Ana Sayfa Arama Video Yazarlar
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Garip Turunç
Garip Turunç

  “İNSAN NEDEN YAZAR?”

Son günlerde bu soruya takılıp kaldım. Öyledir; her şeyin bugünkü gibi keskinleştiği dönemler meselelerin özüne doğru sorulara götürüyor bizi. “İnsan neden yazar?” örneğin. Nasıl, ne zaman, ne için, kim için yazar? veya “İnsan ne için yaşar?” sorusuna kadar yolu var bunun.

 

Yazı yazmanın sayısız nedeni var elbette. İnsanlar bu konuyu yıllar boyu çok iyi araştırmışlar. Üniversite’de akademik hayatım yıllardan buyana abone olduğum Fransa’nın Liberation gazetesinin bir sayısında muazzam bir anket yayımlanmıştı. Gazeteciler yüzden fazla yazarla konuşarak neden yazdıklarını sormuşlardı. Bu ankete verilen yanıtlardan bazı parçalar:

 

Heinrich Böll (1917-1985, Alman, 1972 Nobel Armağanı): Yazmak benim için yaratmaktır.

 

Jayanendra Kumar (Hintli yazar): Kafamı kurcalayan bazı düşüncelerden kurtulmak için yazıyorum.

 

Jorge Amado (1912-2001, Brezilyalı): Yazmadan duramam. Halkın üzerinde bir etki yaratmak istiyorum. Daha iyi bir yaşam düzenine ulaşmak için yazıyorum. Askeri diktatörlüklere karşı koymak için yazıyorum.

 

Michel Tournier (1924-2016, Fransız): Bu soruya Balzac “Zengin ve ünlü olmak için,” diye yanıt vermişti. Bazıları da kafalarında bir denge kurmak için yazdıklarını söylüyorlardı. Ben okunmak için yazıyorum.

 

Salman Rushdie (1947, Hintli yazar): Yazıyorum, çünkü yaratmayı seviyorum. Bir odaya kapanıp yazmak bana çok uygun geliyor. Yazıyorum, çünkü yazmadan nasıl yaşayabileceğimi henüz keşfedemedim. Yazarken dünyayla hesaplaşıyorum. Ben bir göçmenim, yazarken kendi dünyamı yaratıyorum.

 

Necib Mahfuz (1911-2006, Mısırlı): İçimdeki gizli güçleri dile getirmek için zevkle yazıyorum, okunmak için yazıyorum. Bugün artık bunun için yaşıyorum. Yaşamakla yazmak aynı şey.

 

Perulu Mario Vargas Llosa (1936-2025, Perulu) da, yazarın hayatını işgal eden ve günlük hayattaki tüm işlerin “içine sızan devamlı bir faaliyet” olduğunu belirtiyor. Ama en önemlisi Fransız romancı Gustave Flaubert’in “Yazmak yaşamanın bir biçimidir” cümlesi. Doğru bence, edebiyatçılar “yaşamak için yazmazlar, yazmak için yaşarlar”. 1988 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Mısırlı yazar Necib Mahfuz; “İçimdeki gizli güçleri dile getirmek için zevkle yazıyorum, okunmak için yazıyorum. Bugün artık bunun için yaşıyorum. Yaşamakla yazmak aynı şey.” diyor.

 

Jean Paul Sartre’ın anladığı ve savunduğu anlamda yazar, ister eylem alanında ister yazı masasında olsun, esasta yazarı yazar yapan nitelik, yaşadığı zamanın dünyasına sırt çevirmeyen, bu dönemin gerçekliklerinden ve çelişkilerinden kaçınmayan, aksine tutumunu ve eylemini bu gerçeklikler ve çıkmazlardan hareketle oluşturup belirleyen tavrıdır…

 

George Orwell 1946’da yazdığı ‘Why I Write’ (Neden Yazıyorum?) başlıklı makalesinde yazma nedenlerinin önde yeraldığı, “Dünyayı belli bir yöne ittirme, toplumun geleceğini şekillendirmek için belli düşünceleri değiştirme arzusu” olarak görüyor.

 

***

Ben kendim için yazıyorum.

 

Güzellik için, sevgi için, zarafet için, birilerinin elini tutmak, dost olmak, yaralarını sarmak, aynı yolda yürümek için yazıyorum.

 

Ölen insanlığı, idealizmi diriltmek için yazıyorum. Ekonominin kumar, siyasetin mafya oyunları olmadığını göstermek için yazıyorum.

 

Vasatlığın kötülüğünden kurtulmak, kötülüğün sıradanlaşmasını durdurmak, ince şeyleri görmek için yazıyorum.

 

Gerçeklik, doğruluk ilkesinden sapmadan, ömrüm boyunca savunduğum demokrasi, insan hakları ve özgürlük idealleri için yazıyorum.

