Bugün, 7 Temmuz 2025, son depremde yılmış tarihi Hatay’ın anavatana dahil edilmişninin 86. yılı. 7 Temmuz 1939’da TBMM’de çıkarılan bir yasayla Hatay ili kurularak anavatana dahil edilmiştir.
2 Milyona yaklaşan nüfusuyla (Depremden önce) Türkiye’nin 10. büyük ili olan Hatay, dünyanın en eski yerleşim alanlarındandır. Hatay ve yöresi, binlerce yıllık uygarlık eserlerini bağrında saklayan, çeşitli uygarlıkların izlerini kesin ve derin çizgileriyle koruyan bir müze gibidir. Nitekim yapılan arkeolojik kazılar bu konuda çok önemli delilleri ortaya çıkarmıştır.
Hatay ilinin merkezi olan Antakya, bütün dinleri, kültürleri bir arada barındıran dünyanın en eski yerleşim birimlerinden bir kent. Şehre ilk yerleşenlerin Hatti topluluğu olduğu düşünülmektedir. Seleucus krallarına (milattan önce 305-280) başkentlik yapmış (şehrin adı da Seleucus’un babası olan Antiochus’tan gelmekte), Roma çağındaki ihtişamı dillere destan olmuş, imparatorluğun üç büyük metropolünden biri olarak imparatorların gözdesi olan ve bir zamanlar “Doğunun Kraliçesi”/“Tanrı Şehri” lakablarıyla anılmış olan Antakya, bu kültür mozaiği içinde bugünlere kadar gelerek kendini kanıtlamıştır. Bu yüzden UNESCO tarafından “Barış Kenti” olarak seçilmiştir.
Hatay’da bugün kendini Arap Alevisi (Nusayri) olarak tanımlayan grubun içinde de “tarihsel asli kimliği” Arap olanlar olduğu gibi Sümer Türk’ü, Horasan Türk’ü ve Eti Türk’ü olanlar da çokça bulunmaktadır. Halep Salnameleri, Antakya Kilisesi kayıtları, Mesudi, Taberi, İbni Havkal, İbni Batuta ve Tarsusi gibi Arap tarihçileri bu gerçeği belirtmekte, Selçuklu ve Bizans arşivleri ile Osmanlı tahrir defterleri de doğrulamaktadır.
Hatay iline ilk yerleşen Türkler M.Ö. 4.000 yılında Sümer Türkleridir. Atatürk‘ün Cihan Harbi’nde işgale uğrayan Hatay için söylediği “Kırk asırlık Türk yurdu düşman elinde esir kalamaz.” sözü de bu tarihi gerçeğin bir ifadesi olmuştur.
Hatay’a yerleşen sonraki Türk boyu ise Atatürk‘ün de ifade ettiği gibi Eti Türkleridir.
Hatay bölgesine Türkmenlerin gelişi ise ilk defa Abbasiler (750-1258) zamanında olmuştur. Bizanslılar zamanında Türkmen sayısı oldukça artar. Çünkü 1256-1265 yılları arasında Moğol Hükümdarı Hülagü‘nün saldırısıyla Anadolu’da katliama uğrayan 40 bin otağdan fazla Türkmen, bir Kıpçak Türk’ü olan Memlük Hükümdarı Baybars tarafından himaye altına alınır. Hatay’ın yeniden canlanması, Antakya surlarının tamir edilmesi, camilerle donatılması, liman inşası ve kentin İslamlaşması Baybars zamanında olmuştur.
1467-1487 yılları arasında bu bölgeyi gezen L. d. Broguiere adlı seyyah, Batılıların tehcir öncesinde bölgede azınlık olarak bulunan Ermenilere dayanarak Ermenistan adını verdiği bu bölgeyi “Türkmenistan” diye adlandırmış, buranın merkezi olan Antakya kentinde de Türkmenlerin oturduğunu belirtmiştir.
