Türkiye’de konuşulması gereken yaşanan gelişmelerin ülkeyi nereye sürükleyeceği ve bundan daha önemlisi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın nereye ulaşmaya çalıştığıdır.
Türkiye Cumhuriyetin ilanından sonraki 102 yıl yıl boyunca hiç bu kadar kafa karışıklığı, hiç bu kadar eksen kayması yaşamamıştı. Devletin dirliği ve kimliği, ulusun kültürel tanımı, jeopolitik konumu ve bulunduğu,durduğu yer tanımı hiç bu kadar bulanıklaşmamıştı.
Örneğin Türkiye hangi uluslararası blok ve sistemde duruyor, hangi ekonomik ilkeler ya da uluslararası olarak tanımlanan liberalizmin hangi koşullarıyla ilgili ya da uzak.
Türkiye’nin kurucu tapu senedi Lozan’ın bile sorgulandığı, ülkenin bölünme çabalarının bile ulu orta sanki bir siyasi argüman ya da uygulanan bir politik tavır değişikliği rahatlığıyla konuşulduğu bir tuhaf dönemden geçiyoruz.Peki Türkiye’nin yolculuğu nereye kadar varacak?
Bu ultra marjinal bölünme tartışmalarının ötesinde korkutan, ürküten, düşündüren bir korku imparatorluğu da adım adım inşa ediliyor. Medyanın tamamen çalışanlarıyla birlikte satın alındığı, taraf olmayanın bertaraf edildiği, halkın doğru haber alma hakkı konusunda ağızların bıçakla açılmadığı karanlık bir dönemden geçiyoruz.
İnsanların önce konuşmaya sonra düşünmeye bile korktuğu, Silivri’nin yoğurdu ile değil zindanlarıyla meşhur olduğu bir alaca karanlık kuşağından geçiyoruz.
“Bu da olmaz canım”, “O kadar da değil” sözlerini aşalı fersah fersah oldu.Türkiye Uluslararası Ceza Mahkemeleri dahil dünyanın hiçbir uluslararası hukuk kuruluşuna artık uymamayı alışkanlık haline getirdiği gibi; yine uluslararası demokrasi kuruluşlarınca “hibrit” demokrasiden “yarı diktatörlük” düzenine geçtiği konusunda saptamalar her gün önümüze düşüyor.
Türkiye’nin açlık-yoksulluk sarmalında çırpınan 65 milyon nüfusuyla ilgili söylenecek bir şey var mı? Neden siyasi egemenlerin bu konu artık hiç umurlarında değil. Hani tencere kaynamayınca her şey biterdi. Siyasetçi Mustafa Sarıgül’ün deyimiyle “Tencere kaynar, maymun oynar”’a ne oldu?
Neden siyaset halkın temel gereksinimlerini bile sağlayamadığı böyle bir kaosa bu kadar yabancı? Sandık meselesi artık bitti mi? Türkiye seçimli demokrasinin sonuna mı geldi ki iktidar sokaktaki kitleleri umursamaz oldu?
Nedir inandığı, nedir güvendiği…?
Asıl sorulması gereken soruysa şu;
“Erdoğan gerçekten bu ülkeden ne istiyor? Nereye varmak, hangi hedefe yürümek istiyor?…”.
Bakın son bir anket var; Türkiye’de artık modern yaşama inananların oranı yüzde 60’ları bulmuş. Dindar muhafazakarlar yüzde 20’den son 10 yılda yüzde 10’a kadar gerilemiş. Milliyetçi muhafazakârların sayısı ise yüzde 30’lar civarında.
Peki ideolojik saplantılardan bir türlü kendini kurtaramayan Erdoğan toplumdaki bu büyük değişimi artık okuyamıyor mu?
Yoksa Erdoğan artık; “Benden sonra tufan” mantığı ile kendisiyle birlikte bu ülkenin sonunu getirmeye mi çalışıyor?…
Halkın bütün bu sorulara topluca en geçerli yanıtı eğer bulabilirse ilk sandıkta olmalı.
YORUMLAR