Anayasa’mızın 2.maddesi, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir “hukuk devleti” olduğunu belirtir. Peki “hukuk devleti” ne demektir? Baktığınızda Afganistan da, İran da, Danimarka da hukuk ile yönetilmekte. Bir ülkenin kabul ettiği demokratik standartlar, o ülkenin hukuki kalitesini belirler. Bu demokratik standartlar ne denli yüksek ise, insanların ve toplumun hayat standartları o kadar yüksek oluyor. Hukuk devletinin bu yönüne açtığımız parantezi şimdilik kapatıyor ve devam ediyoruz.
Hukuk devletini “bir devletin iş ve işlemlerinde keyfiliğin değil, hukukun ilke alınması” şeklinde çok basit olarak tanımlamayabiliriz. Anayasa Mahkemesi’nin yerleşik içtihatlarında ise “eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygı gösteren, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasaya aykırı tutum ve davranışlardan kaçman, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlet” olarak tanımlanmıştır.
Yani keyfiyete göre değil, kurallara göre yönetim demektir. Bir kamu kurum yöneticisi yahut memuru, önüne gelen bir talep yada konuda öncelikle kurumu bağlayan kanunlara, yönetmeliklere ve ilgili yasal düzenlemelere bakar. O talep yahut konu, ilgili mevzuatlara uygun ise olumlu yanıt verilir. Aksi takdirde ise olumsuz yanıt verilir.
Fakat diğer yandan; bir kamu kurumuna gelen talebe oradaki memur yada yönetici, ilgili yasal düzenlemelere bakmadan “kabul ediyorum” yahut “reddediyorum” diye cevap verirse, bu durumun adı “keyfiyet” olur. keyfiliğin olduğu yerde kural olmaz. Tamamen o kararı verenin iki dudağı arasındadır. Aslında hukukun da temel amacı budur, iş ve işlemlerin “öngörülebilir” olmasının sağlanması, bu vesileyle huzursuzluk ve düzensizlik ortamını önlemektir.
Şimdi gelelim Antakya’nın durumuna. Depremin üzerinden 1.5 yıl geçti. Fakat maalesef taş üstünde taş kalmayan şehrimizde beklediğimiz iyileşmeleri göremedik. Bunun yanı sıra, hukuki süreç de son derece belirsiz. Nereye rezerv alan uygulanacak, rezerv alan nedir, az ve orta hasarlı binaların akıbeti ne olacak gibi onlarca soru mevcut. Bu konuda belirsizlikler bir yana, biz bakanlıklarda hummalı bir çalışma olduğunu öngörüyorduk. Fakat hafta sonu yapılan açıklamalar bende derin bir ümitsizlik yarattı.
Yurttaşlarımız rezerv alan uygulamalarından haklı olarak ürkmekte. Çünkü ciddi belirsizliklerle dolu bir süreç. Yurttaşların rezerv alandan ürkmesi ve bunu kabul etmemesi çok doğal. Kimse kendini bir belirsizliğe sokmak istemez. Ben asla ve katiyen “neden rezerv alan istenmiyor” denilmesini doğru bulmuyorum.
Ama bugüne kadar yapılan çalışmaları bir yana bırakıp, bir yetkilinin hiçbir şekilde yetkili kurullarıyla istişare etmeden “burayı rezerv alan yaptım, burayı çıkarttım” demesi katiyen doğru değildir. Bu kadar önemli konular, bir kişinin iki dudağı arasında olmamalı. Bir karar kişinin iki dudağının arasında veriliyor ise orada hukuk devletinde bahsetmek mümkün değildir.
Bu yaklaşım şu sonucu da doğuracak. Artık insanlar açıklanan projelere güvenmeyecek. Soluğu Ankara’da alacak. Aylardır sahada çalışma yapan, “bize inanın, güzel bir şehir inşa ediyoruz” sözlerine inanç azalacak. Yetkililerin sorunları not alıp, ortak akıl ile değerlendirip sonrasında bir karar alması gerekir. Hukuk devleti ilkesini benimsemek ve gereğini yapmak elzemdir.