Bugün ülkemizin geldiği noktada müthiş bir hayat pahalılığı mevcut. Markete gidiyorsunuz, her şey ateş pahası. 2.500 TL’ye araç deposu doluyor. Kafe ve restorantlarda ne hesap geleceğini tahmin etmek çok zor. İşin en vahim yanı, artık ne hesap gelirse gelsin gelecek hesabı normal karşılar hale geldik. Çünkü fiyat algımız kayboldu. Son yıllarda sıkça yurtdışı fiyatları ile ülkemizdeki fiyatların karşılaştırıldığını görüyoruz. Çok net bir şekilde görülüyor ki Türkiye çok pahalı.
Diğer yandan bana çok ilginç gelen ve anlam veremediğim olay, vakıf üniversitelerinin ve özel okulların ücretleri. Akıl alacak gibi rakamlar değil. Fiyatları görünce insan ister istemez “bu çocuk hangi networkü kuracak, hangi işi yapacak ki biz bu fiyatı çıkartalım” noktasına geliyor. Burada da ücretler Avrupa ve Amerika ile karşılaştırıldığında ülkemiz yine pahalı kalıyor.
İnternet hızımız çok düşük, ama fiyatlar çok yüksek.
Kira fiyatlarını zaten söylemiyorum bile.
İşin üzücü yanı, bu bir sarmala dönüştü. Düğmenin başı yanlış iliklendiğinde artık o düğmelerin doğru iliklenmesi imkansız oluyor. Sürece “Nas” diyerek başladık. Ekonomi biliminin tüm ilkelerini bir kenara koyduk, “Nas var, faiz sebep enflasyon sonuç” dedik ve iş bu hale geldi.
Hayat pahalılığının sebebini tek bir hususa bağlamak doğru olmaz. Her şey girift. İşin ekonomi yönetimi boyutu var, fahiş fiyat noktası var, hukuk güvenliğinin ve ifade özgürlüğünün daraltılması sorunları var. Fakat çok konuşulmayan acı bir gerçeği de dile getirmek gerekir. Maalesef insanlarımızın bir kısmı ticareti etik ilkelere bağlı kalarak yapmıyor. Deprem sonrası Hatay – Adana yolunda bir işletme, depremzedeler şehirden çıkarken yemek ve çorba fiyatlarına fahiş zam yaptı. Bu işletmenin yaptığı hiçbir şekilde insanlığa sığmaz. Ama yine üzücü ki bu yapılanlar unutuldu. Yetkim olsa o işletmenin ruhsatını iptal ederdim. Depremzede hak sahiplerine verilen Toki Konutları, daha hak sahipliği teslim edilir edilmez o ev fahiş fiyata kiraya ilana girildi. Ya devlet sana o evi depremde evin yıkıldı, depremzedesin diye veriyor. Şehirde konutlar daha yeni yapılmakta, bu kadar barınma sorunu varken sen hangi yüzle fahiş fiyattan o evi ilana kiraya koyuyorsun? Şehirde barınma sorunu kalmaz, hak sahibi o evi kullanmaz kiraya vermek ister anlarım. Fakat daha insanlar konteynırlarda yaşarken sen kalkıp hak sahibi olarak Toki Konutu evini kiraya ilana girersen, hiç kusura bakma ama insanlıkta sınıfta kalmışsın demektir.
Dolar artar, tüm mal ve hizmet fiyatları zıplar. Sebebi sorulduğunda da “döviz arttı” denilir. Bir kısım güruh “siz dolarla mı maaş alıyorsunuz” saçmalığını bir antitez olarak sunsa da devekuşu gibi kafamızı kuma gömmediğimizi ifade edelim. Dolar yerine kalır, yine zam yapılır. Neden zam yapıldı diye sorduğumuzda “abi döviz baskılanıyor gerçek değeri bu değil diye” açıklama yapılıyor.
Açık konuşmak gerekir. Her şey bir yana, zam yapmak için de yer arayan bir topluma evirildik. Kötü ekonomi politikaları da buna eklendiğinde fiyatlar uçtu gitti. Pandemi döneminde sıfır araç fiyatlarının ikinci el araçlardan daha uygun kaldığını kimse unutmasın. Bunun dünyada örneği yoktur. Mantıkla açıklanabilecek bir durum da değildir. Tabii arz talep dengesindeki değişme, mal ve hizmetin bedelini belirler ama bu değişim ülkemizde makul sınırların dışındadır ve mantıkla da açıklanamayacak noktadadır.
Ortada karamsar bir tablo var. Mesela 3 sene sonrasını düşünelim. Özel okul ve vakıf üniversiteleri fiyatları ne olacak? Bir akşam yemeğine gittiğimizde kişi başı ne fiyat ödeyeceğiz? Doğalgaza gelen zamlar, akaryakıt fiyatları ne olacak? Oluşan bu kara tablo toplumun her kesimini etkilemektedir.
Bir kere kesinlikle rekabeti teşvik etmek şarttır. Yunan Adalarına kapıda vize uygulaması ile insanlar Yunan Adalarını tercih eder oldu. Vatandaşın bu tepkisi o bölgede fahiş fiyat uygulayan işletmelere bir mesaj olarak verilmiş oldu. alternatif yaratıldığında ben seni tercih etmem diyor tüketici. Üretimi kesinlikle teşvik etmek gereklidir. Devletin bu noktadaki müdahaleleri vatandaşın yararına olurken, üreticiyi de mağdur etmemek gerekir. Sağlıklı bir ekonomik yapının zemini hazırlanarak, bu sorun çözüme kavuşturulmalıdır.
Mevcut zihniyetle bu sorunu çözmek imkansızdır. Topyekun bir reform hareketine ihtiyacımız var. Bu reform hareketinin başında hukuk olacak. Sonrasında bunu ifade özgürlüğü takip edecek. Ardında şeffaflık ve hesap verilebilirlik olmalı. Olmazsa olmaz hususlardan biri hiç kuşkusuz üretimdir. Etik ve ahlak da bu sistemi taçlandırmalıdır.
Umutsuz muyuz? Asla. Değişim kaçınılmaz.