Adnan Yücel, bundan on beş yıl önce, 24 Temmuz 2002 bir çarşamba günü, sabaha karşı, kanser tedavisi gördüğü Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Balcalı Hastanesi’nde yaşama gözlerini yumdu.
Sabaha karşı gelen telefonlar beni hep ürkütmüştür. Nitekim böyle oldu. Telefonda acı haberi eşi Ayşe Hanım bana vermiş arkadaşları bilgilendirmemi rica etmişti. Erken bir saate Ozan Telli ve iki arkadaşı yanımıza alıp Adana’ya gitmiştik.
27 Mart 1953′te Elazığ’ın Seli (Yeni adıyla Dilek) köyünde dünyaya gelen Ozan Yücel, edebiyatçı arkadaşları ve akademisyenlerin katılımıyla, çalıştığı üniversitede yapılan sade bir törenin ardından, yakın arkadaşı Ünsal Öztürk’ün aracıyla cenaze Elazığ’a götürülmüştü.
Adnan’ın Elazığ’da toprağa verilmesi arkadaşlarınca hiç de uygun görülmedi aslında. Çünkü o, köyünden/ Elazığ’dan ziyade Çukurova’ya aitti. Her konuşmasında Karacaoğlan’ın, Dadaloğlu’nun akrabası olduğunu vurgulardı. Esin kaynağı Çukurova oldu, Defne oldu.. Özellikle Çukurova Çeşitlemesi’ndeki şiirleri insanın kulağında cura sesi gibi yankılanıyordu. Turan Altuntaş’ın ifadesiyle: “Adnan Yücel gelmeden önce, Adana büyük bir köydü. Adnan geldi, kentimiz kültür kenti oldu. Sanat evleri, kültür evleri birden çoğaldı.” Sadece Adana mı, Adnan Yücel, Antakya’nın da, Defne’nin de bir sanat kenti olmasında epey katkı sundu. Kültür ve sanat festivallerinin vazgeçilmez bir ismiydi, Ozan Telli ile birlikte. O yıllarda beldelerimiz birer festival zenginiydi.
Her dostun ölümü bana Cahit Sıtkı’nın dizelerini anımsatır: ”Gittikçe artıyor yalnızlığımız.”
Yücel’in “Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek” adlı uzunca şiiri hâlâ dilden dile dolaşır,
Geçtiğimiz günlerde Adana’da yapılan anma etkinliğinde, “O, küreselleşme denilen haydutluğun ortalığın toz duman ettiği, postmodernizm denilen pespayeliğin meydana salındığı, sanatın ve edebiyatın biçimcilik adına içeriğinden kopartılmaya çalışıldığı, dört bir yanın sise, toza boğulmaya çalışıldığı dönemlerden geçti. Grevler gördü, darbeleri yaşadı. Şiirin soysuzlaşmasına karşı yalın kılıç savaştı. Bir gün bile, halkına sırtını çevirmedi. Halkın değerlerini küçümsemedi, imgeleri silaha dönüştü halkın elinde. Şiirleri yön verdi, cesaret aşıladı. Nâzım’ın yolunu yol bildi kendine. Orhan Kemal’i, Yılmaz Güney’i, Ahmet Arif’i ve diğer nice halk sanatçılarını doldurdu yüreğine. Ve geldi bugüne…” denildi.
Adnan Yücel, Diyarbakır Eğitim Enstitüsü Türk Dili Edebiyatı Bölümü ile Ankara Üniversitesi Eğitim Fakültesi Güzel Sanatlar Eğitimi Bölümü’nü bitirdi. Bir süre çeşitli orta öğrenim kurumlarında öğretmenlik yaptı, daha sonra Çukurova Üniversitesi’nde Öğretim Görevlisi olarak çalıştı. Evrensel Kültür, Petek, Sanat Emeği, Çınar (Harbiye) , Somut, Söylem, Yapıt, Yeni Olgu gibi dergilerde şiirleri yayımlandı.
Adnan Yücel’in şiirleri dokuz kitaplık bir dünyayı oluşturuyor. 1. Kavgalarla Sözlenen Sevda 2. Soframda Kaval Sesi 3. Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek 4. Çukurova Çeşitlemesi 5. Ateşin ve Güneşin Çocukları 6. Sular Tanıktır Aşkımıza 7. Rüzgârla Bir 8. Bir Özlem Bir Türkü 9. Karacaoğlan.
Adnan Yücel, toplumcu- gerçekçi bir ozandır. 30 yıllık şiir serüveninde, hele bireyselliğin kol gezdiği bir ortamda o hep ezilen insanlarla yan yana durdu. Toplumsal sorunları, şiirin gereklerini de yerine getirerek, gür bir sesle şiirleştirdi.
Adnan Yücel’i 1990′lı yılların sonlarına doğru tanıdım. Antakya’da, bir Kitabevi’nde, imza ve söyleşisi vardı, Ozan Telli ile birlikte. Söyleşiden sonra onları Harbiye’ye götürmüş ve Taselya Vadisi’ne bakan bir mekanda koyu bir mitoloji sohbetine dalmıştık. Sanırım bir ay sonra “Ormanın ve Irmağın Kızı Defne” adlı uzun mitolojik öyküyü bitirip bana göndermişti. Bu öykü o yıllarda yayımlamakta olduğumuz Çınar adlı dergide, ardından çok sayıda kaynakta yayınlandı.
Adnan Yücel, insanlarla kolay ilişki kuran, kurduğu ilişkiyi kalıcılaştıran bir kişiliğe sahipti. Bu bakımdan hem Çukurova’da hem de Antakya’da kültür- sanat yaşamının ortasında kısa sürede yerini almasını bildi. Düzenlenen birçok etkinliğe katkı sundu. Dostlarını çok yakından tanıdığı halkıyla tanıştırarak karanlıkları aydınlatmaya çalıştı.
Adnan Yücel’e biz de hemşerimiz gözüyle baktık. 2003’te başlattığımız 1. Antakya Edebiyat Günleri’nde Hatay edebiyatına katkı sunan 17 edebiyatçı ile birlikte Yücel’e plaket vermiştik. Eşi Ayşe Hanım, Adana’dan gelip plaketi almıştı.
Adnan Yücel bir soruya verdiği yanıtta “Anadolu, bütün dünyada uygarlığın beşiği. Anadolu’da yalnız çan ve ezan sesleri değil, su ve toprak, ateş ve hava sesleri de var. Şiirin bütün bu kültürel zenginliklerinden etkilenmesi doğaldır” der. Onun ütopyası; “Yarin yanağından gayri her şey” herkesindir bu yeryüzü sahnesinde.
Kimin sözü bilmiyorum, “Ozanlar gider, şiirler kalır.” Kuşku yok ki Adnan Yücel şiirleriyle hep yaşayacak. En doğrusu onu kendi dizeleriyle anmak: “Beni anlayacak kadar Kalabalık değil daha sokaklar. Bu yollar Ben yürümesem de yürünecek”
Onu ziyarete gittiğimizde, “niyetim yok kolay gitmeye” demişti. Hoşça uyu, sevgili kardeşim!