Seçim ittifakı ile ilgili yasa teklifi, önceki gün TBMM’nde sabaha kadar yapılan görüşmeler sonunda kabul edildi.
Sanki yangından mal kaçırırcasına alelacele gündeme getirilen ve görüşülmesi tamamlanan bu teklif, meclis sıralarında oturan birçok milletvekilinin uyukladığı bir ortam içerisinde yasalaştı.
Bu teklifi destekleyenlerin mecliste yeterli sayıda oy çoğunluğu mevcuttur. Görüşmeler iki veya üç gün sürsün, sonunda teklif oy çoğunluğuna dayalı iki siyasi partinin desteği sayesinde kabul edilecek. O halde bu aceleye , bu telaşa, bu hırçınlığa ve kavgalı bir ortamın yaratılmasına ne gerek var?…
Bırakın, teklifin lehinde ve aleyhinde görüş sahibi olan milletvekilleri dilediğince konuşsun. Teklifi desteklesin ya da teklifin sakıncalı yanlarını gözler önüne sersin. Nasıl olsa sonuç değişmeyecek.
Görünen o ki, muhalefetin eleştirilerine dahi tahammül kalmamış.
Bir yandan demokrasinin var olduğunu öne süreceksiniz, öte yandan inandırıcı hiçbir neden ve gerekçe olmaksızın muhalefetin sesini kısmaya çalışacaksınız.
Bunun demokrasi ile, demokratik bir yönetim tarzı ve anlayışı ile bağdaşır herhangi bir yanı olabilir mi? Elbette ki olamaz…
Seçim ittifakı yasası mecliste kabul edildiği an, bunun kanunlaştığı da oturumu yöneten başkan tarafından açıklandı. Böylece önümüzdeki seçim döneminde bu ittifak doğrultusunda hareket edileceği netleşmiş oldu.
Şimdi seçim ittifakı mecliste kabul edildiğine göre, bundan sonra muhalefetin yapması gereken şey, bir taraftan yasanın sakıncalı ve seçim güvenliği ile ilgili olan tehlikeli yönlerini tespit edip ona göre önlem almak, öbür yandan ise seçmenleri, gerek seçimin güvenli bir ortamda yapılabilmesi ve gerekse ülkenin bulunduğu koşullar konusunda uyarma olmalıdır.
Yıllardan beri hatırlatmaya çalışırız. Tüm olumsuzluklara rağmen, iktidar partisi hala neden birinci parti olarak seçmenden en çok oyu alabiliyor?
Ülkemizde olanlar ve yaşananlar, demokrasinin tüm kurum ve kuralları ile uygulandığı başka bir ülkede olsa idi , bırakın birinci parti olarak çıkmayı, sandıktan tamamen silinmek suretiyle siyasi ömrünü tamamlardı o parti.
Ama bizde bunun tamamen aksi oluyor.
Neden?….
Nedeni ise, oy deposu olarak görünen ve bilinen gecekondu bölgeleri ile kırsal kesimdeki seçmene, içinde bulunulan tüm olumsuz koşuların yeterince anlatılamaması ve muhalefetin kendini seçmene kabul ettirememesidir.
Eğer seçmende, siyasi, sosyal ve ekonomik olumsuzluklara rağmen hala iktidar partisine oy verme eğilimi var ise, bunda muhalefet kanadının da görevini yeterince getirememesinin etkisinin olduğunu kabul etmek gerekir.
Eğer oy deposu olarak bilinen yörelerdeki seçmen, muhalefeti kendinden biri olarak görmez ve öteki olarak kabul etmeye devam ederse, sonucu değiştirebilmek oldukça zor olacaktır.
7 Haziran seçimlerinden bu yana seçmenin, ağırda olsa yavaş yavaş uyandığını, tehlikenin farkına vardığını görüyor ve izliyoruz.
Nitekim bunun sonucu olarakta cumhur ittifakına gitme gereği duyulmuştur.
Mecliste kabul edilen seçim ittifakı yasasına rağmen hala AKP –MHP ittifakı % 50 sayısına ulaşamamaktadır.
Bu nedenle de seçimlerin tartışmalı bir şekilde yapılması tehlikesi de göze alınarak yeni yeni düzenlemeler yoluna gidilmektedir.
İşte bu ortam içerisinde, demokrasinin tüm kurum ve kuralları ile gerçekleşmesinin sağlanabilmesi yolunda muhalefete büyük görevler düşmektedir.
Bir yandan sandık güvenliğini, sandığa atılan oyların korunmasını, seçimin tartışmasız bir ortam içerisinde yapılmasını sağlamak için gerekenler yapılacak. Öte yandan seçmene içinde bulunulan durum, anlayacağı bir biçimde anlatılmak suretiyle öteki olunmadığı, kendilerinden biri olunduğu yolunda inandırıcı söylemlerde bulunulacak ve o yöre seçmenleri kazanılacak.
Umutsuzluğa kapılmadan bunlar yapıldığı takdirde, önümüzün aydınlık olacağından kimsenin şüphe etmemesi gerekir.
Yeter ki tehlikenin farkına varılsın ve herkes üzerine düşen görevi ödünsüz yerine getirmek suretiyle demokrasinin tüm kurum ve kuralları ile ülkemize egemen olmasını sağlama yoluna gidilsin.…
nabiinal@hotmail.com