6 Șubat 2023 depremin en ağır hasar ve acı Hatay’da yaşandı. Yerle bir olan kentte insanlar evlerini, işlerini ve sevdiklerini kaybettiler. Göç etmek durumunda kaldılar. Ekonomik ve sosyal olarak statüleri değişti. Yaşadıkları dehşet karşısında yoğun bir çaresizlik hissettiler. Afet sonrası ilk tepkiler şok ve üzüntü olsa da zaman ilerledikçe korku, kaygı, keder, yılgınlık, endişe, öfke ve umutsuzluk gibi güçlü duygular görünür olmaya başladı.
Evin yıkılmış. Nasıl olmuşsa sen sağ kalmışsın. Ne yapayım öyle sağ kalmayı? Karım, çocuklarım enkazın altında. Evin yok, ocağın yok, yoldaşın yok. Ertesi gün gitmiş, oğlunun, kızının cenazesini almayı veya kendi imkanlarınla enkazdan çıkarmayı başarmışsın. Arabanın bagajına koymuşsun. Ya da motosikletinin önüne, kefeniyle birlikte. Nasıl bir yük bu? “Șükür kavuştuk” demişsin. Nasıl bir kavuşmak? Cenazeye ulaşıp toprağa verebilmek bir “kavuşma” idi. Meğer Cahit Sıtkı’nın deyişiyle, “taht misali o musalla taşında”, bir namazlık saltanat“ ne büyük lüksmüş! Var mıydı aklında böyle bir şey, arabayı satın alırken? Eve mi gidiyoruz? Ev yok ki! Ya da kabristan. Nasıl bir sağ kalmak bu? Beş yıllık, on yıllık, yirmi yıllık aralarla gelen, yıkıp geçen, bizlerin de siyasetçilerimizin de inat edip ders alamadığı için de kahroluyoruz.
Akılla değil duyguyla, bilimle değil cehaletle, bilinçle değil hurafe ve önyargıyla, yasayla değil kısa vadeli çıkarla, planlamayla değil günü kurtaran tercihlerle davranmanın sonuçlarını yaşıyoruz. Önce AKP, ardından AKP ve MHP iktidarları, bu toplum tabanının bilimsel eğitim, yani hem bilgi hem de laik ahlaktan koparak dinle uyuşturdu, avantacılığı artırdı, cehaleti özenle yayarak seçmen kitlesini genişletti. Cehalet, bağnazlık, kötülük üçlüsü, örgütlü ve kurumsal. Birbirlerini besliyor, birbirinden besleniyor. Geliışmış toplumlar ve bireyler, başkalarının başına gelenlerden ders alırken; daha az gelişmış olanlar, kendi yaşadıklarından ders çıkarırken; gelişmemiış olanlar, ne başkalarının yaşadıklarından ne kendi yaşadıklarından ders alabiliyor.
Hatay ilinin başta Antakya ve Defne olmak üzere birçok ilçesinde depremi yaşayanlar bugün unutulduklarını ve depremin artık gündemde olmadığını düşünüyorlar. Depremden sonra geçen 18 ay boyunca, ilk aylar çadırda kalan insanlar 21 metrekarelik konteynerlerde kalmaya devam ediyorlar. Geçici Yaşam Alanında yaşayan bir vatandaş gazetecinin reportajında yaşadıkları su sıkıntısından şikayetçi. Sıkıntı sadece su değil tabii barınmadan geçime konteyner kentlerde pek çok sorun var, ancak yaz olması nedeniyle çekilmez bir hal alan en önemli sorun temiz suya erişim. Su dışındaki sorunlarını da sıralıyor vatandaş: “Bir konteynerde 8 kişi kalıyoruz, sığmasak da mecburuz. Bir imkanımız yok, Evlerin çoğu yıkılmış Hatay’da ev kiraları çok yüksek, ev tutma imkanımız yok.”