Cihan Harbi’nde Ermeni destekli Fransız işgaline uğrayan Hatay Türkleri büyük mücadele vermiştir. Fransızlar, bu yörelerdeki Osmanlı askeri yönetimine henüz el koymadıklarından, çetelere karşı Osmaniye’den Jandarma Subayı Çerkez Mithat’ı getirirler ve 150 jandarma ile çetelerin takibine gönderirler. Çerkez Mithat komutasındaki Fransız askerleri bugün Payas’ın bir mahallesi olan Kürtül köyünü işgal ederek çetecilerin teslim edilmesini ister. Köylü bu isteği kabul etmeyince ceza olarak 500 altın ödemek zorunda bırakılır. Fransız jandarmanın köyden ayrılması üzerine köylüler kalan mallarınını da elden çıkarıp silahlanarak dağa çıkarlar. Fransızlara ve Ermenilere karşı toplu direniş için artık her şey hazırdır.
TÜRK MİLLİ MÜCADELESİ’NDE DÜŞMANA İLK KURŞUN HATAY’DA ATILMIŞTIR
Cihan Harbi’nin 30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi’yle sona ermesinin ardından başlayan Türk Kurtuluş Savaşı’mızda, ülkemizi işgale yeltenen devletlere karşı ilk direniş ve ilk kurşunun ne zaman, nerede ve kim tarafından atıldığı hususunda araştırma yapan araştırmacı-yazar Mehmet Tekin ve yine Hatay konusuna eğilen eğitimci-yazar Kadir Aslan‘ın bulgu ve bilgilerinin ışığında Genelkurmay Başkanlığı Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı (ATEŞE) arşivindeki belgelerle de birlikte ilk kurşunun Hatay’ın Dörtyol İlçesi, Karakese Köyü yakınındaki Özerli Çayı kenarında Kara Hasan, Mehmet Kara ve çete arkadaşlarınca 19 Aralık 1918 tarihinde sıkılmış olduğu kesinleşmiştir.
Düşmana ilk kurşunu sıkan çetenin lideri Mehmet Kara’nın kısa bir süre sonra ölmesiyle bu çete içinde yer alan Kara Hasan‘ın Hatay Milli Mücadelesi’ne aynı hızla devam ettiğini görüyoruz. Zira Ermeniler ilk kurşundan sonra intikam almak için Özerli köyüne hınçla saldırmış ve birkaç Türk’ü öldürmüşlerdir. Bu olay üzerine çete liderliğini üstlenen Karaçaylı (şimdiki Yeşilköylü) Kara Hasan, Hatay Milli Mücadelesi’nde kilit adam rolünü üstlenmiş ve yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve vatanın kurtarıcısı Mustafa Kemal Paşa‘yla tam bir dayanışmada bulunmuştur. Mustafa Kemal Paşa’nın Hatay’a ve Hatay davasına verdiği önem ve değerin bir uzantısı da ilk kurşunda görev alan Kara Hasan Paşa’nın şahsında Hatay için görülmektedir.
20 Ekim 1921’de imzalanan Ankara İtilafnamesi, Türkiye ile Suriye arasındaki sınırı Payas-Kilis hattından çizmişti. Bu çizgi, Dörtyol ve Hassa’yı Türkiye’de, İskenderun, Antakya, Kırıkhan, Reyhanlı, Yayladağı, Samandağ ve Altınözü ilçelerini Fransız işgali altında bırakıyordu. Ancak Misak-ı Milli ile sınırlarımız içinde kalmış olmak Hataylılar için tek güvence ve mücadele kaynağı oluyordu.
Bu bölgede çeteler ve reisleri Kara Hasan olmasaydı Fransızlar Ankara İtilafnamesi’ne yanaşmayabilirdi ya da en azından koşullar aleyhimize çok farklı olabilirdi.
