Hayatın içindeymiş gibi yaşamak nasıl bir tıkanıklıksa, fark edilme beklentisi de o…
Yeter ki konuşmak olsun, yeter ki görünür olmak
Söyleşisi, alkışı, yemesi, içmesi ve her anın beklentisi…
Bir çeşit sığınma hali ya da bir etiket…
Çağ öyle garip ki adınızın önünde muhakkak bir tanım olmalı,
En azından bir görünürlük anı…
Adı duyulmamış bir gerçeklikle sınanıyoruz…
Sözcüğünden, cümlesine kadar
Bilginin tekrarlanarak zihinleri kurcaladığı garip bir gerçeklik…
Yaşanan çalkantılar, sayısal veriler, yazılanlar, çizilenler…
Deneyimler, beklentiler ve sonsuz yer değiştirme telaşı…
Hangi belleğin sarsıntısı bu?
Hangi belleğin tekrarı?
Adı konmamış bir gerçekçilik, yaşamımızı genele yayan bir hafıza kaybı…
Sözcüklerin bir karşılığı yok sanki. Konuşulanların bir dinleyicisi…
İnsan kendini tanımaz mı?
Yolda karşılaşsa dahi…
Öyleyse neydi geçmişi ıskalayan o mevsim?
Kendi bulanıklığıyla tükettiğimiz arayış
Genleşen bir tanım neyi kimle eşleştirir?
Hangi acıyı hangi kaygıyla?
Hangi gerçeklik daha masum?
Hangi cümlenin benzerliği?
Reklam panoları mı?
Yokluğun sırtladığı tüketim alışkanlıkları mı?
Yeni yeni algılar
Yeni yeni kurgular…
Akıllı evler,
Akıllı sözcükler mi yoksa…
Yalandan örülü ilişkiler,
Naylondan türemiş birliktelikler
Düşlerimiz, oyuncaklarımız, aynalarla yüzleşmemiz hatta…
Hemen her açı, bir yönlendirme ölçütüne bağlı…
Hayatı durduğumuz yerden hecelemek gibi bir şey…
Görüş açımızın merkezine odaklanmak gibi…
Gölgede kalanın sona kaldığı sözcükler yığını hatta…
Yoksa incinmiş bir imge nasıl anlatsın, yalnızlığın geceyi nasıl ağırlaştırdığını…
Her bilgi, kendine sunulan patikayı tanımlıyor…
Belki sırf bu yüzden okuduklarını duymak istemiyor insan.
Bir metnin anlamından çok, anlamlandırılması üzerine çabalayan o kalabalığı görmek istemiyor
Kulaklarımızı zorlayan cümleleri odak noktasına yuvarlayan endişeyi…
İşittiğimiz sözcükleri yok saymak gibi…
Ardındaki belirsizliği gizleyecek yerler arıyor durmadan.
Ya da insan, kendine uzaklaşmanın sonuçlarıyla yüzleşiyor…
Tanımadığı, tanımlayamadığı adımlarının sonuçlarıyla…
Yeni kavramlar gerek, kendini omuzlayabilen yeni sözcükler…
Hangi etkinin hangi okumaya yaslandığını bilen
Yoklukla yaşayan canlıyı, kendiyle tanımlayabilen sözcükler…
Belki sırf bu yüzden yeryüzünün sesine bırakmalı yaşamı…
Rengine ve belleğine…
Kendine doğru yürümek gibi…
Süzgecin tırmaladığı parçacıklara doğru…