Konteyner kentlerin kamp görüntüsünü andırır tecrit edilmiş tasarımları, altyapı problemleri, mahremiyetin kaybolması, güvenlik sorunları, çocuklar ve ergenler için sosyalleşme alanlarının olmayışı gibi deprem sonrası sorunlar açılan yarayı derinleştiriyor. Özellikle depremin ilk günlerinde yardımların gecikmesi, akut dönem geçtikten sonra toplumun kayıtsızlığı; kira yardımları, konteyner kent sorunları, binaların yeniden yapım süreci gibi çok sayıda belirsizliğin yaşanması öfkeyi besleyen kaynaklar olarak görünüyor. Dolayısıyla insanların toparlanması zorlaşıyor. Aynı zamanda toplum içindeki insanların birbirinden uzaklaşmasına neden oluyor. Oysa toplumsal birlik ve beraberliğin güçlenmesi, umudu kamçılar ve toplum ruh sağlığına iyi gelir.
Maalesef bu bağlamda Hatay’da depremi yaşayanlar için umut azalıyor. Sadece felaketler değil özellikle ekonomik koşulların zorlayıcılığı insanları umutsuzluğa sürüklüyor. Devletin esnafa biraz olsun sahip çıkmasını istiyor. “Esnafa hiçbir şekilde sahip çıkılmadı. Biz her şeyimizi kaybettik. Kendi imkanlarımızla bunları yaptık. Devlet hiçbir şekilde bize yardımcı olmadı ki, elimizden hiç tutmadı. Demedi yani bunların dükkanı gitti, akrabası gitti, eşi gitti, dostu gitti. Her şeyi geçtik. Maddiyat olarak bile bir şey yok. Her şeyimiz gitti. Bütün hepsini gömdük yani. Dedik ayakta kalalım en azından. Şimdi bir şekilde yapıyoruz ama nereye kadar? Küçük esnafı düşünmüyorlar, sermayeyi düşünüyorlar. Her şey sermaye için. Direkt işte büyük balık küçük balığı yutar, o hesap oluyor…” diyorlar. Depremin üzerinde geçen bunca zamanda sorunlarının bir türlü çözülmediğine vurgu yapan bir başka vatandaş, iktidar yöneticilerinin ‘Depremzedelerin sorunlarının çözüyoruz’ sözlerinin samimi olmadığını dile getiriyor: “Gelin bizim yaşadığımız durumu bir çekin, eğer iktidar yapıyorsa bizim halimizi bir görsün. Senin benim gibi insanlar var orada, kimileri her tür imkana rahatça erişiyor, biz banyo yapacak su bulamıyoruz.”
Kimi makamlarda oturmak, kimi nitelikleri taşımak, olanaklara sahip olmak, yetkilerle donatılmak değil, sağlıklı, başarılı, saygın ve güvenilir olmak önemlidir. Ayrılınca vicdan sahibi aranılır olmak, dost kazanmak yaşam kazananımların başında gelir. Yaşam karanlığı en büyük sorun, en büyük yıkım, en sakıncalı yitiktir. Acılar çekimi en güç duygu yarasıdır. Ayrılıklar, aldanışlar, çatışmalar, boşluklar, duymazlıklar, yitiklar, hastalıklar, güçlükler, zorlamalar yaşam karanlıklarıdır. Yalınız bu bağlamda sürekli kan yitimi ve sargısız bir yaradır.
Hatay’da depremden sonraki yaşama, yaşadığımız günlere gereken değeri verdiğimizi söyleyemeyiz. Pişmanlıklar bir yaşam sargısı olmaz. Kusursuz insan da olmaz. Bazen farkında olmadan da ayrımcılık yapmış olabiliriz. Ceza hukukunda, bilerek ve isteyerek (kasten) işlenen suçlarla bilinçsiz taksir suçlarının yaptırımları farklıdır. Bunun gibi farkında olmadan yaptığımız ayrımcılık, kasten yapılan ayrımcılık gibi ağır bir suç olmasa da insani, psikolojik, sosyolojik ve ekonomik olumsuz sonuçları vardır. Yol açtığımız zararları bir an önce telafi etmek, yitirilen umudu ve bozulan yaşam huzurunu yeniden sağlamak insani, vicdani sorumluluğumuz olduğu gibi, yönetim sorumluluğumuzun da gereklerindendir.
Pof. Dr. Garip Turunç – Bordeaux (Fransa) Üniversitesi ve İstanbul Galatasay Üniversitesi Em. Öğt. Üy.