Hangi Rektör ‘Partili’ değil ki?

Necmettin Çalışkan, “Hükümette tablo aynen devam ediyor. Özellikle 12 Eylül’ün ortaya çıkardığı YÖK’ün nasıl bir nimet(!) olduğunun farkına varan iktidar, bu kurumu son zerresine kadar bir tahakküm ve ideoloji aracı olarak kullanmaktan imtina etmiyor” dedi, ama sordu da… Eski AKP Milletvekili Aday Adayı Prof. Melih Bulu’nun, Cumhurbaşkanı kararıyla Boğaziçi Üniversitesi’ne Rektör olarak atanmasının ardından başlayan […]

Necmettin Çalışkan, “Hükümette tablo aynen devam ediyor. Özellikle 12 Eylül’ün ortaya çıkardığı YÖK’ün nasıl bir nimet(!) olduğunun farkına varan iktidar, bu kurumu son zerresine kadar bir tahakküm ve ideoloji aracı olarak kullanmaktan imtina etmiyor” dedi, ama sordu da…

Eski AKP Milletvekili Aday Adayı Prof. Melih Bulu’nun, Cumhurbaşkanı kararıyla Boğaziçi Üniversitesi’ne Rektör olarak atanmasının ardından başlayan protestolar sürüyor. Atanan Rektörü ‘kayyum’ olarak nitelendiren öğrenciler ve akademisyenler ise üniversitenin özerk yapısını koruma mücadelesi veriyor.
Yaşanan tartışmalı tabloyu değerlendiren isim, Saadet Partisi’nin Hatay’daki deneyimli ve etkili ismi, Partinin Genel İdare Kurulu (GİK) üyesi Doç. Dr. Necmettin Çalışkan oldu. “Ülkenin değişmez sorunları; pandemi, ekonomi, eğitim ve adalete ilaveten, şimdi de Boğaziçi sorunu çıktı” diyen ve “İmam-hatip mezunu öğrenciler bu ülkede asker ve polis olamazken, bugün çokça şikâyet ettiğiniz mülakatlarla onların canına okurken neredeydiniz? Sus-pus olmuştunuz. Yasa bu dediniz” değerlendirmesini yapan Çalışkan, tespitlerini ara başlıklar halinde şöyle sürdürdü:
-UNUTULDU!-
Aldığı üç-beş kuruş zamla evindeki boğazları doyurmaya çalışan işçi, memur ve emekli unutuldu. Gündeme, Boğaziçi’ne atanan rektör oturdu. Yıllarca YÖK’ün kapatılması en önemli vazifeydi, hatta cihat gibi telakki ediliyordu. Muhalefette iken gür sesle dillendirilen her şey, iktidar olunca, gerisin geri fabrika ayarlarına döndü. İktidar nimetlerine kavuşan “bizim mahalle”nin hızlı adamları, bir anda, sonuna kadar devletçi ve milliyetçi oldu.
Gelinen noktada “ümmet bilinci”nden eser kalmadı. Söylemler, dini-etnik noktalarda birleşti. Muhalefet ne derse desin, nasıl eleştirirse eleştirsin, eleştirilerinde haklı-haksız da olsa, “ezanı susturamazsınız, bayrağı indiremezsiniz, ülkeyi böldüremezsiniz” diye bağırıp duruyorlar. “Bunlar ne diyor” diye soran yok. Dahası, biraz sivri bir laf edilirse de, terörist suçlaması geliyor peşi sıra. Memleketi ve devleti kendileriyle özdeşleştirmiş durumdalar.
Hükümette tablo aynen devam ediyor. Özellikle 12 Eylül’ün ortaya çıkardığı YÖK’ün nasıl bir nimet(!) olduğunun farkına varan iktidar, bu kurumu son zerresine kadar bir tahakküm ve ideoloji aracı olarak kullanmaktan imtina etmiyor.
KRİTERLER!-
Gelelim Boğaziçi Üniversitesi’ne yapılan rektör atamasına… Konuya tarafsız bir gözle iki yönden bakmak, adil olur.
İktidar kanadı açısından savunma; her şey kanuna ve yönetmeliğe uygundur. Atanan şahıs, rektörlük şartlarının hepsine sahiptir. Atanan rektörün, bu görevi yerine getirebilecek asgari bir kimliğe sahip olup-olmadığı yönünde bir tartışma zaten söz konusu değil. İktidar için bu atama, iktidarın tahakkümünün ne kadar genişlediğinin bir ilanı olarak, tahrik edici bir meydan okumaya dönüştü. Listeye konmayan aday adaylarına yeni istihdam alanı oluştu, bir çeşit KİT olarak kullanılıyor.
-PARTİLİ!-
Ülkemizde, bunun birçok örneği bulunuyor. Seçim zamanı gelince hemen eline dilekçesini alıp seçim kurullarına koşan atanmışlar, bunu, bir terfi manevrası olarak kullanılıyor. Tepkilere bakarsanız, karşı tarafın bunu böyle algıladığını da görürsünüz, ancak abartıyorlar. Partili Cumhurbaşkanı oluyor da, Partili Rektör neden olmasın. Burada tartışılması gereken konu, rektör atamasından ziyade, ülkenin yönetilme tarzı olmalıdır.
Şimdi, bu konuda çokça şikâyet eden kesimlerin geçmişine bakılırsa, onların da bu işte suç ortağı oldukları ve dosyalarının kabarıklığı görülecektir. Neden mi?
-DEĞİŞEN NE?-
Bu memlekette, zamanında, üniversite kapılarında başörtülü kızlar polis copuna maruz kalırken, saçlarından sürüklenerek kapı dışarı atılırken, bugün kelepçe vurulan o kapılar yüzlerine yine polis tarafından kapatılırken, neredeydiler acaba? Bir laf, bir sitem, bir tıkırtı duyuldu mu? Hayır.
İkna odaları ile üniversiteleri kendi arka bahçeniz haline siz getirdiniz. Aynanın karşısına geçip, şimdiki rektör atamalarından sizin de sorumlu olduğunuzu kabullenin. Seçimden bahsediyorlar. Seçimle gelmesi gereken rektörü atamak yerine, ondan daha az oyu alan kişinin atandığı zamanlarda Cumhurbaşkanı kimdi? “Dur ne yapıyorsun, bu adil değil” dediniz mi? Hayır. İmam-hatip mezunu öğrenciler, bu ülkede asker ve polis olamazken, bugün çokça şikayet ettiğiniz mülakatlarla onların canına okurken, neredeydiniz? Sus-pus olmuştunuz. Yasa bu dediniz.
-ÖZGÜRLÜKLER!-
Özgürlükler evrenseldir. Ne sağ, ne de sol ideolojilere has kurumlar değildir. Evet, şimdi rektöre karşı olayı partililik üzerinden seslendiriyorsunuz. Rektörün siyasi kimliğini bir yana bırakıp, onun akademik ve yönetimsel yeterliliği üzerinden bir savunmaya geçiniz. Bu, ileride oluşabilecek kısır döngülerin de, adil olmayan işlerin de önüne geçmek için bir basamak olacaktır. Zira hangi rektör partili değil ki? Tamer Yazar

Exit mobile version