Ana Sayfa Arama Video Yazarlar
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Garip Turunç
Garip Turunç

“HUKUK DEVLETİ Mİ GUGUK DEVLETİ Mİ ?”

Türkiye’nin demokratikleşme sürecinde en belirgin kurumsal engellerden birinin yargı mekanizması olduğu artık herkesçe bilinen bir olgu. Anlaşılacağı gibi Türkiye’deki resmi nitelikli zevat ve onu kuşatan kamuoyu önderlerinin hukuk felsefesinden nasibini almamış bir ‘yasa devleti’ anlayışları mevcut. Bu, kendi üzerine düşünemeyen, kendini tanımayan bir hukuk. Ve işin ironik yanı şu ki, durumu yasa artırarak veya sık sık yasa değiştirerek düzeltmeye yeltendikçe hukukun ‘guguk’ olma niteliği daha da artmakta. Çünkü herkesin bildiği gibi bu ülkede hukukun kendi iç özerk alanından, bakışından, ilkelerinden ve ahlakından söz etmek mümkün değil. Bizdeki hukuk, Cumhuriyetin başından itibaren ‘misyoner’ nitelikte olup, olayları siyasallaşmış bir perspektif içinden okumaya eğilimli bir dünya görüşünü ifade etmekte. Söz konusu siyasallaşma ise, siyasetin yargı üzerindeki etkisi ve bürokrasinin kendi ideolojisi çerçevesinde yargıyı siyasi bir yürütme organı gibi görmesinden kaynaklanmakta;  toplumda da anlam ve adalet arayışının yerini, kâr-iktidar ve egemenlik arayışı almakta.

 

Yargının güçlü iktidarlara göre el değiştirmesi, atama ve tasfiyelerde güçlü iktidarların kendi yargısını oluşturması bizim tarihten gelen ve bugün de yaşadığımız en ağır birkaç sorunumuzdan biridir. Yargıdan başka, âdeta bir “CEZA İNFAZ KURULU” haline gelen, sırtını iktidara dayanan RTÜK’ün Halk TV, TELE-1 ve SÖZCÜ TV’yi karartması, TRT’nin iktidar partisinin yayın organı haline gelmesi… Bütün bunlar genel otoriterleşmenin parçaları…

 

Batı ülkeleri, Fransız düşünür Attali’nin vurguladığı üzere, bilinen kökleşik (klasik) demokrasi anlayışını çoktan geride bırakmış, “yüksek demokrasi”nin (la hyperdémocratie, Jacques Attali, Une brève histoire de l’avenir, Paris, 2006, s. 11) bir uygulaması olan ve bin iyiyi bir kötüye kul köle etmeyen “gün ışığındaki demokrasi”ye (la démocratie à ciel ouvert) çoktan adım atmış; çağdaş (contemporain) değil, çağcıl (moderne) insanı yaratmaya çoktan başladılar bile.

 

Oysa benim ülkemde, bırakınız yüksek demokrasiyi değerlendirmeyi, savcılar, iki bin yıllık hukuk ilkelerini bir yana bırakarak, Türkiye için yeni bir endeks yarattılar: Yalancı tanıklık (Orhan Bursalı, ‘Sadece suçlama hakkın var, yoksa tutuklanırsın’ hukuku, Cumhuriyet, 22/06/2025). Bu keşfe yaptıkları ikinci büyük katkı ise, etkin pişmanlık yasası.

 

***

Bu iş önce oyuncu menajeri ve 12 yıl önceki Gezi Parkı olaylarını düzenleyicisi, “Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme” iddiasıyla 24 Ocak’ta tutuklanan ve aylardır sağlık sorunlarıyla boşu boşuna yatırılan, geçtiğimiz günlerde bayıldığı söylenen Ayşe Barım için tanıklığına başvurulan Halit Ergenç ve Rıza Kocaoğlu ile patladı. Ünlü sanatçılar tanıklık için çağrıldılar, savcı makamında bence yanlışlıkla oturmakta olanlar, kendilerinden istedikleri, evet Ayşe Barım bizi de organize etti demeleriydi.

 

Gittiler ifadelerini verdiler, savcı makamında oturan kişilerin hoşuna gitmedi, Barım’ı suçlamaları isteniyordu, böylece Barım için delil elde edeceklerdi, maddi olmasa bile! Bu kadını neden tutuyorsunuz diyenlere, bak işte görüyorsun, diyeceklerdi. “Ayşe Barım çetesini, çeteye üye” oyunculara yalan ifade verdirerek ortaya çıkartacaklardı!!!

 

Onurlu davrandılar, gerçeği söylediler ama yalancı tanıklıktan tutuklandılar, iyi mi! Üstelik doğruyu söylemenin bedeli olarak Halit Ergenç 1 yıl 10 ay 15 gün, Rıza Kocaoğlu’nu ise 1 yıl 8 ay ceza aldı. Savcılık-mahkeme uyumu müthiş, hatasız makine gibi çalışıyor.

 

İşte yalancı tanıklık edeceksin yoksa hapsi boylarsın tutumu. Herkes, aman beni tanık olarak çağırma duygusu ve korkusu içinde. Tanıklığa gitmezseniz de başınız belada! Yine içeriye atılma olasılığınız güçlü.

 

Savcıların yaptıkları ikinci büyük katkı, etkin pişmanlık yasası. Gittin, ilk ifadeni verdin, hapse girdin. “Yahu burada duracağıma yalan dolan bir ifade daha vereyim etkin pişmanlıktan yararlanıp çıkayım” dedin. Zaten çocuklarını aileni sana karşı kullanıyorlar, suçla ve çık diyorlar. Yazılı veya sözlü ifade verdin. İlk ifadeni biraz kıvırtarak değiştirdin, savcılar beğendiremedin, bu kez hoşlarına gidecek şeyler sallayıp durdun, sırtını sıvazladılar, aferin aldın.

