saatlerine

usul usul damlıyor zaman…” Enver Ercan

Hayatı bir hece işçiliğinin sınırında yaşamak nasıl bir şey?

Hayal, ses ya da sizi inadına uyandıran kaygılı bir ritim…

Hecenin göreviyle, şairin görevlendirilmesinin kesiştiği noktayı bulup işaretlemeli. Çünkü hece işçiliği, damak tadını ekşiterek koyulur yola. Gaz lambasının sarımtırak rengiyle yaklaşır. Zamanın aleyhine işlediği o daracık patikayla ürperir ve bu esneyen kaygı, varla yok arası bir kavşakla hesaplaşıncaya dek, kabuğu incelmiş yığınlarla avunur…

Bu gelgiti her daim yaşayan şair, dergilerin de insana benzediği o inişli çıkışlı tahterevallide açıyor gözlerini ve bu ortamın mutfağında beslediği ivmeyle irkiliyor sürekli… Düş, gerçeğin her daim önündedir belki ondan. Şiirde öyle, kitap da…

Enver Ercan daha çok bu kaygılı mutfağın kaygılı işleriyle yoğruldu… Dirençli bir makinist olmasının altında, en alttan başlayıp, usulca ilerleyen adımlarının etkisini kurcalamak gerekir… Issız bir istasyonun, sesleri biriktiren rayları gibi, trenin o ilk kalkışındaki telaşı sezen kısacık adımlar… Bu kısacık adımlar, istasyonların müdavimleriyle buluşur önce. Sonra her türden yolcuyla, her türden sağanakla birleşir.

“Bende bulduğun benim de aradığımdı
sarmaşıp inceldiğimiz o nokta
hadi tut elimden gezdir sokaklarını
ansızın yakalan sağnağıma…”

Enver Ercan kendi yarattığı bu sağanaktan kaçamadı… Belki her işçi gibi nice zorluklara rağmen, kendine yakıştırdığı mecradan kaçamadı. İnsanların kendini oluşturma, kendini inşa etme araçları çeşitlense de, görsel bir dünyanın yazınsal düşleri gölgelediğini görse de, dergiciliğin toplumsal ihtiyaçları karşılanmasındaki yerini sorgulasa da, her yeni gelen kuşağın daha iyi şeyler yapacağına sonuna dek inandı. Ve kendini bu fayın en kırılgan noktasına konumlandırdı.

En önemli istasyonu olan Varlık dergisinin yolcularına seslenirken de derin kırılmalara rağmen, çıraklığın içinden gelen seçiciliği elden bırakmıyor aslında. Sonrası, ertelenen düşlere korunak olmaya çalışan “Yasak Meyve”, Siyahî, Eşikcini, Komşu Yayınları… Kendinden kaçan insan, en çok da kendine sığınır belki ondan.

“Bir dergi, okurları düşünerek çıkmaz.” diyor bir söyleşide. “Bir dergi, bir şeyi kurcalamak istiyordur, söyleyecek sözü vardır, kendi çapınca ve gücüne bir tavır sergilemek istiyordur… Bu heyecanı yatıştırmanın en temiz yolu da bir dergiyi, bir kitabı yayınlamaktır.”

Evet, sanat ve özellikle edebiyat, öncelikle onunla ilgili olan zihinlerle paylaşılır. Ondan mesaj almak isteyenlere, özgür bireylerin yarattığı, özgür toplumları harekete geçirmek için yapılır.

Enver Ercan, edebiyatın bu engin mutfağında, en lezzetli tatları ararken, düşlerindeki sade bir lezzetin peşine düşmüş anlaşılan: Şairlerle yaşanmış birçok anısının yok olup gideceği kaygısı, onları rüya biçiminde anlatmaya yönlendirmiş olan, “Türkçenin Dudaklarısın Sen” çalışmasıyla, anı-düş halkalarını birleştirmiş. Bu sayede, geçmiş şiir sanatının gizleriyle de, okurlarını buluşturmuş…

Dergilerin sayfalarına adanmış bir yolculuktur Enver Ercan’ın yaşamı. Genç ve usta şairlerin kaynaştırıldığı çemberin yarıçapıdır…

“ne güzel
yatıp uyumazdık derdi
ev türkçesi ışırdı sesinde
dilime dolaştıkça sözcükleri…”

Hayatı, bir hece işçiliğinin sınırında yaşamak nasıl bir şey, hayal, ses ya da sizi inadına uyandıran kaygılı bir ritimden başka…

Exit mobile version