“Sayın Cumhurbaşkanım,
Sizinle olan şahsi tanışıklığım, 1994 yılına kadar gider. Bu süreçte, sizinle olan ilişkilerimde, hep hukuku önceleyen bir duruş sergilemeye çalıştım.
Ancak, belirtmem gerekir ki, Türkiye’de hukuk alanında ve özellikle yapılan belirli soruşturma ve kovuşturmalara ilişkin olarak görebildiğim yanlışları, başta zatıaliniz olmak üzere, ilgili kamu otoritelerine arz etmeme rağmen, bu girişimlerimden sonuç alınmamış ve belirli yanlışların yapılmasına ısrarla devam edilmiştir.
Gelinen nokta itibariyle, bu yanlışlar sürdürülebilir olmaktan çıkmıştır. Bu yanlışların yanlışla telafisi imkanı da bulunmamaktadır. Bu yanlışların sebebiyet verdiği mağduriyetlerin giderilebilmesi veya en azından azaltılabilmesi için hukuka geri dönülmesi kaçınılmazdır.
Hukuk alanındaki bu yanlışlar, özellikle uluslararası camiadaki itibarımızı ve uluslararası ilişkilerimizi olumsuz etkilemektedir.
Başta, belirli soruşturma ve kovuşturmalar olmak üzere, uluslararası ilişkiler ve hatta ekonomik ve finansal alanda yaşadığımız sorunların çözümünde birinci koşulun, hukuka geri dönmek olduğunu…”
İzzet Özgenç, Ceza Hukuku profesörüdür. 2005’te yürürlüğe giren ve halen yürürlükte olan 5237 sayılı Türk Ceza Hukuku Kanunu’nun yazarlarındandır. Aynı zamanda Cumhurbaşkanı Erdoğan ile eskiye dayanan yakın bir hukuku olduğu da bilinir.
İzzet Özgenç, Twitter hesabından yayınladığı, Cumhurbaşkanı’na yazdığı mektupta, “hukuka geri dönün, sorunların çözümünün birinci hukuka geri dönmektir” diye ifade etmiştir. Yukarıda, mektubun bir kısmı alıntılanmıştır.
Artık şu bir gerçektir ki, ülkemizde tarafsız bağımsız yargı kalmamış, adalet sistemimiz maalesef çökmenin eşiğindedir.
Bizzat meslek hayatımda tarafı olduğum dosyalardan ve gördüğüm örneklerden söz edecek olursak;
-Bir dosyanın iddianamesinin yazılması 3.5 yılı bulmamalı, bu sürede hala dosyada gizlilik kararı devam ettirilemez,
-Hakim “mazeret kullandı, duruşmaya çıkmadı” diye, bir duruşma 6 ay sonraya verilemez,
-Avukatlarla ve yurttaşlarla adeta alay eder gibi, 2 dakika arayla onlarca dosya 1 saat içerisine sıkıştırılamaz,
-Bir hakim; bugün ceza yargılamasında, yarın aile mahkemesinde, öbür gün kadastro mahkemesinde görev yapamaz,
-İş yükünden şikayet eden hakim/savcılar, 9’daki duruşmaya, saatinden sonra başlayamaz,
-“Yargı reformu yapıyoruz” denilip de, kaçma şüphesi olmayan, çağırıldığında gelecek kişilerin evine siyasi saiklerle gece yarısı baskını yapılamaz,
-4 yıl önce yazılan Tweetler, bugünün yargılama konusu olamaz,
-Yıllar önce yaşanmış Gezi Olayları’nda; “işte biz sorumluyu bulduk! 4 yıldır tutuklu, yargılayalım! Kendisi gelip teslim olmasına rağmen, kaçma şüphesi var! Ayrıca olay yıllar yıllar öncesine dayanmasına rağmen, delilleri de karartabilir, gizleyebilir, değiştirebilir” denilemez,
-Yerel Mahkeme, Anayasa’da kabul edilmiş ve uluslararası sözleşmelerle taahhüt altına alınmış İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi kararını, Anayasa Mahkemesi kararını “ben uygulamıyorum” diyemez, bu karara imza atan hakimlere adeta ödül verir gibi terfi edilmeleri sağlanamaz,
-Avukat beyan verirken tavana bakan, yandaki üye ile sohbet eden, avukat beyan vermeyi bırakınca da “ben sizi dinliyorum, devam edin” diyen, ardından bilgisayardaki şablon ifadeyi, avukatın beyanlarını değerlendirmeden kopyala yapıştır yapan bir yargılama olamaz…
İşte bu ve benzeri çokça örneklerin yaşandığı ülkede, adaletin ayağı aksak kalır. Adalet aksak kalırsa, güven olmaz. Güven olmazsa, yatırım da gelmez, huzur da kalmaz.
Bu sebepten ötürü, İzzet Özgenç’in mektubuna ben de katılıyorum ve “hukuka geri dönün” diyorum.
bekir.atahan@atahanhukuk.com