 

“Mahkemede, baskı altında bu ifadeyi verdim, şimdi gerçeği söylüyorum” diye düşünmeni yasaklayacak bir savcı uyarısı geldi: Hiç düşünme, reddedersen, hakkında soruşturma açarız, içeriyi boylarsın!

 

Savcılık makamının “İfadeni reddetme hakkın yok” yeni yarattıkları bir hukuk. Bu savcılığın uyduruk kararı, Ekrem İmamoğlu’nun tutuklu arkadaşlarına “Hiçbir şey sizden daha önemli değildir, gidin pişmanlık ifadesi verin, çocuklarınızın ailelenizin başında olun, bütün suçları ben üzerime alıyorum” biçimindeki açıklaması üzerine geldi. Beş saniye kadar sonra (yani abartıyorum!), savcılık, içeri boylarsınız bunu yaparsınız dedi.

 

Asıl korkunç olan da başka bir detay… İmamoğlu’nun ifadesini alan savcı İmamoğlu’nun yüzüne aynen şöyle demiş: “Sayın Başkan, kusura bakmayın. Yarın siz cumhurbaşkanı olursunuz, masanın bu tarafına siz oturursunuz. Ben diğer tarafa geçerim, o zaman da siz bizi yargılarsınız.”

 

İmamoğlu “kulaklarıma inanamadım” diyerek aktarmıştı sahneyi. Gerçekten inanılır gibi değil, ama bu “Türkiye’de insanların hukukla ilişkisi” formasyonundan bakarsanız gerçekliğin ta kendisinden söz ediyoruz.

 

Saygıdeğer savcının İmamoğlu ile bu “dostane” konuşması topu topu on, on beş kelimeyle AKP’nin yıllardır süren iktidarının, yani saltanatın devlet yönetimi felsefesinin özetini veriyor. Bu da, İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu’nun deyimiyle; “Türk milleti adına değil, Erdoğan adına karar veren hakimler varmış hissiyatı oluşuyor.“ Bu çok tehlikeli bir durumdur.

 

Adalet Bakanı Tunç, her fırsatta, Anayasa’nın değiştirilmesi bile yasaklanan ikinci maddesine göre, günümüzde bile hâlâ “Türkiye Cumhuriyeti,… bir HUKUK DEVLETİDİR” desede, bu türden olaylar, bir bilgisizlik, kınanası bir hukuk ayıbıı ve de bu nedenle bir hukuk skandalı.

 

***

Yeryüzünde hukuku siyasete, güce ve zulme payanda edenden daha adi ve vicdansız bir suçlu bulunmaz. Bir fikri, bir ahlakı, bir hakikati, bir çabayı, bir özgürlüğü, bir vizyonu, bir ilmi, bir inancı, bir dili, bir dini, bir kültürü, bir insanı; sadece o olduğu için, sadece iktidar o’ndan çekindiği yahut hazzetmediği için hukuk eliyle, kanun adına cezalandırmak insanlık tabiatının en düşük halidir. Yaratılmışlık bu kötülükten daha sefil bir hal ile resmedilemez. Kötülüğe niyet ve cesaret eden başka sefildir, o niyete hukuk namına hizmet eden başka. Unutmayınız ki sayın yargıçlar, “Adaletsizliği işleyen, çekenden daha sefildir!” (Platon).

 

Mehmet Rauf’un “Eylül” (Can Yayınları) adlı romanında yaşadığımız bu ruhsal çürümüşlüğü şu şekilde dile getiriyor:

 

“Ben de size soruyorum: Nedir bu insanın içten içe çürüyüşü?….

Eğer bir toplumda adalet zedelenmiş, samimiyet kaybolmuş, vicdan susmuşsa, orada birey de zamanla içten içe çökmeye başlar. Bireyin bu çöküşü bir salgın gibi yayıldığında zamanla toplumun kendisi de çürümeye başlar.

 

Bu çürümenin temelinde, bireylerin “biz” bilincinden uzaklaşarak yalnızca kendi çıkarlarını gözettiği bir bencillik yatar. Liyakatin yerini kayırmacılık, dürüstlüğün yerini aldatma, ortak faydanın yerini kişisel menfaat aldığında, toplumun temelleri sarsılır. Kurumlar, varoluş amaçlarından saparak içi boşaltılmış birer kabuğa döner. Adalet dağıtması gereken hukuk, güçlünün sopası haline gelir; bilgi üretmesi gereken eğitim ise vasatlığı yücelten bir çarka dönüşür.

 

Ancak bu çürüme, toplumun kaderi değildir. Çözüm, yine bireyin kendisinde, susan vicdanın sesini yeniden duymasında ve “ben” hapishanesinden çıkarak “biz” diyebilmesinde saklıdır. Bu, her şeyden önce bir ahlâkî uyanış ve irade gerektirir.

 

Çürüme nasıl ki bireyde başlayıp yayılıyorsa, yeniden doğuş da adaleti ve dürüstlüğü hayatının merkezine koyan bireylerin omuzlarında yükselecektir. Unutulmamalıdır ki en karanlık gecenin ardından söken şafak, o karanlığa inatla direnenlerin eseridir.”

 

Prof. Dr. Garip Turunç – Bordeaux (Fransa) Üniversitesi ve İstanbul Galatasaray Üniversitesi Em. Öğ. Üy.

 

Bordeaux, Cuma 1 Ağustos 2025

 

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

SON HABERLER