Işık Doğu’dan Gelir, hemşerimiz Cemil Meriç’in önemli bir yapıtının adıdır.
“İslâm dünyası, Hicret’ten bu yana çeşitli ikbâl ve idbâr devirleri yaşamış, fakat aslî cevherini büyük bir titizlikle korumuştur. Bu medeniyetin dayandığı mukaddes kitaplar, milyonlarca insanın yoluna ışık serpmiş ve serpmektedir. İslâm’ın “Muhit ül Maarif”i Kur’an-ı Kerim ile Hadis-i Şeriflerdir.” Yazarımız bu yapıtında, Batı medeniyetinin kaynaklarının Doğu Medeniyetinin kaynakları karşısındaki çaresizliğini en yüce olan İlahi kitaplarla ispata sunmuştur.
Cemil Meriç, politikaya hiç girmedi ve yeri hep kütüphane oldu. Yalnızdı ve sürekli okuyordu. Yaşının küçüklüğüne bakmaksızın yaşıtları sokakta oyun oynamanın tadını çıkarırken, o daima okuyordu. Okuduğu kitaplarda ilginç bilgilerle karşılaştığında o kadar heyecanlanırdı ki bunu arkadaşlarıyla paylaşmak için can atardı.
2003 yılında, edebiyatımızın ve edebiyatçılarımızın yıllarca ihmal ettikleri Doğu’ya, İran’a, gitmiştim. O gezide Doğu coğrafyasında öğrenilecek çok şeyin olduğunu fark ettim ve gezi izlenimlerimi “Doğu’ya Açılan Pencere” adıyla kitaplaştırdım.
Bu yazımda Doğu bilgelerinden Şirazlı Sadi’nin dilimize çevrilmiş olan “Gülistan” adlı yapıtından birkaç örnek sunacağım.
Şirazlı Sadi, ulema bir aileye mensup. Şiraz’da başlattığı öğrenimini, Moğol istilası üzerine göç ettiği Bağdat’ta, zamanın en büyük bilim merkezi, Nizamiye Medresesi’nde sürdürdü. Sürekli yolculuklar yapan Sadi, Bağdat, Şam, Hicaz, Kudüs, Anadolu ve Mısır’dan sonra Afrika’nın kuzeyine kadar gitti ve oradaki insanlarla yakın dostluklar kurdu. Bu yerlerde elde ettiği deneyim ve bilgiyle 1256’da tekrar Şiraz’a döndü.
1257 yılında “Bostan” adlı yapıtını kaleme aldı. Bir yıl sonra da “Gülistan”ı tamamladı.
Gülistan ve Bostan, Doğu edebiyatının elden ele, dilden dile dolaşan en büyük yapıtlarındandır. Yazıldıkları günden bu yana yediden yetmişe, herkesin severek okuduğu şaheser niteliğinde yapıtlardır.
***
Şirazlı Sadi anlatıyor:
“Bir gün hamamda bir sevimli insan, bana bir parça güzel kokulu kil verdi.
Sordum:
“Ey güzel kokulu kil! Senin kokundan mest oldum; misk misin, yoksa amber misin?
Dile geldi kil:
“Ben sıradan bir kil idim, ama bir zaman gül ile dost oldum, gülün kokusu bana sindi, yoksa ben bildiğin toprak parçasıyım.”
***
Şirazlı Sadi, Gülistan’da Hatem Tai’nin birçok öyküsünü anlatır. Bunlardan biri “himmet” hakkındadır.
Hatem Tai, gönlü, büyüklüğü, iyilikseverliği, eli açıklığı ile büyük sevgi ve saygı toplamıştır. Bir gün Hatem Tai’ye sorarlar: “Cihanda kendinden daha gönlü büyük birisini gördün veya işittin mi?” Hatem Tai, “Evet, gördüm” diye yanıt verir ve şu olayı anlatır:
“Bir gün kırk deve kestirmiş ve tüm Arap beylerini yemeğe davet etmiştim. Sahranın bir tarafına gittik, yiyip içmeye başladık. Biraz ileride gözüme biri ilişti, dikenleri toplamış, bir yığın yapmış, kan ter içinde çalışıp duruyordu. Yanına gittim. “ Arkadaş bak, bütün insanlar Hatem’in sofrasında toplanmışlar. Sen niye ziyafete gitmiyorsun?” dedim. Oduncu bana yanıt verdi: “Her kim kendi elinin emeğiyle yerse Hatem Tai’nin minnetini çekmez.” Sonra da çalışmaya devam etti. İşte ben bu oduncuyu himmet ve şerefini korumak konusunda kendimden daha yüksekte gördüm.”
***
Hatem Tai’ye derler ki:
“Kendinden daha cömert birini gördün mü?”
“Evet, gördüm.”
“Kimmiş o?”
“Yetim bir gence misafir olmuştum. Bana bir koyun kesip ikram etti. Koyunun bir yeri çok hoşuma gitti. Yemin ederek, burası çok lezzetliymiş dedim. Genç, dışarı çıktı. On koyunu varmış. Birisini daha önce kesmişti. Dokuzunu da şimdi kesmiş. Benim sevdiğim kısımları pişirip önüme getirdi. Ben olanların farkında değildim. Giderken kapının önündeki kanları görünce sitemle sordum:
“On koyunun onu da kesilir mi?”
“Sübhanallah! Bunda şaşılacak ne var? Bir şey sizin hoşunuza gitmiş. Bunu yapmak da benim gücüm dâhilindedir. Bunu sizden esirgemem hiç uygun olur mu?
Bunu dinleyen arkadaşları tekrar sorarlar.:
“Yetim gencin ikramına karşılık siz de ona bir şey verdiniz mi?”
Hatim Tai der ki:
-“Verdim, ama mühim sayılmaz.”
“Ne verdiniz?”
“Üç yüz deve ile beş yüz koyun.”
“O Halde sen ondan daha cömertsin.”
“Hayır, o genç benden daha cömerttir. Zira o, malının tümünü verdi. Ben ise malımın çok azını verdim. Bir fakirin, yarım ekmeğinin tamamını misafire vermesi mi mühimdir, yoksa bir zenginin sürüsünden bir deveyi misafirine ikram etmesi mi?”
***
Bir herifin gözü ağrıdı, baytara gidip dedi ki:
“Gözüme ilaç yap.”
Baytar, adamın gözüne bildiği ilacı yaptı. Herifin gözü kör olunca kadıya başvurdu.
Kadı buyurdu:
“Gözün diyeti lazım gelmez, çünkü bu herif eşek olmasaydı baytara gitmezdi.
***
Son söz, yaşlılığında Abdülhak Hamit’e sormuşlar:
“Yeniden bir Tarık piyesi yazabilir misiniz?”
Rahmetli şu yanıtı vermiş:
“Bir daha dünyaya bir Tarık gelirse ben de yazarım.”
13. yüzyıl geri gelmeyeceğine göre Şirazlı Sadiler bir daha dünyaya gelir mi?
(Gülistan, Şirazlı Sadi, Farsça’dan çeviren: Yakup Kenan Necefzade,Yeni Şark Maarif Kütüphanesi, İstanbul 1965)