Hatay’ın Samandağ ilçesinde zeytinlikler, narenciye bahçeleri ve kültürel zenginliğiyle bilinen köyler, “kamulaştırmasız el koyma” adı altında yok olma tehdidi altında. Bu süreç sadece doğayı değil, özel gereksinimli bireylerin yaşam koşullarını da derinden etkiliyor.
Samandağ’da sessiz bir çöküş: “Zeytin ağaçlarının gölgesinde bir yaşam tehdit altında”
Hatay’da depremin ardından geçen iki yıl, yalnızca yıkımı değil, köy hayatının sessizce çözülmesini de beraberinde getirdi. Özellikle Samandağ’da, aralarında Türkiye’nin son Ermeni köyü Vakıflı’nın da bulunduğu Alevi, Sünni, Hristiyan yerleşimleri “kamulaştırmasız el koyma” işlemleriyle karşı karşıya. Zeytinlikler, defne ağaçları ve narenciye bahçeleri, hukuki dayanağı tartışmalı adımlarla el değiştirme sürecine girdi.
Hukukun sınırında bir uygulama mı?
Çevre Hukukçusu İsmail Hakkı Atal, bu uygulamayı şöyle tanımlıyor: “Normal şartlarda bir taşınmaza devlet müdahalesi, kamulaştırma yoluyla yapılır. Ancak burada mülk sahibinin haberi bile olmadan işlem yapılıyor. Bu durum, hukuki olmaktan çok keyfi bir uygulama anlamına geliyor.”
Zeytinliklerin tapuları sistemden düştü
Samandağ’da yaşayan birçok yurttaş, birkaç gün içinde cep telefonlarına gelen mesajlarla sarsıldı. “Tapularınız iptal edildi” mesajları sonrası vatandaşlar, dededen kalma topraklarının ellerinden alındığını öğrendi. Dikmece ve Hıdırbey gibi köylerde yaşayanlar, topraklarını kaybettikleri gibi geçim kaynaklarını da yitirmenin eşiğinde.
Sağlık hizmetleri çöktü, gelişim geriliği başladı
Hıdırbey köyünde yaşayan bir anne, serebral palsi hastası çocuğunun gelişim sürecinin durduğunu ifade ediyor. Deprem sonrası çadır ve konteyner yaşamı, özel bakıma muhtaç çocuklar için büyük bir engel haline geldi. Fizik tedavi, hijyen, özel alan gibi ihtiyaçlar sağlanamadı. Anne şöyle anlatıyor:
“Fizik tedaviye ara verince oğlumun gelişimi durdu. Oynadığı toprak, yürüdüğü bahçe, kedilerle iletişimi bile onun için bir tedavi yöntemiydi. Şimdi hepsi tehlikede.”
Tekerlekli sandalyesiyle toprakta yaşamak istiyor
Aile, elden alınan tapuların sadece birer belge olmadığını, çocuğun yaşam hakkına doğrudan müdahale anlamı taşıdığını söylüyor. Çünkü Deniz’in yaşadığı ev, onun hastalığına uygun şekilde inşa edilmiş. Taşınmak, bu çocuğun hem sağlığını hem psikolojisini tehdit ediyor.
Köy kimliği yok olma tehlikesiyle karşı karşıya
Samandağlılar, bölgeye yapılması planlanan TOKİ projelerine sert tepkiler gösteriyor. Çünkü bu projelerle birlikte yalnızca evler değil, komşuluk ilişkileri, kültürel yapı, ortak yaşam alanları da tarihe karışacak. Bir yurttaş, “Biz burada Hristiyan, Alevi, Sünni birlikte yaşıyoruz. Bu sadece bina değil, yaşam biçimi meselesi,” diyor.
“Bize para değil, komşularımız lazım”
Yurttaşlar, devletin sunduğu bedellerin bir karşılık taşımadığını savunuyor. “Komşuluğu, bahçedeki ağacı, çocukluğumun sokağını parayla satın alamam” diyerek direniyorlar. Çünkü tarım ve turizm bu köylerin geçim kapısı, sadece ev değil, yaşam alanı.
Bir konteynerde altı hayat, bir kayıp
Bir aile, 21 metrekarelik konteynerde altı kişi yaşamak zorunda kaldı. Anne, kayınbabasının bu sıkıntıya dayanamayarak hayatını kaybettiğini dile getiriyor. “Adam nefes alamadı” diyerek yaşadıkları zor süreci anlatıyor.
Evler tadilatla kurtuldu ama topraklar gitti
Bazı aileler kendi imkanlarıyla evlerini onarıp dönmüş olsa da, şimdi bu evlerin tapuları iptal edilmiş durumda. Ailenin bir ferdi, “Yurtdışından gelen kardeşim ev yapmak istiyordu ama tapu düştü. Artık hiçbir şey yapılamaz,” diyor.
Medeniyetler beşiği yok mu oluyor?
Samandağlılar yaşadıklarını “bir doğa savaşı” olarak nitelendiriyor. Vakıflı’dan Hıdırbey’e kadar uzanan bölge, binlerce yıllık geçmişiyle UNESCO Dünya Mirası olmaya aday bir yer. Ancak bu yapıların altında kalma riski, hem doğayı hem kültürü tehdit ediyor.
Turizm ve tarımın kalbi atıyor, ama ne kadar sürecek?
Zeytinlikler, gastronomi köyleri, üç bin yıllık Musa Ağacı… Bu zenginliklerin tam ortasına beton blokların dikilmesi, sadece bugünü değil, yarını da yok edebilir. Bir yurttaş şu sözlerle özetliyor:
“Bu savaş kazanılırsa sıradaki adım UNESCO olur. Kaybedilirse sadece ev değil, tarih gider.”
“Devlet bizi dinlemeli, bu topraklar bizim geleceğimiz”
Yurttaşlar, devletin hazine arazilerini kullanarak ihtiyaç sahiplerine konut sağlamasını savunuyor. Ancak kendi topraklarının elinden alınmasına karşı çıkıyor. Bir anne şu çağrıyı yapıyor:
“Ben engelli çocuğumu nereye bırakıp gideyim? Ailemden, toprağımdan ayrılmam. Devlet bunu görmeli ve topraklarımızı geri vermeli.”