Kara Hasan, Atatürk’ün sevdiği, takdir ettiği bir çete reisi olmuştur. Zira Kara Hasan, 1922 yılının Ocak ayından sonra dağlardan inip köyüne çekilmiş; emrindeki katır, silah, yemek kazanları, yatak ve benzeri gibi çeteye ait bütün levazımatı Dörtyol’daki askeri birliğe teslim etmiştir.
Okur yazar olmamasına karşın namuslu bir kurmay subay gibi davranması, Atatürk’ün de hoşuna gitmiş ve Atatürk ona hitap ederken “Paşa” diye seslenmiştir. Atatürk, 1925-1926’da Dörtyol’da Kara Hasan Paşa‘yı bizzat ziyareti sırasında böyle mütevazı ve hatta yoksulluğa terk edilmişliğini görünce ona 25 dönüm kadar narenciye bahçesi tahsis ettirmiş, 1931 yılında da bahçesini gezerek kahvesini içmiştir.
Atatürk’ün onu böyle onurlandırmasında vatan tehlikeye düştüğünde göreve koşan, düşmanın yüreğine korku salan, savunduğu beldeyi düşmana “iğneli beşik” yapan ve görevi bitince de hiçbir şey olmamışçasına sessizce köşesine çekilerek hiçbir istekte bulunmayan tipik Türk yiğitlerinden biri olarak görmesinin önemli bir rolü olsa gerektir. Kara Hasan Paşa, Başçavuş Çerkez Ethem gibi ne oldum delisi olmamış, Atatürk‘e ihanet etmemiş, düşman safına geçip Türk ordusuna kurşun sıkmamış, mütevaziliği de hiçbir zaman elden bırakmamıştır. Bu mütevazi yiğit Türk’ün anısına şu anda Dörtyol-Yeşil Beldesi’nde “Hasan Paşa İlkokulu” bulunmaktadır.
23 TEMMUZ HATAY’IN KURTULUŞU
10 Aralık 1936’da Ankara Palas’ta katıldığı bir toplantıya Fransız sefiri Mösyö Henry Ponsot‘u sonradan çağırtan Atatürk, “Gerekirse Cumhurbaşkanlığından ayrılıp silaha kuşanarak Hatay’a dayanırım. Türk milleti elbet arkamdan gelecektir.” diyerek Fransa’ya restini çeker.
Atatürk, 21 Aralık 1937’de de Ankara’da kabul ettiği Suriye Başbakanı Cemil Mardam‘a ”Hatay meselesi benim için namus meselesidir. Hatay’ı kurtaracağım. Katiyyen bırakmam. Bunun için en büyük tehlikeyi bile göze aldım.” diyecektir.
Fransızların diplomatik oyalama taktiklerine kızan Atatürk 4 Temmuz 1938’de Türk ordusuna harekat emri verir. Kurmay Albay Şükrü Kanatlı komutasındaki öncü birlikler Hatay’a girince coşkuyla karşılanır ve Fransa aynı günü anlaşma talebinde bulınur.
Atatürk‘ün hem diplomatik hem askeri alandaki kararlı duruşu sonuç vermiştir.
2 Eylül 1938’de Hatay Cumhuriyeti’nin kuruluşunu gören Atatürk‘ün Hatay’ın Türkiye’ye katıldığını görmeye ise ömrü vefa etmemiştir.
Hatay, Fransız egemenliğinden kurtularak Anavatan’a katılma yolundaki ilk dönemeci 22 Mart 1939’da geçer.
Hatay’ın Türkiye’ye katılışı ise 29 Haziran 1939 günü gerçekleşir.
Hatay Devleti, Hatay Millet Meclisi’nin 29 Haziran 1939’da oybirliğiyle aldığı kararla Türkiye Cumhuriyeti’ne katılmıştır. 7 Temmuz 1939’da TBMM’de çıkarılan bir yasayla da Hatay ili kurularak anavatana dahil edilmiştir.
Böylece Atatürk’ün dediği gibi “Kırk asırlık Türk yurdu” anavatan Türkleriyle kucaklaşmış olur.
