GÖRÜNTÜNÜN ÖYKÜSÜ

Sir John F.W. Herschel, 1840 yılında, yakın arkadaşı İngiliz bilim adamı William Henry Fox Talbot’un bir yüzey üzerinde elde ettiği görüntüye fotoğraf adını verdi. 1895 yılında ise Lumiére kardeşler ilk hareketli görüntü gösterisini gerçekleştirdiler. Fotoğrafla başlayarak, sinemayla gelişen bu görsel dönüşüm, farklı bir toplumsal yaşamı da beraberinde getirdi. Nesneler önce görüntüye dönüşmüş, çoğaltılarak kitlelere yayılmıştı. […]

Sir John F.W. Herschel, 1840 yılında, yakın arkadaşı İngiliz bilim adamı William Henry Fox Talbot’un bir yüzey üzerinde elde ettiği görüntüye fotoğraf adını verdi. 1895 yılında ise Lumiére kardeşler ilk hareketli görüntü gösterisini gerçekleştirdiler.

Fotoğrafla başlayarak, sinemayla gelişen bu görsel dönüşüm, farklı bir toplumsal yaşamı da beraberinde getirdi. Nesneler önce görüntüye dönüşmüş, çoğaltılarak kitlelere yayılmıştı. Zamanla üretilen ve tüketilen bir meta haline gelen görüntü, giderek, gerçek dünyanın yerine almaya başlayacaktı.

Fotoğraf ve sinemanın bulunuşu, sadece teknolojik gelişmenin bir sonucu muydu?

Levend Kılıç, Fotoğraf ve Sinemanın Toplumsal Tarihi adlı kitabında, toplumsal yaşama yön veren düşünsel gelişmeleri görmezden gelerek, teknolojinin sağladıklarını anlamanın mümkün olamayacağını söylüyor; bu buluşların, toplumu oluşturan birçok olgu ve durumla ilişkisini ortaya koyuyor.

Yazar, çalışmasında 1800’lü yıllardan başlayarak 1900’lü yıllara uzanan bir dönemi ele alıyor.  Fotoğraf ve sinemanın, bulunuşunu sağlayan tarihsel süreçle ilgili belirleyici aşamaları, toplumsal yaşama yön veren dönüşüm dönemlerini ve bu dönemlerin düşünsel gelişmelerle ilişkisini inceleyen yazar, öncelikle, insanlık tarihi içinde önemli bir dönüşüm dönemi olan 1800’lü yılları ele alıyor. Yazar, 1800’lü yılların aynı zamanda toplumsal düşünce açısından; pozitivizm, demokrasi, hürriyet, özgürlük, sosyalizm gibi konularla ilgilenen düşünürlerin ortaya çıktığı bir dönem olduğuna dikkat çekiyor.

Sanayi Devrimi dönemi olan 1800’lü yıllar teknolojik gelişmelerle başlayan, sosyoekonomik ve kültürel alanlara yayılan insanlık tarihindeki önemli yükselişlerden biri olmuştu. Bilim, toplumsal yaşam içinde yaygınlaşmış, ekonomik değişim sonucunda, gelir dağılımı geniş kitlelere yayılmıştı. Sermayenin topraktan, fabrikaya doğru hareketi yeni siyasi düşüncelerin ortaya çıkmasına neden oldu. Sanayi Devrimi’nin neden olduğu bu toplumsal dönüşüm, düşünceleriyle, ilişkileriyle, üretimi, tüketimi, duyuş ve sezişiyle yeni bir yaşam biçimi yaratacaktı. Bunun yanında, Auquste Comte “Pozitif Felsefe Kursları adlı yapıtını 1830-1842 yıllarında, Alexis de Tocqueville, Amerika’da Demokrasi adlı yapıtını 1835-1840 yıllarında, John Stuart Mill, Özgürlük Üstüne adlı yapıtını 1859 yılında ve Karl Marx  Komünist Manifesto’yu 1848’de, Kapital’i ise 1867 yılında yayımlamıştı. İşte, bu dev yapıtların yayımlandığı yıllar fotoğrafın toplum içinde büyümeye başladığı yıllardı.

1900’lü yıllara gelindiğinde; huzur dönemi kapanıyor, demokrasi, bireysel özgürlük, sosyalizm gibi konular, yerini faşizm, nasyonal sosyalizm, Leninizm, varoşçuluk gibi bir anlamda; insan aklına başkaldırı düşüncelerine bırakıyordu. Bilinçdışı dünyasıyla tanışan birey, kendini ekonomik ve sosyal çalkantılar içinde terk edilmiş bir durumda bulmuştu. Toplumsal yaşamın ve toplumsal düşüncenin farklılaştığı bu dönemde; fotoğrafın gücü insanı sinema ile tanıştırıyordu. 1900’lü yıllarda geniş kitlelerin ilgisini çeken bir eğlence aracı olmaya başlayan sinema, yeni bir para kazanma alanı olarak görülmeye ve başlı başına bir endüstri olarak örgütlenmeye başlayacaktı.

Levend Kılıç, sinemanın ortaya koyduğu anlatım biçimiyle devrimci bir anlayış sergilediğini, kendine özgü teknolojisiyle, çoğaltarak yayan bir sanat olarak geleneksel anlatım biçimlerini de kökten değiştirdiğini savunuyor ve şunları ekliyor:

“Hem geleneksel resmetme tekniklerinin, hem sahne ve gösteri sanatlarının, hem yazın sanatının, hem de fotoğrafın izlerini taşır. Geçmişi kapsar, geçmişe kapalı değildir. Tarihsel bir süreç içinde ortaya çıkan farklı sanatları, sinema bir bütün olarak görür, hepsini birbirinden ayırır ve hepsini birbiriyle ilişkilendirir. Sinema, kendine özgü bir ortam olarak sanki bütün sanatları birleştirmeye çalışır. Senaryo, oyuncu, görsel öğeler, kamera, görüntü boyutu, ses boyutu ve hareket boyutu sinemaya öylesine olanaklar sağlar ki, bunun karşısında durmak güçtür. Sinema kendinden önceki sanatları yeniden sunar niteliktedir. Beyazperdedeki görsel işitsel sunuş öylesine güçlüdür ki geçmişin sanatlarından kaynaklanan yeni sunuş, görüntü, ses ve hareket boyutunun birlikteliğinden oluşan zaman boyutundan başka bir şey değildir.”

Levend Kılıç’ın, fotoğraf ve sinemanın bulunuşuna farklı bir anlayışla bakan bu kitabı, toplumsal süreçlerle ilgili bilgilerimize derinlik kazandıran önemli bir çalışma.

 

Exit mobile version