II. Abdülhamid Dönemi

33 yıl padişahlık koltuğunda oturan, 1842’de doğan İkinci Abdülhamid, Sultan Abdülmecid’in 43 çocuğundan biriydi.(1) 1876-1908 yılları arasında 33 yıl süren iktidarında bugün söylenenlerin tersine, büyük toprak kayıpları oldu. Sırbistan, Karadağ, Romanya, Kıbrıs, Mısır ve Tunus olmak üzere 1 milyon 592 bin 806 kilometrekare toprak elden çıktı.(2) Abdülhamid zamanında kaybedilen toprakların yüzölçümü, Balkan ve Birinci Dünya […]

33 yıl padişahlık koltuğunda oturan, 1842’de doğan İkinci Abdülhamid, Sultan Abdülmecid’in 43 çocuğundan biriydi.(1) 1876-1908 yılları arasında 33 yıl süren iktidarında bugün söylenenlerin tersine, büyük toprak kayıpları oldu.

Sırbistan, Karadağ, Romanya, Kıbrıs, Mısır ve Tunus olmak üzere 1 milyon 592 bin 806 kilometrekare toprak elden çıktı.(2) Abdülhamid zamanında kaybedilen toprakların yüzölçümü, Balkan ve Birinci Dünya Savaşları’nda kaybedilen toprakların yüzölçümünden daha fazlaydı. Bugünkü Türkiye’nin yaklaşık iki katı. İmparatorluğun Avrupa’daki Müslüman nüfusu da yarı yarıya azalmıştı.

II. Abdülhamid, sadece önemli büyüklükte toprak kaybetmemişti. Sultan Abdülaziz’in devrilmesinde rol oynayan donanmayı da bir daha böyle bir işe kalkışmaması için Haliç’e hapsetmiş ve çürütmüştü. 1897’de Osmanlı-Yunan Savaşı’nda donanmanın Haliç’ten çıkışı sırasında utanç verici olaylar yaşanmıştı. Donanma elden çıkmasaydı, bazı toraklar kaybedilmeyecekti. Dolayısıyla, hangi padişah olsaydı Abdülhamid gibi toprak kaybederdi savı temelsizdir.

II. Abdülhamid döneminde Edmond James de Rothschild, Rusya’dan gelen Yahudiler için Osmanlı’dan toprak satın almaya başladı. Rothschild ailesi, 1882-1918 yıllarında Filistin’de yaklaşık 500 bin dönüm arazi satın aldı. II. Abdülhamid zamanında, 1876-1908 yılları arasında Filistin’deki Yahudi nüfusu üç kat arttı.(3)

***

Osmanlı Dışişleri, Avrupa’daki bazı Türk büyükelçileriyle yazışmalarını Türkçe değil, Fransızca yapıyordu. Çünkü bu büyükelçiler Türkçe yazamıyorlardı. Avrupa’nın bitmeyen isteklerini zamana bırakmak ancak çok sıkıştığında taviz vermek, sarayın alışkanlık durumuna gelen dış politikasıydı.

II. Abdülhamid, Meclis’i Mebusan’ı 14 Şubat 1878’de kapatmıştır. Meclis 30 yıl kapalı kalır. 1878’de Meclis-i Mebusan’ın kapanması ile başlayan ve 1908 yılında İkinci Meşrutiyetin ilanına kadar sürecek olan döneme “İstibdat Dönemi” adı verilir. Bu dönem, II. Abdülhamid’e özgü bir devir olarak gösterilir.

II. Abdülhamid ruh hastalığı derecesinde aşırı kuşkulu, kuruntulu bir insan olduğundan gizli polis örgütüne çok önem verdi. Gizli polislere “hafiye”, ihbar mektuplarına da “jurnal” denirdi. Jurnallleri asılsız bile çıksa, jurnalciler ödüllendirildi. Herkes gölgesinden korkar bir duruma gelmişti. Basına da aşırı sansür uygulandı. Mizah, karikatür yasaktı. Gazeteler, akşam tüm haber ve yazıları sansüre gönderirlerdi. Padişahın burnu büyük diye, burun sözcükleri çiziliyordu. Padişahı uygunsuz bir duruma düşüren baskı yanlışı yüzünden, devletin resmî gazetesi olan “Takvim-i Vekayi” 1890’da kapatıldı. 1908’e kadar basılmadı. Devlet 18 yıl resmî gazetesiz kaldı.(4)

***

Askeri ve sivil terfiler, liyakat yerine padişaha ve saraya bağlılığa göre yapılıyordu. Özellikle, paşalar bulundukları makamlara liyakatle değil saraya olan bağlılıklarına göre geliyordu.

