Geçtiğimiz Pazartesi günü ile başlayan hafta (28 Mart- 3 Nisan), 58. Kütüphaneler Haftası olarak kutlanmaktadır..
Bu yılın tema’sı, “Hakikat ve Kütüphaneler” olarak belirlenmiştir.
Mart ayının son pazartesi günü ile başlayan hafta ülkemizde 1964 yılından bu yana “Kütüphaneler Haftası” olarak kutlanmaktadır. Hafta boyunca, kitaplarımızı barındıran, insana okuma sevgisi aşılayan kütüphanelerin önemi ve sorunları dile getirilir, halkın ve öğrencilerin bu yolda bilinçlenmesi için çaba harcanır.
İzleme olanağı bulamadım, her yol olduğu gibi bu yıl da kütüphanemizde birbirinden güzel aktiviteler gerçekleştirilmektedir.
Acı bir gerçek, Türkiye’de 1500 kütüphane yokken, 350.000’e yakın kahvehane vardır. Almanya’da kütüphane sayısı 11.000 civarındadır. Diğer Avrupa ülkelerinde de sayı oldukça yüksek.
Eldeki bilgilere göre ilk kütüphane, Asurlular zamanında kurulmuştur. Osmanlı imparatorluğu döneminde de kitaba ve kütüphaneye önem verilirdi. O dönemden zamanımıza kadar gelen büyük kütüphaneler vardır.
Yaşadığımız yüzyıl bilgi, ilerleme yüzyılıdır. Kitaplar bilime giden yoldur. Çağımızın buluşlarını kitap, dergi gazete gibi yayın organlarından izleriz. Okuduğumuz kitaplar, dergiler, gazeteler bilgilerimizi artırır. Bizi dünyadaki gelişmelerden, değişmelerden haberdar eder.
Kitap okuma alışkanlığımız ne yazık ki yok. Bir kere aile okumuyor, okulda öğretmen okumuyor. Okuma yazmayı biz sadece okula gidip mezun olmak olarak görüyoruz. “Nasıl okumalı, ne okumalıyım?” ya da “Çocuğuma okuma alışkanlığını nasıl kazandırabilirim?” gibi soruları sanırım 20-25 yıl önce daha sık duyardık. Son zamanlarda insanlarımız dizi seyrediyor. Elinde kumanda kanal kanal dolaşıyor.
İnsan, okuyarak, bilgilenerek özgürleşir; aydınlığa ve aydınlanmaya eleştirel okuma sürecinden geçerek ulaşabilir. Bacon’un şu sözleri çoğumuzun belleğine daha öğrencilik yıllarında kazınmıştır. “Okumak, insanı olgunlaştırır, konuşmak ustalaştırır, yazmak ise daha somut bilgi sağlar.” Ovidius, “Gençliğini kitapla beslemeyen ulusların sonu acıdır” diyor. Yavuz Sultan Selim, günde sekiz saat okurmuş. Katip Çelebi, “Mumlar tükenir, güneş doğar, ben hala okurum” diyor. Okumanın bunca yararını biliriz de yine iyi bir okur olmayı beceremeyiz. İnsanların parkta, metroda, kahvede kitap okuduğunu görmek ne güzel olurdu.
Çocuklarımıza kitap okumayı öğüt vererek değil, örnekleyerek gereksinim duymalarını sağlayalım. En başta biz çocuklarımıza örnek oluşturmalıyız. Anne- baba televizyon karşısında dizi izlerken çocuk kitap okumaz ki.
Köy Enstitüleri bundan 75 yıl önce bu sorunu çözmüştü. Bir kere öğrencilerin okuma saatleri vardı.
Köy Enstitüsü çıkışlı yazar Mahmut Makal anlatır: “Ben öğrenme sevincinin ne olduğunu Köy Enstitülerinde gördüm. Hiç unutmam. On sene kadar oluyor, bir gün Ankara’nın yanı başındaki Hasanoğlan Köy Enstitüsü’ne gitmiştik. Burada gördüklerimin yalnız birkaç sahnesini size anlatacağım. Okulun koca baş hayvanlarını barındıran ahırda bir çocuk gördüm. Gece nöbeti ona düşmüş, elinde bir kitap vardı, dalmıştı. Shakespeare okuyordu. Okuduklarını nasıl kavradıklarını da ertesi günü oynadıkları piyeste gördük. Ben ömrümde bu kadar güzel tiyatro seyretmedim dersem eş dost gücenmesin.”
Köy Enstitüsü’ne okuma alışkanlığı olmadan gelen köy çocuğu, Tolstoy’u, Gogol’u, Gorki’yi, Zola’yı okumayı alışkanlık haline getirebiliyor. Koyunları otlatma sırası kendisine gelen kız çocuğunun çıkınında ekmekle birlikte Antigone bulunabiliyor. Kitaplar enstitülerin ayrılmaz bir parçasıydı. Öğrencilere yaz- kış, her gün, birer saat özgür okuma saati verilirdi. 15 günde bir, her öğrenci okuduğu kitabı okul öğrencilerine, öğretmenlerine tanıtırdı. Her yıl Avrupa’nın değişik ülkelerinde çeşitli kütüphaneleri gezme olanağı bulurum. Okumayla ilgili rakamlar açısından baktığımızda bu ülkelerle aramızda büyük bir uçurum olduğunu görürüz. Her ülkenin nüfus sayısının iki katı civarında kitaba karşılık bu oran bizde çok düşüktür. İkincisi, kütüphaneye girer girmez insan huzur buluyor. Düzen, temizlik yanında, görevli güler yüzlü genç kızlar ortama apayrı bir hava kazandırıyor. Kütüphaneler tüm gün arı kovanı gibi işliyor. Haftanın belirli günlerinde yazarlar gönüllü olarak kütüphanelere gelip okuma matineleri yapıyorlar.
Ali Emiri diyor ki, “Lamba ışığında kitap okuyarak sabahlardım.”