Yayman, ilimizin 350 bin Suriyeliye ev sahipliği yaptığını, bugüne kadar büyük sorunlar çıkmadığını vurguladı …
Ak Parti Hatay Milletvekili ve Tanıtım-Medya Başkan Yardımcısı Doç. Dr. Hüseyin Yayman, yaygın medyaya yönelik verdiği bir demecinde, Hatay’a Nobel Barış Ödülü verilmesinin gerekliliğine vurgu yaptı.
Hatay’ın Suriye’deki iç savaştan çok etkilendiğini, yaranın kanayan ucunda yer aldığını Hürriyet Gazetesi’ndeki demecinde belirten Milletvekili Yayman, “Hatay’da çok sayıda Suriyeli misafir var. Bunların barınması, beslenmesi, gündelik hayata oryantasyonu ciddi problemler yaratıyor. Hatay şu anda 350 bin Suriyeliye ev sahipliği yapıyor ve çok şükür büyük sorunlar çıkmadı. Bu rakam dahi tek başına Hatay’a Nobel Barış Ödülü verilmesi için yeter sebeptir” dedi.
Suriye meselesinden en çok etkilenen şehirlerin başında geldiğimize değinen Yayman, “Hatay bir medeniyetler şehridir. Farklı kültürlerin, inançların, kimliklerin bir arada kardeşçe yaşadığı örnek şehirdir. Bu anlamda Suriye’ye de dünyaya da model olacak bir pratiğimiz var. Şu anda Ermeni, Ortodoks, Musevi, Sünni, Alevi, Nusayri ibadetlerini yan yana yapıyor. Hiçbir sorun yaşanmıyor. Herkes herkese saygı duyuyor. Birlikte yaşama modelinin en canlı yerlerinden biri Hatay’dır. Hataylılar artık Suriye meselesinin çözülmesini arzu ediyorlar” açıklamasında bulundu.
-Türkiye’de rejim değişmedi-
Adalet, kalkınma, hürriyet, refah söylemlerinin bugünkü sahibinin AK Parti olduğunu belirten Milletvekili Yayman, partilerinin çok eleştirildiğini, bunların normal olduğunu ifade etti ve demecinde şunlara yer verdi:
“Türk siyasal hayatı bir darbeler tarihidir. Her mücadele sancılı olur. Ülkemiz her 10 yılda bir darbelerin yaşandığı, siyasal yasakların, idamların olduğu bir düzenden bugüne geldi. Eksikler yok mu, tabii ki var. Gündelik siyasetin içinde problemler olur ama ben Türkiye’nin önünün aydınlık olduğunu düşünüyorum. Çok büyük hatalar yapmadığımız sürece Türkiye ekonomisiyle, insan kaynağıyla, heyecan verici hikâyesiyle parlak bir geleceğe doğru yol alıyor. Şimdi yeni bir yolun başlangıcındayız.
Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunmaz diye güzel bir söz var. Türkiye’de rejim değişti diyenler bir tek kanıt gösteremezler. Başkanlık sistemi uzun bir arayış sonunda gelmiştir. Merkez sağdaki tüm liderler başkanlık sistemini istediler. Demirel, Özal, Türkeş, Erbakan, Muhsin Yazıcıoğlu başkanlık sistemini savundular. Çünkü bizim güçlü bir yönetime ve kalıcı istikrara ihtiyacımız var. Türkiye yönetilmesi zor bir ülkedir. 2017 Cumhurbaşkanlığı Referandumu yapıldığında Cumhuriyetimiz 94 yaşındaydı. Fakat 65 hükümet kurulmuştu. Geriye yaslanın ve az düşünün lütfen. 15 ayda bir başbakan değişmiş. Böyle bir düzende istikrardan, büyümeden, ileri bir yürüyüşten bahsedilebilir mi?
Şimdi ilk defa ülkeyi beş yıllığına yönetecek güçlü bir başkan var. Seçimler beş yılda bir olacak. Artık yüzde 51 oy alabilmek için geniş toplum kesimleriyle güvene dayalı bir sözleşme imzalamanız gerekiyor. Parlamenter sistemde koalisyon partiler arasında kuruluyordu, şimdi milletle kuruluyor. Seçilen başkan, beş yıl sonra toplumun önünde hesap verecek. Eğer yanlış yaparsa gidecek, yerine başka bir başkan ve hükümet gelecek.