 

Bir vatan sever olarak yazmak dışında bir seçeneğim kalmadığı için yazıyorum.

 

Bu ülkenin gençleri çağdaş dünya seviyesinde okullarda eğitilebilsinler, beyinleri sanatsız ve hurafe ile değil bilimsel gerçeklerle doldurulsun, din bezirgânlarının elinde heba edilmesin, körpecik beyinlerine safsatalarla doldurulmasın, kansızların elinde istismara uğramasın, bu ülkeyi kuran Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının çizdiği yolda, gösterdiği hedefe bağlı yetişsin diye yazıyorum.

 

Bu ülkenin hiçbir yurttaşı ezilmesin, sömürülmesin, sınıf/din/mezhep/ırk/etnik köken ve cinsiyet temelinde ayrımcılığa uğramasın, eşit birey-eşit yurtaş olarak yaşayabilsin diye yazmıyorum.

 

Bu ülkenin hukukçusu, hâkimi, savcısı vicdanının sesini dinlesin, hukuki değil siyasi karar verip kendini “emir kulu” hissetmesin, bu ülkenin avukatı “savunma hakkının kutsallığını” savunduğu için cezalandırılmaya, hapse atılmaya çalışılmasın, hukuk her şeyden üstün olsun diye yazmıyorum.

 

Bu ülkenin insanları, aynı çağdaş demokrasilerdeki gibi, eleştirebilme, sorgulayabilme, itiraz edebilme, örgütlenebilme, sesini yükseltebilme, protesto edebilme hakkına, özgürlüğüne sahip yaşasın, bu özgürlüklerini kullanınca devletin yumruğunu tepesinde hissetmesin diye yazıyorum.

 

Bu ülkede, 19 Mart’tan bu yana, yürütülen eşi benzeri görülmemiş siyasi operasyonlarının, “Vicdanını kaybetmiş, kötü bir aklın ürünü olan zorlama ve uydurma soruşturmalarının, davaların ardı arkası kesilmeyişini”; sonra, hapse atılmış tüm belediye başkanlarının ve çalışma arkadaşlarının sesi olmak, kayıtsız kalmamak için yazıyorum.

 

Bu ülkenin akademisyenleri, akademinin kutsallığını savunabilsinler, sorgulasınlar ve sorgulamayı-itiraz edebilmeyi öğretsinler diye yazıyorum.

 

Meslektaşlarımın, bugün her zamankinden daha cesur olmaya, daha sabırlı ve azimli olmaya, gerçekleri yazmaktan bıkmadan, usanmadan, kalemini, yukarıda saydığım on milyonlarca insan için, sömürüye, güçlünün güçsüzü ezmeye, kör inançlara sığınarak aklın ışığını karartanlara karşı, baskıya karşı kullanmaya, sorgulamaya, “ışık olmaya” mecburiyeti var.

 

***

Ben, insanların en acıktıkları edinimin bilgi, en güçlü istemin özgürlük olduğu uygar bir ülke düşledim, ömrüm boyunca. Düşünce hayatımdan “Niçin geri kaldık?” sorusu hiç çıkmadı. Bu soru üniversite’de öğrencilik ve daha sonra akademik hatımda birçok çalışmamalarım da başlık oldu. Eh, yetmiş sekiz yıllık bir ömür. “Düşünce” kısmını 18 yaşımdan başlatırsam 60 yıldır aynı soru: Niçin? Neden olmadı ? Neden ülkem için düşlerim gerçekleşmedi, özlediğime bir türlü kavuşamadım ?

 

Oysa karınca kararınca epeyce uğraştım, didindim; 32 harfi milyonlarca kez yan yana dizerek düşümdeki ülkenin harcına kum taneleri taşıdım.

 

Dile kolay, 60 yıldır (Fransızca/Türkçe) yazıyor, yazıyor, yazıyorum.

 

Ne para, ne makam, ne mevki. Hiç bir kişisel hırs duygularımı yansıtmıyor. Canım Türkiye’min karanlık bir tünelde kalmasına (uzaktan) izleyici kalmak istemiyorum. Okuryazarlığı omayan, çifçilik yapan fakir köylü bir ailenin çocuğuyum. Çocukluğumda okula başlarkan ilk defa ayakkabı gördüm, çorabı gördüm. Daima mazlum milletimin, vatanımın yanında durdum. Bu hislerle kimlik siyasetini merkezine alan tüm siyasi partiler ile ilişkilerimi belli bir mesafeye koymaya çoktan karar verdim. Sadece hakikat ve doğruluk arayışının sorumluluğum olduğunu düşünüyorum. Nerede ezilenler varsa… Nerede zulme, haksızlığa, mağdurluğa uğrayan varsa… Nerede demokrasi varsa… Nerede hukuk varsa… Nerede özgürlük varsa… Nerede bağımsız yargı varsa… Nerede insanca yaşam özlemi varsa… Nerede eleştiri hakkı varsa… Safım oradadır diyorum. Ve yazıyorum.