Bu şanlı yıl dönümümüzün verdiği milli his ve duygularla bir Hatay’lı olarak memleketimin ana vatana katılışını kutluyor ve bu milli dava uğrunda çaba harcayan; Başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları olmak üzere; Tayfur Sökmen’i, Abdurrahman Melek’i ve tüm isimsiz kahramanlarımızı saygıyla ve rahmetle anıyor; depremde büyük acılar yaşamış ve halen bu can kırığı’nı geçirmekte olan tüm Hataylı hemşerilerimizi sevgi ve saygılarımıla selamlıyorum.
DEPREMDE KAN KAYBI YAȘAMIȘ “HATAY YOĞUN BAKIMDA”
Sokaklarında cocukluk yaşlarımı geçirdiğim o civil civil kent son 6 Șubat depreminde yok olma noktasına gelmiş. Harbiye’nin ışıltısı, Defne’nin sıcaklığı, Antakya’mın bilgeliği, Samandağ’ın aile hissi yerini derin bir yasa brakmış. Koca kent yığılıp kalmış. Düşünebiliyor musunuz kentteki 323 bin 923 yapının, sadece 113 bin 761’i hasarsız kalabilmış. Yani 3 yapıdan sadece biri ayakta. Ölenlerin sayısını söylemeye dilim yetmiyor. Resmi rakamlara göre 25 bine yakın insan ölmüş.
Ayağa kalkmak, eski günlerine dönmek için iki buçuk yıldır can atıyor memleketim ama takadı kalmamış. Aradan bu kadar uzun bir zaman geçmesine rağmen ciddi sorunlar halen çözüm bekliyor. Hâlâ birçok bölgede enkazlar kaldırılmadı. Cumhurbaşkanı Erdoğan depremlerden sonra 31 Mart’ta yaptığı konuşmada; “319 bini 1 yıl içinde olmak üzere toplam 650 bin yeni konut yaparak depremzede vatandaşlarımıza teslim edeceğiz” dediği sözünün sadece yüzde 2.7’sini tutmuştu. İkinci yılda teslim edilen konut sayısı 201 bin. Yani yüzde 30. “Konut yapıldı, sorun çözüldü” anlayışı iflas etti.
6 Şubat’tan bu yana makûs talihini yenemeyen Hatay, bu son günlerde her ne hikmetse halkın zeytinliklerini korumak için direndiği bölgelerinde yangınlar çıktı. Alevlerin yeri göyü sardığı, ulaştığı her yeri yakıp kül ettiği, çok sayıda insanı evsiz bıraktığı dehşet verici görüntüler, deprem acılarını kıssa bir süre için de olsa unuturdu. Oysa, Hatay’da yaşanan “Asırın felaketi”, daha korkunç idi… Daha kaç yok oluş yaşayabilir Doğunun “Tanrı Şehri” Antakyamız ? Biliyorum hepimizin acı gerçekleri oldu, olacak belki de olmalı… Ama bir ömre bu kadar acı fazla dedirttiriyor bizlere…
Medeniyetler beşiği Hatay’ın yoğun bakımdan çıkması için büyük bir seferberliğe ihtiyacı var. Evet; “Hatay cesur bir ildir, mücadeleci bir halkı vardır. Ancak bu mücadelesinde devletini yanında görmek istiyor”. Unutmayalım ki ulu önderimiz Atatürk’ün “Hatay benim şahsi meselem” demesi, Hatay’ı hepimizin şahsi meselesi yapar. Hatay’ı hiç unutmayalım ve güneşli güzel günler için sevgiden tuğlalarla yeniden kuralım…
Pof. Dr. Garip Turunç – Bordeaux (Fransa) Üniversitesi ve İstanbul Galatasaray Üniversitesi Em. Öğt. Üy.
Bordeaux, Pazartesi 7 Temmüz 2025

YORUMLAR