M.Ö 6’ncı yüzyılın sonlarında Atina demokrasisinin temelleri atılırken, Romalılar da Roma Cumhuriyetini kuruyorlardı. Roma Cumhuriyetinin dayandığı iki konsept “Libertas” ve “respublica” kavramlarıydı. Libertas, Roma vatandaşlarının, en başta da şehir meydanı olan ‘forum’larda, başlarına bir şey geleceğinden korkmadan düşündüklerini konuşabilmesine olanak veriyordu. Respublica ise, yönetimi, ‘kamusal iş‘ yani ‘herkesin işi‘ haline getirerek, herkese, devlet işleri hakkında konuşma, eleştirme, belli derecelerde denetim yapma imkanı getiriyordu. Devlet işinin hükümdarın şahsi işi (res privata) olduğu Roma Krallığına baş kaldırıp yıkarak bu cumhuriyeti kurmuşlardı. Devletin en yetkili ismi de olsa kimse kanundan üstün olamaz temeline dayanan ve insan haysiyetine en uygun yönetim olan ‘republic (cumhuriyet)’ fikrini insan uygarlığına kazandıracaktı ‘respublica’ konsepti…
Roma Cumhuriyetinde ifade özgürlüğünün boyutu öyle büyüktü ki, günümüz modern ordularına egemen disiplin anlayışının aksine Roma askerleri bile açıkça politik konuşmalara yapma, kararları ve emirleri tartışma konuşmaları yapabilme hakkına sahipti. Tarihçiler, sonrasında yasal sorunlar yaşama riski açısından bakıldığında, belki de hiçbir devletin vatandaşları, Roma Cumhuriyeti vatandaşlarının kendi devletlerini eleştirdiği kadar eleştirmediğIne dikkat çekiyor. Kendi devletini eleştirmek, açıkların, hataların, suistimallerin ısrarla üzerine gitmek, bir devleti yıpratmaz aksine tamir eder. Ve gerçek vatanseverlik de budur. İngiliz filozof G.K. Chesterton, 20’nci yüzyılın ilk çeyreğindeki ‘vatanseverlik’ tartışmaları sırasında, “Vatandaşları, Roma’yı kusursuz ve büyük olduğunu düşündükleri için sevmiyordu. Roma, kendisini kusursuz ve mükemmel bulmayan insanları onu sevdiği için büyüktü” sözüyle bunu vurguluyordu.
Ve nihayetinde Cumhuriyet, Romalılara, daha antik çağda, Avrupalıların bir daha ancak 19’ncu yüzyılın ikinci yarısında kavuşabilecekleri düzeye bir yaşam kalitesi sağlayacaktı.
***
Peki herkesin devleti, yöneticileri, senatörleri, generalleri hatta birbirini özgürce eleştirdiği, hakaretin bile serbest olduğu, her kafadan bir sesin çıktığı bir kamusal iklime sahip Roma Cumhuriyeti nasıl yüzyıllarca hem de gelişerek ayakta kalabildi?
Daha doğrusu Roma cumhuriyetinin sonunu bu kaotik özgürlük mü getirdi?
Hayır.
Tarihçi Laura Robinson‘un Roma Cumhuriyetinde ‘İfade Özgürlüğü’ kitabında belirttiği gibi, “Sadece ifade özgürlüğünün olduğu bir ortamda Roma Cumhuriyeti işlevini ve fonksiyonunu yerine getirebilirdi”. Nitekim, Cumhuriyetin sonunu, halkın çıkarlarını ve devletin güvenliğini koruma iddiasındaki bir popülist diktatör ve onun yasakları getirdi. Hem de olağanüstü bir hızla…
Julius Sezar‘ın öyküsü, bir insanın, muktedir oldukça nasıl şirazeden çıkıp, kendisi de dahil her şeyi yıkma pahasına daha fazla iktidar isteyen birine dönüşeceğinin ibret öyküsü oldu… Sezar‘a göre bütün yaşam savaştan ibaretti ve Yunan tarihçisi Mestrius (Plutarkhos) Plutark‘ın aktardığına göre bir defasında, “Savaş zamanı ifade özgürlüğü olmaz” diye konuşacaktı. Bu da Sezar muktedir kaldıkça, ifade özgürlüğü olmayacağı anlamına geliyordu. İfade özgürlüğünün olmadığı yerde de cumhuriyet olmazdı. Cicero gibi önde gelen cumhuriyetçiler, Sezar‘ın, Cumhuriyetin varlığına yaşamsal bir tehdit oluşturduğunu çok geçmeden fark edecektiler. Nihayetinde Sezar, M.Ö. 49 yılında kendisini Roma Cumhuriyetinin ‘Ebedi Diktatörü’ ilan edecekti.
Cicero “Tiranlık varken normal yaşamaya devam edemem. Çünkü böyle bir yönetim altında hak sahibi vatandaş olarak veya fikirlerini özgürce söyleyen biri olarak kalamayız” diye konuşacaktı. Roma’dan ayrılıp sürgüne gidecek ve Sezar‘ın beş yıl süren diktatörlüğü boyunca, onun diktatörlüğünün bir aracı olmayı reddedecekti.
