Kamuoyunca “af yasası” olarak adlandırılan 70 maddelik paket, Meclis’te onaylandı ve yasalaştı. Bu köşede, yasanın neler getirip neler götürdüğünü teknik olarak nitelemektense, kanun koyucunun son zamanlardaki kanun yapma tarzıyla ilgili bir başlık açılmasının daha doğru olduğunu düşünenlerdenim.
Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, yapılan düzenleme, teknik hukuk terimi olarak “af”tır. Fakat bugüne kadar iktidar tarafından birden çok kez bu ve benzeri düzenleme yapılmasına rağmen, hiçbir düzenleme “af” olarak ifade edilmedi.
İktidarı bu düzenlemeyi yapmayan iten, malumdur. Koronavirüs salgını mevcuttur, cezaevlerinin doluluk oranı yüksektir ve maalesef, gereken hijyen tedbirleri alınamamaktadır. Bu durumu, ceza hukukuyla iştigal edenler, çeşitli gerekçelerle cezaevlerine girip çıkan (aileler, avukatlar, tutuklu bulunan ya da bulunmuş olanlar, akademisyenler) insanlar gayet iyi bilmektedir. Hal böyle olunca, cezaevlerinde bulunanların sayısı azaltmak zorunluluğu hasıl olmuş, bir Covid-19 Affı söz konusu olmuştur.
Söz konusu düzenlemeyle; İnfaz Kanunu, Türk Ceza Kanunu ve Ceza Muhakemesi Kanunu başta olmak üzere, toplam 11 Kanun’da değişiklik yapılmıştır. 70 maddelik bir Kanun’la, 11 farklı Kanun’da değişiklikler yapılıyor. Kimi kanun maddelerine cümleler ekleniyor, kiminden cümleler çıkarılıyor. Bu düzenlemelerle, bir hukukçunun dahi yapılan değişiklikleri takip etmesi ve değerlendirebilmesi son derece zor hale getiriliyor.
2005’te yürürlüğüne giren 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun yazımında büyük emeği olan, Prof. Dr. İzzet Özgenç ve Prof. Dr. Adem Sözüer gibi çok değerli bilim insanları mevcuttu. Bu kanunlarda değişiklik yapılırken, kanunu yazan bilim insanlarından görüş alınmıyor. Bu isimleri Twitter’dan takip edebilirsiniz. Görüşlerini iletebilmek, mevcut tasarıya katkı sunabilmek için adeta kendilerini paralamışlardır. Bu doğru bir yol değildir. O kanuna büyük emek veren, kanunun ruhunu bilen kişilerin, değişiklik yapılırken görüşlerinin alınması gereklidir.
Kanunlarda sıkça yapılan değişiklikler, kanunun ruhunu ve dilini bozuyor, aynı maddeden uygulamada tutarsız kararların çıkmasına vesile oluyor, kanunu adeta yamalı bohça haline getiriyor. Bunlar, genel kanunlardır. Dillerinin olabildiğince sade ve anlaşılır olması gereklidir.
Bir parantez de, haksız yere tutuklu bulunan gazetecilere açmak gereklidir. Güncel olması hasebiyle, Barış Terkoğlu ve Barış Pehlivan’ın durumu. Bu gazeteciler, bir haber yaptı diye tutuklu yargılanıyor. Yapılan davranış suçtur ya da değildir. Bu yargının değerlendireceği bir konudur. Ben de dosyayı detaylı bilmediğim için konuyla ilgili bir yorum yapamam. Ama tutuklama tedbiriyle ilgili bir yorum yapabiliriz. Bu kişiler, yaptıkları gazetecilik stilleri nedeniyle, neredeyse her hafta adliyeye girip çıkan, çeşitli sıfatlarla çeşitli nedenlerle mahkemelerde yahut savcılıklarda ifade veren kişilerdir. Sırf bir haber yaptı diye, bu kişiler hakkında tutuklama kararı veriliyor. Kaçabileceklerine dair en ufak bir şüphe yok, ne zaman çağırılsa gelip ifade verecek kişilerdir. Sabit işleri, ikametleri bulunmakta. Tutuklama yerine yurt dışı çıkış yasağı, hafta bir ya da birkaç gün imza atmak suretiyle haklarında adli kontrol tedbiri uygulanabilir. Tüm bunların hiçbiri yapılmıyor, direkt otomatik olarak tutuklama kararı veriliyor. Üzerine, daha vahim olan, bu konular mevcut kanunda hiçbir şekilde dile getirilmiyor. Bir salgın hastalık olması nedeniyle af çıkarılıyor, fakat haber yapan ve kaçma şüphesi olmayan kişiler bu kapsama alınmıyor. Mahkemelerin derhal sorumluluk alması ve bu durumdaki kişilere de tahliye yolunu açması gerektiğini düşünmekteyim.
Toplumların eğitim seviyesi ve gelirleri arttıkça, suç oranının azaldığı görülmektedir. Toplumda suç işleme oranının azaltılması için, eğitim ve ekonomi politikalarının tekrar gözden geçirilmesi gerekmektedir.
Modern infaz hukuku, hükümlünün ıslah olmasını ve sağlıklı bir kişi olarak hükümlünün topluma yeniden kazandırılmasını amaçlar. Bizim, mevcut düzenlemelerimizde, maalesef ıslah ve topluma geri kazandırma ilkeleri işlevlerini yitirmiş durumdadır. Islah olmazsa, hükümlü olup dışarı çıkan tekrar suç işler, hapse girer, toplumsal huzuru bozar. O yüzden ıslah çok önemli bir terimdir. Islah ve topluma geri kazandırma politikalarına ağırlık verilmezse, buna benzer düzenlemeleri iki yılda bir çıkartmak zorunluluğumuz devam edecektir.
Tarihi Sinop Cezaevi duvarında, M.Kemal Atatürk’ün şu cümlesi yazar “Özgürlüğü elinden alınan vatan çocuklarının cezası bittiği zaman, topluma yararlı olacak kimseler halinde yetiştirilmesi lazımdır.”
Yeni düzenlemenin, toplumsal huzur için olumlu sonuçlar doğurmasını dilerim.