Biraz sonra okuyacağınız satırlar, günümüzden neredeyse iki bin dört yüz yıl önce kaleme alınmış “Karakterler” adlı bir kitaptan. Yazarı, Aritoteles’in kurduğu felsefe okulunun en etkili filozoflarından Theophrastos. Ünlü düşünür şöyle diyor:
“Sinsi insan öyle bir adamdır ki, düşmanlarıyla karşılaştığında nefretini gizleyip onlarla sohbete dalar; arkalarından kuyu kazdığı kimselerle yüz yüze geldiğinde onları över; kötü duruma düştüklerinde onlarla birlikte üzülür; hakkında kötü konuşanları bağışlar ve hakkında söylenen şeylere kızmaz. (…) Bir şey satarken satmadığını, satmazken de sattığını söyler; bir şey duyunca duymadığını, gördüğü halde görmediğini, konuştuğu halde onu anımsamadığını, bazen araştıracağını, bazen bilmediğini, bazen şaştığını, bazen zaten kendisinin de böyle düşündüğünü söyler. Kısacası, şöyle konuşmakta üstüne yoktur: İnanmıyorum, sanmıyorum, şaşırıp kaldım, kardeş…”
Theophrastos İ.Ö. 372 yılında Midilli Adası’nda doğmuş. Eğitimine kendi yurdunda başlamış, o çağda Yunanlı gençler için çekicilik taşıyan kültür merkezi Atina’da devam etmiş. O sıralarda Platon derslerini Atina’da vermekte, Aristoteles Platon’un Akademeia’sında okumaktadır. Önce bu okulda devam etmiş, Platon’un ölümünden sonra, Aristoteles Lykeion’da ders vermeye başlayınca onun okuluna gitmiş. Aristoteles’in dikkatini çekmiş. Aristoteles 323 yılında Peripatos okulunun başına onu getirip kitaplarını da ona bırakmış. Bu tarihten sonra otuz beş yıl Lykeion’un başında kalan Theophrastos’un yazdıklarının iki yüz kitap olduğu, derslerinin çok tutulduğu, öğrenci sayısının iki bine ulaştığı, “Dünyayı talih yönetir” deyince başının derde girdiği söylenile gelmiş.
Theophrastos bu yapıtını doksan dokuz yaşında yazmış. Yazma gerekçesini şöyle özetliyor:
“Bu güne kadar ne zaman düşünsem, hep şaşmışımdır; belki de bu şaşkınlığım hiç geçmeyecek: Yunanistan aynı göğün altında bulunduğu halde ve büyün Yunanlılar aynı eğitimden geçtiği halde, acaba neden hepimiz aynı karakterde değiliz. Çeşit çeşit insanlarla bir arada bulunup erdemlilerle kusurluları dikkatli bir karşılaştırmadan geçirdikten sonra, her birinin yaşamda sergiledikleri davranışları yazmam gerektiğini düşündüm. Bu yazılar çocuklarımıza miras bırakılırsa, saygın insanlarla birlikte olmayı, onlarla zaman geçirmeyi tercih edecek olan çocuklarımız bu örnekleri kullanırlarsa, onlardan geri kalmamak için, sanıyorum, daha ahlaklı olacaklardır.”
İşte, çok dikkatli bir gözlemci, araştırmacı ve üretken bir yazarın kitabından birkaç alıntı daha:
GEVEZE: Gevezelik, düşünmeden ve durmadan konuşmaktır. Geveze öyle bir insandır ki, tanımadığı bir kimsenin yanına oturduğunda, önce kendi karısını över, ardından gece gördüğü düşü anlatır, sonra da akşam yediklerini bir bir sıralar. Konudan konuya atlayarak, bugünkü insanların eskilerin yanında beş para etmediklerini, çarşıda buğdayın pahalı olduğunu, kente yerleşen yabancıların çoğaldığını, Zeus bol yağmur yağdırırsa, topraktaki ürünün daha iyi olacağını vb. söyler. “Dün kustum” der; “bugün günlerden ne?” diye sorar. Ona katlanan biri çıkarsa, yakasını bırakmaz.
KİBİRLİ: Kibir, kendinden başka herkesi küçümsemektir. Kibirli insan öyle bir adamdır ki, acelesi olan birine onunla yemekten sonra gezintiye çıktığında görüşeceğini söyler. Yaptığı iyiliği hiç unutmaz. Hakemlik yaptığı kimselere kararını yolda yürürken bildirir. Bir göreve seçildiğinde, hiç zamanı olmadığına yemin ederek görevi geri çevirir. Hiç kimsenin ziyaretine ilk giden olmak istemez. Satıcılardan ve ücretli işçilerden evine gün doğarken gelmelerini ister. Yolda yürürken rastladığı kimselerle konuşmaz, önüne bakarak yürür, ya da tersine, gününe göre, başı yukarıda. Dostlarını ağırlarken onlarla birlikte yemek yemez, emrindekilerden birine konuklarla ilgilenmesini buyurur. Ziyaretine gideceği kimseye geleceğini bildirmek üzere önden adam gönderir. (…)
FIRSATÇI: Fırsatçı insan öyle bir adamdır ki, konuk ağırlarken sofraya yeterli ekmek çıkarmaz. Evine gelen konuktan borç para alır. (…) Şarap satarken, su katılmış şarabı dostuna satar. Tiyatroya, işletmecilerin içeri bedava soktukları saatte çocuklarıyla birlikte gider. Devlet parasıyla yurt dışına giderken, devletten aldığı yolluğu evde bırakır, görev arkadaşlarından borç alır; kölesine taşıyabileceğinden çok eşya yükler, ötekilerin içinde adamına en az yiyeceği o verir ve konukluk armağanlarından kendi payını isteyip satar. (…) Bir dostunun ucuza mal kapattığını gördüğünde, karakterine uygun olarak ondan satın alıp sonradan fazlaya satar. Söylemeye gerek yok: otuz mina borcunu öderken, dört darkhme eksik verir. Çocukları hastalanıp okula gitmedikleri zaman, hocanın ücretinden uygun bir miktar keser. (…)
Theophrastos bu karakterlerin dışında; dalkavuk, köylü, koltukçu, arsız, çalçene, palavracı, beleşçi, pinti, edepsiz, münasebetsiz, işgüzar, şapşal, kendini beğenmiş, batıl inançlı, memnuniyetsiz, güvensiz, iğrenç, görgüsüz, özentili, hasis, gösteriş budalası, korkak, oligarşi yanlısı, geçkin, fesat, namussuzun yardakçısı, karakterlerini de inceliyor, ilginç sonuçlara varıyor; düşündürürken gülümsetiyor; çevremize, çevremizdeki insanlara daha dikkatli bakmamızı sağlıyor. Kitabı okuyup bitirdiğinizde, geçen onca zamana karşın insan karakterlerinin hiç değişmediğini fark ediyor, İ.Ö. 319 yılında yazılmış bir kitaptan bile öğrenecek pek çok şeyin olduğunu şaşarak görüyorsunuz.
Orhan Tüleylioğlu