“Hayal kırıklığı” ne güzel bir ifade. Hayallerin fiziksel olarak kırıldığı bir dünya ve tedavi edildiği hastaneleri falan çağrıştırıyor. Bulutlara binen insanlar ve çikolatadan evler gibi. Başka bir dilde bu kadar keyifsiz bir şeyin bu kadar güzel bir ifadesi yoktur herhâlde. İngilizcede kırık kalp var mesela, ama hayallerin kırılması daha asil, daha zarif. Kurduğun hayaller camdan vitraylar gibi önünde tuz buz olurken tekrar baştan başlayamayacağını, bu gücü tekrar bulamayacağını düşünürsün. Sonra yaşam yavaş yavaş geri döner.
Başkalarıyla ilgili hayal kırıklıklarımız verdiklerimizin karşılığını görememekle ilgiliyse, bu bir çeşit bencillik değil midir? Karşılığını beklemek bir şeyi daha verirken zedelemez mi?
Kendimizle ilgili hayal kırıklıkları, şartlarımızı yeterince anlamamış olmamızla ilgili olabilir mi? İnsan içinde bulunduğu şartların bir çıktısı değil midir son toplamda? Zamanın bir yerinde, çeşitli şeylere maruz kalmış ve kapasitesi ölçüsünde tepki vermiştir. İnsan elinden gelenin en iyisidir ve bu pakete birçok hata dahildir. Öyleyse suç nedir?
Navigasyon bizi bazen yanlış yollara sokar, sonra geri döneriz. Kaybedilmiş zamana canımız sıkılır önce, sonra ömrümüzün önemli bir kısmını aptalca şeyler için ve boşa harcamakla yazgılı olduğumuzun idrakına geri döneriz. Hatalı rota silinir, yeni yol hesaplanır ve yolu bize tarif eden mekanik sesli kadına güvenmeye devam ederiz. Bir bilinmezden çıkıp, bir bilinmeze, bir gizemden çıkıp diğer bir gizeme, savrulur dururuz.
Hayal kırıklığının iki muhteşem sahnesini anlatmak isterim size bugün. İlki Braveheart’tan: sahne özeti şöyle: William Wallace, İskoçya’nın bağımsızlığı için İngilizlere karşı mücadele ederken, Robert the Bruce’un desteğini kazanmak için çalışmaktadır. Robert the Bruce, İskoçya’nın taht adaylarından biri ve Wallace’ın mücadelesinde önemli bir figürdür. Wallace, İskoç soylularının ve özellikle Robert the Bruce’un desteğiyle İngilizlere karşı büyük bir zafer kazanmayı umar. Ancak, kilit bir savaş sırasında Wallace, Robert the Bruce’un İngilizlerle gizlice anlaşma yaptığını ve Wallace’a ihanet ettiğini keşfeder. Savaş alanında Wallace, Robert the Bruce’un zırhı içinde bir İngiliz askerini görünce büyük bir şok ve hayal kırıklığı yaşar.
Bu sahnede Wallace’in ihaneti anladığı andan itibaren dikkatle izlemenizi öneririm. Hayal kırıklığı ancak bu kadar güzel oynanabilir. William wallace’in şaşkınlığıyla, sanki yaşanan bütün sürecin aklından geçişini, hepsini tek tek yaşayışını, ancak bu seviyede bir ihanete alışık olmadığı için, kafasında meseleleri asla bir türlü oturtamadığını, ve uzaktan koşarak onu öldürmeye insanlar gelirken ilk defa vazgeçtiğini, kendini teslim olur gibi yere bıraktığını göreceksiniz.
Bence hayal kırıklığını anlatan bundan daha iyi bir sahne hiç çekilemeyecek.
Bir de yedeğine bakalım.
“Love me if you dare” Julien ve Sophie çocukluklarından beri cüret içeren bir oyun oynamakta, ve bu oyun aynı zamanda aşklarının gelişimiyle de paralel gitmektedir. Julien başkasıyla evlenince Sophie düğünü de(oyunun kuralları gereği) sabote eder ve yukarıdaki sahne yaşanır. Bu yolla Julien “ölmesini isteyecek kadar” Sophie’nin artık hayatından çıkmasını istediğini aynı oyun yoluyla anlatmış olur. Marion Cotillard’ın hayal kırıklığı bakışı, bana sorarsanız, bir efsanenin başlangıcıdır. Niyeyse bana seksenleri hatırlatır bu kadın; Dillere destan aşk hikayeleriyle, cesur, delikanlı, gururlu ablalarımızı.
Hayal kırıklığı bir vazgeçişin başlangıcıdır. Yaptığınız yatırımın yanlışlığını fark eder, kendinizi sakin bir sona hazırlarsınız. Somut olmayan şeylerin ölümü için sessiz bir yas tutarsınız. Kimi zaman kendinizin bile fark etmediği kadar sessiz bir yas. Upuzun bir inziva gibi. Sonra günler kalın kitaplar gibi üst üste devrilmeye başlar, baharlar yazlar gelir, birileri doğar, birileri ölür. Hiç beklemediğiniz bir şey beklemediğiniz bir yerden ilginizi çekiverir, kendinizi bir dizinin tüm sezonunu izlerken ya da Halk eğitimde fincan boyarken bulursunuz. Böyledir; Hayat denen meret siz gitmeden gelir.
“Kalırsa bir derin sızı kalır” kalmalıdır da zaten. Ekmeğe önce yağ, sonra salça sürmek gibi, sonra tuzlamak , afiyetle yemek gibi, mahallenin toprak sahasında topu göremeyinceye kadar oynamak, iki dizin kan içinde koşarak eve dönmek gibi, büyümek böyledir.