 

“Varlık ve Hiçlik” felsefesini ilk kez ortaya koyan Jean-Paul Sartre, her çağda yazarın/çizerin sorumluluğundan söz ederken “adını koymanın” gücünden de söz eder. Bu bir mesuliyettir. Çağın hakikatlerini görmek, şahit olduğunu anlatmak, adını koymak bir güçtür, bir sorumluluktur.

 

Ne yazık ki bu sorumluluğu sahiplenen aydınlarımızı göremiyoruz Türkiye’mizde. 3. Cumhurbaşkanımız merhum Celal Bayar, Kayseri Cezaevinde yatarken Yassıada Davası’nın (geçen haftataki yazımın konusunu kapsayan) yüzlerce Dreyfus’a bedel olduğunu ama ülkemizden bir Emile Zola çıkmadığını anılarında yazar:

“İftira ve mahkeme yönünden bizimkine çok benzemektedir. Fransız Milleti bu adaletsizliği tamir etmiştir. Bizde henüz milli vicdan haksız hükümeti hazmetmemekle beraber tamiri için maddi bir gayret göstermemiştir. Mesela bir Emile Zola, bir Clemenceau çıkmamıştır.” (Celal Bayar, Kayseri Cezaevi Günlüğü, sh.69)

 

Belki de ülkemizdeki yazar, aydın ve bilim insanlarının ihtiyacı olan ilk şey, İspanya iç savaşı sırasında Salamanca Üniversitesi’nin rektörü Miguel de Unamuno’nun şu söyledikleridir:

 

“Bazı durumlar vardır ki, orada susmak, yalan söylemektir. Zira sükût, ikrar olarak yorumlanabilir. Bugüne kadar içimde daima birbiri ile tutarlı bir uyum içinde yaşayagelen sözüm ile vicdanım arasında bir boşanmaya asla izin veremem.” 

 

***

Nobel Edebiyat Ödüllü ABD’li yazar John Steinbeck’in “Mektuplarda Bir Yaşam”ı (Sel Yayımcılık, 2018), edindiğim geçen yılın son kitabının önsözünde, çekingen biri olduğu için telefonla konuşmayı beceremediğinden söz ediliyor. Sabah uyanır uyanmaz mektup yazmaya koyuluyor; dünyanın geçirdiği değişim, savaşlar ve politik gelişmeler karşısında takındığı tutumu, tüm ilişki içinde olduğu insanlara iştahla yazıyor.

 

Kurşunkalem tutkumuz benzer Steinbeck’le. Kalemlerinin ucunu yontarak güne başlaması sevimli alışkanlık… Ben de, yıllar önce memlekette geçirdiğim tatil sürecinde kendime büyük bir açacak aldım. Kolu çevirmeyi, kalemin ucundan düşen parçaları izlemeyi ve sonunda sivrilmiş uçla karşılaşmayı seviyorum.

 

Yazmanın benim için en cazip yönünün bu olduğunu düşünüyorum. Hayatın akışına bakıyorum. Anayurdumda olup bitenleri binlerce kilometre uzaktan (Fransa’dan) kaygıyla izliyorum.  İnsanlarımızın kimi acılı, kimi mutlu… Kimi aç, kimi tok… Kimi kazana, kimi yiye… Kötülük, insanların şaşırma ve hayret etme duygularının yok edecek kadar, inanılmaz bir hızla yol alırken tek direnç noktası olan “Artık, bundan daha beteri olmaz” duygusu içinde, memleketimin insanlarına çıkan ağır faturası karşısında sınırsız bir acı duyuyorum. Halkıma, yurduma, tarihe ve dünyaya borçluk duygusu içinde, biraz olsun rahatlatabilmek ve ülkemin çılgın gidişatını belki biraz frenleyebilmek umuduyla bir şeyler yazmaya çalışıyorum. Bunu yaparken de Amerika roman yazarı, şair ve senarist Paul Auster’in şu sözünü hep anımsıyorum:

 

“İş işten geçmeden konuş şimdi. Ve söyleyecek hiçbir şey kalmayıncaya kadar da konuşabilme umudunu taşı.”

 

 

Prof. Dr. Garip Turunç – Bordeaux (Fransa) Üniversitesi ve İstanbul Galatasaray Üniversitesi Em. Öğ. Üy.

 

Paris, Cuma 7 Kasım 2025

 

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

SON HABERLER