Bütün bu toplumsal ve siyasal kritikler, AK Parti’mizin içinde de yapılıyor. Biz özgüvenli bir siyasi hareketiz. Tabii ki 2007’de öncelikler başkaydı. Bugünkü öncelikler başka. Dünyada da durum böyledir. 15 Temmuz’da F-16’ların uçtuğu, tankların insanların üzerine sürüldüğü, TBMM’nin bombalandığı, 250 şehidimizin olduğu büyük bir darbe girişimini yaşadık. Böyle bir atmosferde tabii ki Türkiye’nin öncelikleri değişmiştir. Doğal olarak demokrasiyi ve devleti koruma duygusu öne çıktı. Bu bir ontolojik ihtiyaçtı. Cumhurbaşkanımızın BM’de yaptığı konuşma, Amerika ve Almanya ziyaretleri Türkiye’nin özgül ağırlığını ve pilot rolünü bir kez daha gösterdi.
Öncelikli gündemimiz refahı büyütmek …
AK Parti programını değiştirmedi. Toplumsal ve siyasal koşullar değişti. Türkiye’nin öncelikleri değişti. AK Parti de bir parça kendi gündeminin dışına çıktı, şimdi Cumhurbaşkanlığı sisteminde yeniden otobanda olacak. Yeni dönemde üç önceliğimiz var. Öncelikli gündemimiz refahı büyütmek. Kişi başına geliri 20 bin dolara çıkardığımızda sorunlarımız kendiliğinden küçülecek. Türkiye büyürse sorunları küçülecek. O zaman demokrasimiz de daha az tehdit altında olacak. İkincisi, reformlarımızın kurumsallaşması ve AB meselesi. Daha önce Cumhurbaşkanımızın ifade ettiği gibi bunun adı ister Kopenhag kriteri, ister Ankara kriteri olsun, Türkiye’nin yeni toplumsal sözleşmesinin kriterlerinden biri de budur. Gündelik hayattan şehircilik meselesine, din-devlet ilişkisinden birey-devlet ilişkisine parti programımızda yazan hedeflerimize ulaşmamız lazım. Bizim bu hedefleri gerçekleştirebilecek kurmay zekâmız var.”
-Reformculuk AK Parti’nin karakteridir-
Yeni Türkiye umudunun, bu milletin hayallerini ifade ettiğini belirten Milletvekili Yayman, insanların politik tercihlerde bulunurken umuda, geleceğe ve bir ütopyaya oy verdiklerini bildirdi ve şunlara değindi:
“Kamuoyunda bilinenin aksine kara propaganda karşılık bulmuyor. Umudu yeşerten, insanımıza güven veren ‘yeni Türkiye’ vaadimiz ise heyecan yaratıyor. 24 Haziran seçim kampanyamızda yeni bir toplumsal sözleşme vaadimiz bu anlamda önemliydi.
Yeni toplumsal sözleşme, birey-devlet, birey-toplum ilişkilerini ve devleti yeniden yapılandırmayı kapsıyor. Başka bir anlamda ‘yeni Türkiye’ sözcüğü bir arayışın, bir hayalin, bir yolculuğun hikâyesidir. Refahı büyütmek. Hürriyetleri büyütmek. İnsan onurunu büyütmek. Yani, Şeyh Edebali’nin Osmangazi’ye öğüdü gibi ‘İnsanı yaşat ki devlet yaşasın’ felsefesi.
Türkiye’de ilk defa kimliklerin üzerindeki baskıların kalkması, inkâr ve ret politikalarının son bulmasını söyleyebilirim. Biz buna ‘sessiz devrim’ diyoruz. Sadece kamusal alandaki dini düzenlemeler değil, sahada devrim sayılacak pek çok reform yapıldı. Neredeyse 10 Alevi çalıştayı yapıldı ve insanlar bu çalıştaylarla ilk defa kendi kimliklerini ifade etmeye başladılar. ‘Milli Birlik’, ‘Kardeşlik’ ve ‘Açılım’ toplantıları yapıldı. Gayrimüslim vatandaşlarımızın vakıflarıyla ilgili devrim sayılacak adımlar atıldı.
İnsan yaşarken tarihin öznesi olduğunun farkında olmaz. Somut bir örnek vermek gerekirse, Leonardo da Vinci ile Michelangelo Floransa’da kol kola girip, ‘Hadi gel, Rönesans’ı başlatalım’ demediler. Onlar sanatta, mimaride, edebiyatta yeni bir dönemi başlattılar ve yaşarken bunun büyük bir aydınlanma olduğunun farkında bile değillerdi. Daha sonra gelenler buna ‘Rönesans’ dediler. Bu tanımlama bizim partimiz için de geçerlidir. AK Parti’nin reformlarının tarihselliğini biz yaşarken tam olarak anlayamayız. Bunun hükmünü tarih verecek. Reformculuk AK Parti’nin karakteridir. Muhafazakâr siyasetin temel prensiplerinden biri süreklilik içinde değişimdir. Fakat aynı ırmakta iki kere yıkanılmıyor. 2009’un koşulları farklıydı, bugünün koşulları farklı. AK Parti’nin 18 yıllık iktidarında yeni bir birey ve yeni bir sosyoloji ortaya çıktı.”
Mehmet ÖZGÜN