24 Kasım Salı günü, hemşerimiz Serhan Asker’in Görkemli Hatıralar adlı programını izledim.
Program normalde hafta sonları yayınlanıyor ama özel bir açılış nedeniyle hafta başına alınmıştı.
O gün, 24 Kasım Öğretmenler Günü’nde, İstanbul’a, Beylikdüzü Belediyesi tarafından yapımı tamamlanan Rıfat Ilgaz Eğitim Tarihi Müzesi kazandırıldı.
Türkiye eğitim tarihinin objelerinin yer aldığı müzede gerçekleşen Halk TV canlı yayınında, Beylikdüzü Belediye Başkanı Sayın Mehmet Murat Çalık, müzenin küratörü Sayın Sunay Akın ve Rahmetli Rıfat Ilgaz’ın oğlu Sayın Aydın Ilgaz eğitim tarihini ve müzeyi konuştu.
Projenin önemine değinen Başkan Çalık, “Bu müze bizim için çok özeldi. Rıfat Ilgaz isminin burada yaşayacak olması bizi onurlandırıyor. Açılışımızı da sağlıklı günlere kavuştuğumuzda evlatlarımız ve öğretmenlerimizle yapacağız” dedi.
Pandemi nedeniyle açılış sadece 3-5 kişiyle yapıldı.
Sunay Akın’ın edebiyatçı yönü ile Oyuncak Müzesi’ni bilmeyenimiz yok sanırım.
Müzecilik ve eğitim tarihiyle ilgili öykülerin yanı sıra, müzeye dair bilgiler de paylaşan Sunay Akın, “Devasa kitapların sırtında yazar ve şairlerin isimleri yazıyor. Burası gelişime açık bir yer ve eklemeler yapılacak. Yazarlar çoğaldıkça müze kendini geliştirecek. Başkan bu ülkenin öğretmenlerine moral olsun diye müzenin özellikle 24 Kasım’a yetişmesini istedi. Müzeciliği anlamazsak adalet ve demokrasi gibi pek çok kavramı koruyamayız.
Toplumu aydınlatmak için yerel yönetimler çok önemli. Ben de bu proje için beni Mehmet Murat Çalık anlar dedim ve onunla paylaştım. Beylikdüzü’ne gerçekleştirdiğim bir ziyaret sırasında Yaşam Bahçesi’nde korkuluğun önünde konuştuk ve bu müze orada doğdu” dedi.
Öner Yağcı’nın deyimiyle Rıfat Ilgaz, “kaynağı insan, kaynağı halk, kaynağı Anadolu” olan bir edebiyatçımız.
Rıfat Ilgaz, “1940’lardan başlayıp aramızdan ayrıldığı 1993 Temmuzuna kadar laik ve etik duruşunu değiştirmemiş, dil ve kültürün yozlaşmasına yaşam ve yapıtlarıyla karşı çıkmıştır.”
Hababam Sınıfı’nı duymayanımız var mı? Bu yapıt bile Rıfat Ilgaz’ı efsaneleştirmeye yeter sanırım.
Eski yıllarda, müze dedik mi aklımıza belki de lise yıllarında okulla gittiğimiz tarihi eserlerin korunduğu yapılar gelirdi. Söz gelimi Topkapı Sarayı Müzesi, Antakya Arkeoloji Müzesi, Anadolu Medeniyetleri Müzesi…
Ciddi bir arşivden, yazarlarının kişisel ve mesleki eşyalarından oluşan edebiyat müzeleri ise geçmişin canlı tanıklarıdır.
Edebiyat Müzesi dediğimiz şey, “büyük şahısların üretimini, işlerini, yaşantısını, o şahsın eşyaları üzerinden kapalı bir mekânda bize anlatan” yapıdır.
Başka bir kente gittiğimde böyle bir müze var mı, yok mu mutlaka sorar ve varsa mutlaka ziyaret ederim.
Örneğin Tekirdağ’da Namık Kemal Müzesi, İstanbul’da Ahmet Hamdi Tanpınar Müzesi, Aşiyan Müzesi, Sait Faik Abasıyanık Müzesi, Orhan Kemal Müzesi, Masumiyet Müzesi; Diyarbakır’da Cahit Sıtkı Tarancı Evi Kültür Müzesi, Ziya Gökalp Müzesi, Ahmed Arif Edebiyat Müze Kütüphanesi, Konya’da Mevlana Müzesi büyük bir hayranlıkla gezdiğim müzeler.
Türkiye Yazarlar Sendikası Edebiyat Müzesi ve Yazın Belgeliği’ni İstanbul’a yolu düşenlerin mutlaka görmesi gereken bir yazın mekanı.
Kentimiz ulusal ve uluslararası alanda büyük edebiyatçılar yetiştirmiştir.
Cemil Meriç, Bekir Sıtkı Kunt, Ali Yüce, Sabahattin Yalkın, Ayla Kutlu, Ahmet Miskioğlu, Prof. Dr Ali Güzelyüz… bu kentin değerleridir.
Bu değerlerimizin yapıtlarını, özel eşyalarını, notlarını içine alan bir edebiyat müzemiz niye yok?
Belediyemiz eski bir Antakya evini restore edip bir müzeye dönüştürebilir pekala.
Bir kent, değerleriyle kent olur.