Mustafa Kemal Paşa, İzmir’de annesinin mezarını 27 Ocak 1923’te ziyaret eder. Mezar başında, duygulu bir konuşma yapar. II. Abdülhamid döneminde çekilen acıları şöyle anlatır:

“Burada yatan annem, eziyetin, zorlamanın, bütün milleti felâket uçurumuna götüren bir keyfi idarenin kurbanı olmuştur... Abdülhamit devrinde idi. 1320 (1905) tarihinde, okuldan henüz kurmay yüzbaşı olarak çıkmıştım. Hayata ilk adımı atıyordum. Fakat bu adım hayata değil, zindana rastladı. Gerçekten bir gün beni aldılar ve baskı idaresinin zindanlarına koydular. Orada aylarca kaldım. Annemin, bundan ancak hapisten çıktıktan sonra haberi olabildi. Ve derhal beni görmeye koştu. İstanbul’a geldi. Fakat orada kendisiyle ancak üç beş gün görüşebildim. Çünkü tekrar baskı idaresinin casusları, cellatları ikametgâhımızı sarmış ve beni alıp götürmüşlerdi. Annem ağlayarak arkamdan takip ediyordu. Ben, sürgün yerime götürecek olan vapura bindirilirken benimle görüşmesi engellenen annem, göz yaşlarıyla Sirkeci rıhtımında acılar ve kederler içinde bırakılmış bulunuyordu. Sürgün yerinde geçirdiğim tehlikeler, onun hayatının acılar ve göz yaşları içinde geçmesine neden olmuştur…”(5)

***

Rahmi Apak, Osmanlı Dönemi’ni yansıtan, “Yetmişlik Bir Subayın Anıları” adlı kitabında şöyle diyordu.

“Biz öğrenim gördüğümüz yıllarda, Padişah İkinci Sultan Hamit memlekette tam bir diktatör durumunda idi. Daha önce Sultan Abdülaziz’in tahttan indiği saltanat darbesinde, Harp Okulu da rol aldığından, Abdülhamit Harp Okulunu sıkı kontrol altında bulundururdu. Mesela; öğrencilerin ellerine verilen silahlar, mekanizmaları (atış yapacak parçalar) sökülmüş ve süngüsüz Martin Hanri tüfekleridir… Öğrenciler, tüfeklerin, cephanenin yüzünü bile görmezler. Tek bir mermi atmazlar, atış eğitimleri yapılmaz ve böylece bir tüfeğin nasıl patladığını hiç işitmeden, kıtalara askerleri yetiştirmek ve gerektiğinde düşmanla savaşmak için gönderilirler…

Ders programında manevi destek verecek bir şey yoktu. Hatta Harp Tarihi bile okutulmazdı. Vatan, millet sözlerini söylemek yasaktı. Herkes Müslüman idi, Türklük bile dile getirilmezdi. Okul idaresinin dağıttığı Fransızca-Türkçe sözlükte, ‘patrie’ sözcüğünün karşılığı olan ‘vatan’ sözünün yazılmış olduğu saraya jurnal edilmiş ve bu sözlük toplatılarak kaldırılmıştı. Padişahtan söz edilirken, ‘Tanrının yeryüzündeki gölgesi, Müslümanların Emiri ve Halifesi, Osmanlıların Padişahı’ denirdi…

Türk polisi, bir yabancı vapura kara sularımızda bile giremezdi. İstanbul’dan kaçmak isteyenler, bir cani bile olsa, bir yabancı vapura kapağı attığında hükümet bunu vapurdan alamazdı… Beyoğlu’nda dükkân ve mağazaların tabelaları Fransızca idi… Demiryollarında resmi dil Fransızca idi. İşte, kendi öz yurdumuzda gördüğümüz bu aşağılık manzara yüreğimizi yakıyordu… Hayret edilmesin, Sultan Abdülhamit devletin başında kaldığı sürece elektriği ve otomobili (günah diye) memlekete sokmadı… Telefonu da sokmadı, uzaklardan iç düşmanları birbirleriyle gizlice konuşup ta ona kumpas kurmasınlar diye.”(6)

İşte, tarihi gerçekler ışığında II. Abdülhamid’e ait bir kesit…

Kaynakça:

(1) https://www.haberturk.com/yazarlar/murat-bardakci/689658-25-karili-ve-43-cocuklu-abdulmecidin-renkli-hayatini-bir-de-benden-okuyun (Murat Bardakçı).

(2) https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/bardakcidan-abdulhamid-toprak-kaybetmedi-diyenlere-belgeli-yanit-turkiyenin-iki-kati-707355 (Murat Bardakçı).

(3) Sinan Meydan, Yakın Tarih İçin Anahtar, İnkılap Kitabevi, İstanbul, 2022, s. 158.

(4) Sina Akşin, Kısa Türkiye Tarihi, Türkiye İş Bankası Yayınları, 13. Baskı, İstanbul, 2011, s. 46.

(5) Naim Babüroğlu, Tarihin Kıskandığı Lider, İnkılap Yayınevi, İstanbul, 2021, s. 86-87.

(6) Rahmi Apak, Yetmişlik Bir Subayın Anıları, TTK, 1988, sayfa 11-25.

Exit mobile version