Sezar‘ın M.Ö. 44 yılında öldürülmesinden sonra oluşan karışıklık döneminde Cicero, Cumhuriyetin özgürlük değerlerine dönülmesi için büyük çaba harcadı. Ancak, Sezar‘ın diktatörlüğünden yana olan Mark Anthony, Roma Cumhuriyet tarihinin en parıltılı isimlerinden biri olan Cicero‘yu devlet düşmanı ilan edecekti. Yakalama kararı ve insan avından sonra MÖ 43 yılında Cicero‘nun, yakalandığı yerde kafası kesildi, bedeni parça parça edildi ve özgürlüğün savunucusu olan ‘dili’, “konuşacak herkese ibret olması” için Roma Cumhuriyetinde ifade özgürlüğünün sembolü olan Forum‘daki konuşmacı kürsüsüne (platform) asıldı.
***
Cicero‘nun ölümü, ‘libertas’ ve ‘res publica’ konseptlerinin, dolayısıyla da Roma Cumhuriyetinin de fiili ölüm ilanı oldu. Ancak Sezar‘ın açtığı kişisel iktidar arzusu kapısında bekleyenler için artık ‘diktatör’ unvanı da yeterli olmayacaktı. Sezar‘ın M.Ö. 44 yılında suikastla öldürülmesinden sonraki iç savaşta, Mark Anthony ve Sezar‘ın sevgilisi Kleopatra‘nın kurduğu ittifakı yenen Sezar‘ın evlatlığı Octavian, kendi oluşturduğu kukla Senato ile kendisini önce ‘başvatandaş’ ilan etti. Çok geçmeden, M.Ö. 27 yılında da kuklası senato kendisine ‘Augustus’ adıyla ‘imparator’ unvanı verdi ve böylece Roma Cumhuriyeti resmen sona erdi. Bir Romalı tarihçinin, imparator değişimlerini, “Bir köle sahibinden diğer köle sahibinin eline geçiyoruz“ diye nitelendireceği, Roma İmparatorluğu çağı başladı.
Sezar Augustus, imparatorluğuna, “yazı yoluyla ihanet” suçunu icat ederek başladı ve ‘yasadışı’ metinleri kitapları yaktırdı. Augustus‘un evlatlığı ve halefi İmparator Sezar Tiberius zamanında ise, yasadışı ve muzır neşriyatın cezası ölüm haline geldi. Örneğin M.S. 23 yılında şair Aelius Saturninus, imparator hakkında terbiyeye aykırı bir dörtlük yazdığı suçlamasıyla, Capitol tepesinden aşağıya atılmak suretiyle öldürülecekti. Yine, imparatorun desteklemediği fikirleri konuşanlar yazanların, mal varlıklarına el konulması ve ‘damnatio memoriae‘ denilen işlemle, bütün kayıtlardan silinerek, milli hafızada yokluğa mahkum edilmeleri uygulaması başladı.
İfade özgürlüğünü yitirmek, Roma vatandaşlarının otorite karşısındaki bütün statüsünü sildi. Roma vatandaşları, imparatorun tebasına dönüştü. Senatörlük bile göstermelik bir konuma dönüştü. İmparator Sezar Tiberius bir defasında Senato’da bir oylama yapılmasını istediğinde Senatörler önce onun oy kullanmasını isteyerek, “Önce siz oy kullanırsanız bizim takip edeceğimiz bir oy alacak. Ama siz en son oy kullanırsanız, kazara yanlış oy kullanmış duruma düşebiliriz” karşılığı verecektiler.
İmparator Domitian döneminde Senato’nun göstermelik yetkileri bile makaslandı. Devlet, Domitian‘ın şahsından ibaret hale geldi. Öyle ki Roma kentinin dışına çıktığında devletin merkezi de onunla Roma dışına çıkıyordu. ‘Roma İmparatoru’nun ilahi bir statü olduğu kabulü getirdi. İmparator ailesinin kudsiyeti olduğuna hükmetti. Sadece askeri ve politik ilişkiler konusunda değil, kültürden ahlaka ve günlük yaşama kadar her alanda norm dayatmaya başladı. Din, militerlik, kültürel propaganda ve lider kültü, Domitian‘ın bütün yönetiminin merkezine yerleşti.
Roma İmparatorluğu, Roma Cumhuriyeti’nin mirası sayesinde iki asır kadar daha sürdürebildiği ihtişamını kaybetmeye başladı. Domitian‘dan sonra Nerva, Marcus Aurelius gibi Senato’nun itibarını yükseltip, özgürlük alanını yeniden genişletmeye çalışan, farklı görüşleri düşüncelere tahammül edebilen bilge imparatorlar da çıktıysa da despot imparatorların yıkıcılığı daha baskın oldu ve Roma İmparatorluğu’nun çöküş süreci hızlandı.
