Yeni yılın ilk günü Japonya’da 7.6 büyüklüğünde bir deprem meydana geldi. Bizde 6 Şubat depremine çok yakın bir şiddette yaşanan depreme karşı ilgimiz pek tabii farklı oldu. Japonya’daki bu depreme dair görüntüleri izleyince ve haberleri okuyunca, doğrusunu isterseniz şok oldum. Bir sıva mı düşmez, bir masa mı devrilmez, duvar mı patlamaz?
Bizdeki depremde ise, maalesef taş üstünde taş kalmadı.
Tabii Japonya da böylesi büyük bir depremden etkilendi. 100’e yakın insanın hayatını kaybettiği belirtildi. Bizde ise resmi rakamlara göre 60.000, konuşulanlara göre ise 100.000’in üzerinde insan hayatını kaybetti. Farkı görebiliyor musun, uçurumun ötesinde bir fark bu.
Japonya’da hayat olağan akışında devam ediyor. Depremlerden ders çıkartmış bir ülke.
Bizde bu kadar insan ölmesine ve canımız bu kadar yanmasına rağmen hala bir arpa boyu yol alamadık.
Biz 6 Şubat depreminde zerre ders çıkartmadık. Depreme dayanıksız yapılara ruhsat veren yöneticilerimizden bir tanesi bile sorumluluk üstlenmedi. Şehrim Antakya’da hala inşaat faaliyetleri denetimden yoksun bir şekilde devam ediyor. İnsanların azımsanmayacak bir kısmı, hala ağır hasarlı binalarını hile ile hafif hasarlı yapıya dönüştürmek için elinden geleni yapıyor. Bilime uygun yapı, insan canının değeri, sorumluluk gibi kavramların hiçbir kıymeti kalmamış.
Aslında aramızdaki en büyük fark da bu. Vicdan. Tamamen ranta odaklanmış bir toplum olduk maalesef. Yer yerinden oynadı, 100.000’in üzerinde insan hayatını kaybetti. Bir yetkili de çıkıp sorumluluk almadı, istifa etmedi. Hangi yetkiliye sorsanız, başka kişilere topu atıyor.
Japonya bize deprem konusunda danışmanlık vermeli. Mesela bizde, “imar barışı” denen bir kavram türedi. Aslında doğru olan terim imar barışı değil, “imar katliamıdır”. Çünkü kaçak ve yönetmeliklere aykırı yapı, bir başvuru ile yasal hale getirildi. İnsanlarımız da bu rezalete, “aman bir kat daha çıkayım aman biraz daha evimi büyüteyim” diye maalesef koşar adım sarıldı.
Türkiye’de bina yapma nosyonuna sahip olmayan kişi ve kurumlar bina yapabiliyorlar. Mesela “inşaat sıvacısı, oto galerici” ama bakıyorsunuz kocaman binaları siteleri yapıyorlar. Kusura bakmayın ama lise mezunu, inşaat yapma nosyonu olmayan birinin ve kurumun asla katiyen inşaat yapmasına izin verilmemeli. Almanya’da 3bin, Türkiye’de 320 bin müteahhit varmış. Türkiye’de oto galerici de, inşaat demircisi sıvacısı da müteahhit. Üniversite mezunu olmayan, inşaat yapma nosyonuna sahip olmayan kişinin kurumun inşaat yapmasına müsaade edilemez.
Belediyeler, halka hizmet etmek için var. Halka hizmet, şehrini depreme dayanaklı hale getirmeni ve gerekli denetim mekanizmalarını işletmen gerektiğini gösterir.
Yerel yönetimler de mevcut iktidar da bugüne kadar Türkiye’nin bir “deprem bölgesi” olduğunu göz ardı etti ve kentlerimizi, ülkemizi depreme dayanaklı hale getirmek için hiçbir çaba göstermedi. Çılgın projelere, spor kulüplerine harcanan paraların onda biri şehirlerimizi depreme dayanaklı hale getirmeye harcanmadı.
Ülkemizde acilen “Deprem ve Afet Bakanlığı” kurulmalı. Depremlerin yanı sıra orman yangınları, seller son yıllarda arttı. Bu afetler insanların canından olmasına neden oluyor, ayrıca milli serveti eritiyor.
Şu an İstanbul’da beklenen deprem, ülke ekonomisini yok etme noktasına getirir. Olası bir İstanbul depremi, milli güvenliğimizi tehdit eder niteliktedir. Bankalardan para bile çekemez hale gelir toplum.
Biz yaşadık. Ülke de yaşamasın. Acılardan hatalardan ders çıkartalım. Ülkenin en öncelikli gündem maddesi “deprem” olmalı. Yerel yönetimler de bu konuyu en öncelikli gündem maddesi yapmalı, hükümet de “Deprem ve Afet Bakanlığı” kurulmalı.
Maalesef Türkiye olarak, Hatay olarak ders çıkartmadık. Kimse kendini kandırmasın. Bilimi kılavuz olarak almadıkça, vicdanımızı kaybetmeye devam ettikçe bu toplum maalesef acı çekmeye devam edecek. Bundan ötürü önce vicdan, insan sevgisi, bilime olan inancı aşılamayız okullarda çocuklara.