Siyasi tarihimizin belki de hiç bir evresinde olmadığı kadar tuhaf bir dönemden geçiyoruz. İri cüssesiyle dikkat çekiyor ülkemizde siyaset. Her gün haberi başta geliyor. Yorumu ateşli tartışmalar, kör kavgalar çıkarıyor. Ve siyasetin bir kötü huyu göze çarpıyor: toplumu bölüyor, parçalıyor, kamplaştırıyor. Birbirimize kulaklarımız sağır, gözlerimiz kör brakıyor. Bize duymak istediklerimizi söyleyenler makbul, bizi eleştirenler ve uyaranlar ise zararlı kılıyor. Her birimizin mutlak doğruları var. Hiçbirimiz yanılmış olabileceğimize veya yanlış yaptığımıza inanmıyor duruma geliyoruz. Kendilerini hep en doğrunun temsilcileri olarak görenler ötekilerine ya acıyorlar ya da dillerinin keskin ucuyla boyuna doğrayıp duruyorlar. Hep yanlışta olan başkaları. Hiç kimse kendi mahallesindeki bu mutlak doğrucu fanatizmle yüzleşme cesareti gösteremiyor. Kendi kampındakileri eleştirenler anında ihanetçi yaftası yiyor.
Kamplaşmaktan en çok şikâyet edenler, nedense kutuplaştırmayı çatışmaya dönüştürenler. Ne yaman çelişkidir bu. Pusuya yatmış avcılar misali eksik ve kusur arıyoruz birbirimizi vurmak için. Din anlayışlarımızdan tutun da, her olaydan derbe çıkarmaya, hemen her şey bizim için kavga konusudur. İdeolojik bağlılıklar tam manasıyle böyledir. Sebep arıyorsanız özü, özeti gayet açık: Çünkü hür düşünme yoktur. Dolayısıyle bilgi görgü yoktur. Buradan medenî bir tavır çıkması beklenmez.
Bizde ana akımlarda çok yönlü cehalet tercih edilir. Uzun süren cehalet zamanla kökleşir. Kökleşmiştir. Fikir akımlarına ve mensuplarına bakan bunu görür. İslamcı denen dincilerimizin dini ile dinin alakasının kalmadığı açık. Kendilerini “Dinin sahibi/jandarması” olarak görenler, hâkim oldukları yerlerde yeryüzünü sadece başkaları için değil aynı dine mensup olup farklı düşünen ve yaşayan insanlar için de cehenneme dönüştürüyorlar. Din devleti gönüllerde kurulur. Ama din devletini bedenler üzerinden kurmaya kalkışanlar ne yazık ki gönülleri yıkıyorlar ve gönüllerdeki o yüce din algısını yerle yeksan ediyorlar. Dilimizin sertliği yüreğimize de yansıyor. Yüreğimiz daraldıkça öfkemiz daha bir çoğalıyor. Yüreğimizin giderek daralmakta olduğunu görmek üzüyor. Yürekleri dar olanlar, insanların bedenleri üzerinde mütekebbir bir edayla hükümranlık kurmaya çalışanlar, bilesiniz ki kendileriyle birlikte adına hareket ettiklerini söyledikleri davalarına da zarar verirler.
İçine düştüğümüz bozgunu tek başına fikir akımları getirdi diyemeyiz. Fakat şu kesindir: 22 yılda din sosunun bozduğunu diğerleri yapamazdı. Bugün toplumumuzda dini hayat, propaganda için üretilen duygusallıklarla bütünleşmiş bulunuyor. Duygusallıklarla bütünleşen dini hayatın/yapıların, zor zamanların sorunlarıyla baş etmesi beklenemez, beklenmemelidir. Popüler ilgilerle sınırlı hayatlar yaşadığımız için, gerçek ilgilere yabancılaşıyoruz. Dikkatimizin merkezine koyduğumuz şeyler, hayati şeyler değil. Kısa vadeli politik/ekonomik/maddi çıkar ufukların dışında kalan, uzun vadeli bir ufkumuz/vizyonumuz yok. Olayların iç yüzünü görmeyi başaramadığımız için, olayların dış yüzü etrafında sürekli olarak tartışıyor ve maalesef zihinsel bölünmeler yaşıyoruz. Ne geleneksel aklı, ne de modern aklı gereği gibi davranıyoruz. Gerçek anlamlarını yitirmiş absürd sözcüklerle konuşmaya devam ediyoruz. Algı kurbanları olarak, birbirimizle çatışıyoruz, algılarımızı yönetenlerle değil. Medya uyuşturucuları, hizip, cemaat, parti/mezhep uyuşturucuları tarafından zihinlerimiz malûl hale getirildiği için, bütün yalanlara kolaylıkla inanabiliyoruz. Algılarımızı, bilincimizi İslami anlamda temizleyemediğimiz, arındıramadığımız için, zihinsel durumumuz bağımsızlığını yitirmiş, her tür yanlış yönlendirilmeye açık hale getirilmişiz. Bir laboratuvardaki kobaylaryıız sanki. Siyasi gücün, gerçeği ne kadar baskılayabileceğini ölçüyorlar üzerimizde. Bir diktatörlüğün doğruları zihinlerimizden silip yalanı beynimize yerleştirebileceğine inanıyorlar. Bıkmadan usanmadan binlerce kez deniyorlar. Cevaplamaya yetişemeyeceğin kadar çok yalan, vicdanının acısına yetişemediği haksızlıklar içinde boğuyorlar. Hakikate aç bırakıp her gün adalet duygumuza, yüreğimize neşteri saplıyorlar. Biat etmesek bile yalanlarına alışmamızı, iktidar gücüyle çizdikleri sınırlar içinde düşünebilecek çaresizliğe hapsolmamızı hedefliyorlar. O yavaş yavaş ısıtılmış tenceredeki kurbağa biziz.
Kör kavgayla yol gidemezsiniz. Bozuk yolda patinaj ve görünür büyük kazalar vardır. Suçu ona buna atmak gerçeklerden kaçıştır. Bilerek yapıldığında ve halk şu veya bu ideolojik hipnozla uyutulduğunda kötülüklerin anasıdır. Daha açığını söyleyeceğim: Bozgunu normalleştirmeye çalışmak ahmaklığıdır. Böyle bir ülkenin geri kalması kaçınılmaz sonuçtur.
Değersiz, diğer bir ifadeyle ölçüsüz, yaygın kullanışla kuralsız hayat olmaz. Devlet hayatı kurallar manzumesiyle yürür. Dün “katil” dediğine bugün “kardeşim” diyen, her şeyi siyasi menfaatine kullanan tek kişinin istediği kural, istemediği tu kaka ise varacağınız yer bellidir. Bu tür totaliter eğilimleri dünya çok gördü. Bizim tarihimizde bu keyfiliğe hemen hemen yer yoktur. Girdikse de tez çıktık.
Bu bozgundan çıkışın ilk adımını hep söylüyoruz: Devlet işlerinde –ve mümkünse günlük hayatta- din dilini kullanmayacağız. Objektif, ölçülebilir bilgilere bakacağız. Dinin özü de bize oradan görünecek.
Pof. Dr. Garip Turunç – Bordeaux (Fransa) Üniversitesi ve İstanbul Galatasaray Üniversitesi Em. Öğt. Üy.
Bordeaux, Pazar 8 Eylül 2024
YORUMLAR