***
Yukarıda Roma Cumhuriyetinin/İmparorluğunun tarihini neden mi anlattım?.. Otoriteye ve topluma karşı konuşma özgürlüğünün, Türkiye’de yükselişinde ve insana haysiyet kazandıran vatandaşlık statüsünün oluşmasında da nasıl yaşamsal bir rol oynadığının ilk parlak örnekleri olduğu görülsün istedim… Ama aynı zamanda, 16 Nısan 2017’de gerçekleşen Referandumunun getirdikleri bugünkü siyasal rejim’in, ne tam demokrasi ne de tam otoriter olmayan (hybrid, melez) bir rejim olan neo-patrimonyal sultanizm içeriliğinde Türkiye’ye özgü neo-Hamidyen bir uygulamanın, antik çağdaki çarpıcı örneği olan Roma Cumhuriyetinden Roma İmparatorluğa geçişiyle gelen saptamalarla örtüştünü göstermek istedim. Özgürlüğün bir kerede kazanılan bir oluş değil, sürekli korunması gereken bir duruş olduğunu… Devlet yönetmek için siyaset yapanlara ders olsun… Tarihin, politikacılar ders almadıkları için tekerrür ettiği anlaşılsın istedim…
Siyaset tarihimizi incelemeye bile gerek yok. Ona göz atan herkes kolayca görür ki, rejimi kendi istediği yöne evriltmek isteyen tüm iktidarlar, bu hamleleri kamuoyuna hep “reform” diye yutturmuşlardır.
Bugünlerde de “dokuzuncu yargı reformu” diye sunulmak üzere olan paketin de içinden, ceza hukukumuzda hiç olmayan – Roma Cumhuriyetinden Imparatorluğu geçildiğinde, Sezar Augustus’un icat ettiği “yazı yoluyla ihanet” suçun örneğini çağrıştıran – “Etki ajanlığı” suçu bu arka plan bilgisiyle okuyunca insanın içi daralıyor. Zira, ortaya çıkan bu yargı paketi taslağından öğreniyoruz ki Türk Ceza Kanunu’nda tarif edilen “casusluk, ajanlık” gibi kavramlara “Etki ajanlığı” adı altında yeni bir kavram eklenerek suç icat edilmek isteniyor.
Türkiye aleyhine casusluk yapanlar, ülkenin güvenliğini tehdit edecek bilgi ve belgeler paylaşanlar elbette cezasını çekmelidir. Ancak taslağa baktığınızda AKP’nin daha önce “dezenformasyonla mücadele” adı altında Meclis’ten geçirdiği sansür yasasında olduğu gibi tamamen muğlak, kapsamı belirsiz suç tanımlamalarıyla gazeteciler, sivil toplum, bilim insanları, kısacası Türkiye’deki milyonların sesi yine soruşturmalarla, yargılamalarla, hapis cezalarıyla kısılmak isteniyor.
“Etki ajanlığı” adı altında Türkiye aleyhine propaganda yapanlar cezalandırılacak deniliyor. Ancak bu “kara propaganda” nasıl tanımlanacak, sınırları ne olacak bilinmiyor! Aslında biliniyor! Bu taslağı ortaya çıkaranlar demek istiyor ki “Siz AKP’nin yaptıklarını sadece övün… Eğer övmez de eleştirirseniz biz bir yolunu bulur, gereğini yaparız” diyor. Oldukça kaygı verici bir taslak ile karşı karşıyayız.
İktidar kendisi hakkında oluşan kalıcı memnuniyetsizliği etki casusluğu gibi anti demokratik bir yöntemle telafi etmeye çalışıyorsa, bu yaşadığı güven kaybını ötelemez şiddetlendirir. Türkiye’nin demokrasisi için çok şey diyebiliriz ama Sezar Augustus’un M.Ö.’si Roma İmparatorluğu’dan yüksek demokratik standartlara sahibiz.
Sayın Erdoğan yumuşama politikasıyla başlattığı olumlu atmosferi daha da geliştirmek yerine, hızla Türkiye’yi demokratik olmayan ülkeler kategorisine sokuyor. Böylesi bir yasa Türkiye’nin bünyesine uygun değil. İktidar yanlısı söylemin yasalarla topluma dikte ettirilmesi, yegane meşruiyeti seçmen olan bir partiyi ihya etmez, tam tersine – Roma İmparatorluğu’nun örneğinde olduğu gibi – çöküşünü hızlandırır.
Pof. Dr. Garip Turunç – Bordeaux (Fransa) Üniversitesi ve İstanbul Galatasay Üniversitesi Em. Öğt. Üy.
Bordeaux, Pazar 19 Mayıs 2024
—-
Bugün 19 Mayıs! Bu ülkeyi kurtaranlar ve kuranlara büyük bir borcumuz var. Hedef, Milli Egemenlik, Cumhuriyet ve Demokrasi adına, tek kişinin “Neo-Patrimonyal Sultanizm Rejimi”ne ve onun “Şahsım Devleti” vasıtasıyla topluma vurduğu boyunduruğa karşı, barışçı yollarla ülkeyi yeniden inşa etmek için herkesin elinden geleni yapması gerektiği inancı ile 19 Mayıs Ülkenin Kurtuluş ve Kuruluşunun Başlangıç Bayramı kutlu olsun.
YORUMLAR