KENDİNE İYİ BAK KENDİNE DİKKAT ET

“Kendine iyi bak,” söz öbeğini, sıkça kullanırım hayatımda. Yıllar önce dil ile ilgili bir kursa gönüllü olarak katılmıştım. Kursun ilk dersinde hocamız /öğretmenimiz, bu kullanım şeklini nedense eleştirdi. Sebebi de şuydu: Biri, hocamıza bunu söylediğinde, “Neden ?! Ben hasta mıyım ki, kendime iyi bakayım?” şeklinde bir cevap verdiğini söyledi. Tuhaf geldi böyle bir cevap. İlk […]

“Kendine iyi bak,” söz öbeğini, sıkça kullanırım hayatımda. Yıllar önce dil ile ilgili bir kursa gönüllü olarak katılmıştım. Kursun ilk dersinde hocamız /öğretmenimiz, bu kullanım şeklini nedense eleştirdi. Sebebi de şuydu: Biri, hocamıza bunu söylediğinde, “Neden ?! Ben hasta mıyım ki, kendime iyi bakayım?” şeklinde bir cevap verdiğini söyledi. Tuhaf geldi böyle bir cevap. İlk dersten birbirimize ters düşmeyelim diye, düşüncemi söylemedim. Kurs da bitti, gitti. Bir daha konuşulmadı, tartışılmadı.

Daha sonra, “acaba ben mi haklıyım, yoksa hocamız mı?” diye TDK’ya baktım. TDK da, “Kendine iyi bak,” kullanımını pek doğru bulmuyor. Doğrusu, “Kendine dikkat et,” olmalıymış.

Sanırım müzik dünyasından da bu söz öbeğini duymuştum. Ahmet Kaya’nın şarkısı: Kendine iyi bak. Şiir, Ali Çınar’a ait. Şiiri yazıldığına, bestesi de yapıldığına göre kabul gören bir kullanım.

Bir insan trafiğe çıktığında, “Aman! Dikkat et, hızlı sürme!” gibi tavsiyelerde bulunuruz. Gerçi burada sözü edilen dikkat, sadece o kişi ile sınırlı değil. Başka şeylere de dikkat et: Yayalara, arabana, yollara, devlet malına… liste uzayıp gider. Issız, tekin olmayan bir yerden geçiyorsanız da söylenir: “Dikkat et! Köpek çıkabilir, kapkaççı çıkabilir,” gibi… Burada, “Kendine dikkat et,” ile kastedilen, belirli bir zaman dilimi ya da olası nahoş bir olay, diye düşünüyorum.

Hiçbir canlıya, yaratılıp yaratılmayacağı sorulmuyor. Benim ki de iş, hani. Henüz var olmayan bir şeye, “seni yaratayım mı, dünyaya gelmek ister misin?” diye sorulmaz ki,  sormayız ki… Doğada varlığını kazanmış her canlı, başka canlıların vasıtasıyla var oluyor. Hayattan bıkmış bir evladın, anne babasına, “Beni niye doğurdunuz? Niçin var ettiniz?” gibi bir serzenişte bulunması, pek doğru olmasa gerek. Ama ebeveyn olarak o evlada güzel bir gelecek hazırlamanın, olanaklar dâhilinde güzel bir hayat sunmanın sorumluluğu bizde. Mademki onun var olmasına neden olduk. O zaman ömrümüzün sonuna kadar bunun sorumlusuyuz. Ralph Waldo Emerson’a (1803-1882), başarı nedir diye sormuşlar. Yazar, başarı için kendine göre bir açıklama yaptıktan sonra, sonunu şöyle bağlar: “… tek bir kişi bile olsa, birinin sizin varlığınızdan ötürü daha rahat nefes aldığını bilmektir. İşte bu başarılı olmaktır.” Biz başarı peşinde değiliz, değiliz ama zaten tek bir kişinin bizim varlığımızdan, daha rahat nefes aldığının farkındaysak, bunu sağlıyorsak ne mutlu bize! Başarı, kısmen de olsa kendiliğinden geliyor demektir. Peki, sorumluluğu sadece bir kişi ile mi, çocuklarımız ile mi sınırlı tutacağız? Elbette hayır. Bu gezegen üzerinde varlık bulmuş, iyi ve güzel, canlı ve cansız her şeyin devamı için, yaşaması için herkesin bir sorumluluğu var. İşte o yüzden kendimize iyi bakmalıyız. Bir insan, kendine nasıl iyi bakar? Yüzlerce cevabı var bu sorunun. Önce sağlık. Yemeden, içmeden başlamak gerek sağlık deyince. Çevremizde yenecek içecek pek çok şey var. Biliyorsunuz, faydalı da olsa her şeyin fazlası zehir! “Susuz hayat olmaz, olamaz,” dile pelesenk olmuş bir başka söz öbeği. Ama suyun fazlası bile zehir. Çocuk işçi olarak çalıştırıldığım bir lokantada, 10 yaşlarında bir çocuk işçiye, 1.5-2 litre hacimli bir su sürahisini on dakikada içmesi halinde, bir porsiyon baklava ikram edileceği sözü verilmişti. Çocuk da içmiş, bir iki dakika sonra midesi bulanmaya ve kusmaya başlamıştı. Su bile onu zehirlemişti. Keza bir hastaya, hastane koşullarında fazla serum verirseniz, onu da su ile zehirlemiş olursunuz. Bir insanın, günde alması gereken kalori belli. Herkes bir yerlerden bunu öğrenip hayatta uygulayabilir. İçecekler için de aynı şey geçerli. Fazla uzatmadan, her şey ölçüsünde yenmeli, içilmeli. Tıp fakültelerinde, koruyucu sağlık hizmetlerinin, tedavi edici hekimlikten daha önemli olduğu öğretilir öğrencilere. Anlamı: kendinize iyi bakın, topluma iyi bakın; bakın ki ilaçla tedavi aşamasına gelmeyelim.  Sağlıklı bir beden için neler yapılması gerektiği, uzun uzun anlatılabilir ama buraya yazılacakların sonu yok. Bir de bu bedenin ruhsal olarak da sağlıklı olması gerek. Doğanın kirletilip katledildiği; savaşların dur durak bilmeden sürdüğü; bebelerin, çocukların, kadınların göz kırpmadan yok edildiği bir dünyada ruhsal olarak sağlam durmak mümkün mü? İnsanın, kendi türüne ve diğer canlılara çektirdiği acının farkında olup, ruhsal olarak sağlam durması mümkün mü? Çok zor! Çok zor olsa da, işte saydığım birkaç sorun ve saymadığım onlarca, yüzlerce, binlerce sorunla mücadele etmek için kendimize iyi bakmalıyız. Ben bunu bir sorumluluk olarak kabul ediyorum.

Albert Einstein (1879-1955) der ki: “Aptallara göre insanlar; ırk, cinsiyet, milliyet, yaş, statü, renk, din ve dil başta olmak üzere sekizden fazla kategoriye ayrılırlar. Oysa olay bu kadar karmaşık değildir. İnsanlar sadece ikiye ayrılırlar: İyi insanlar ve kötü insanlar.”

Biz iyi insanların, söz ettiğim ve etmediğim sorunlarla mücadelesinde her fert, tehlikelerle karşı karşıya. Çünkü bu mücadeleden rahatsız olan kötü insanlar her yerde, her zaman olacak, biz iyilere kötülük yapmak isteyeceklerdir. Yapıyorlar da!

Özetle kendimize iyi bakarken, kendimize dikkat de etmeliyiz.

Ekim 2023, Eskişehir

 

Exit mobile version