Türkiye’de, özellikle yaz aylarında astronomik bütçelerle birçok festival yapılıyor.
Bir zamanlar belde belediyelerimiz yaz aylarında sembolik bütçelerle özgün festivaller düzenlerdi.
Geçtiğimiz günlerde gerçekleşen Samandağ Evvel Temmuz festivali dışında ilimizde dişe dokunur bir festival kalmadı.
Kültür sanat aktiviteleri de yaz aylarında artış göstermesi gerekirken ne yazık ki iyice azalıyor.
Bizler de sınırlı olanaklarla yaz aylarında bir şeyler yapmaya çalışıyoruz.
1 Temmuz Cumartesi günü Mağaracık, Ayhan Kara Vakıf binasında koromuz unutulmayacak bir konser verdi.
6-7-8-9 Temmuz tarihlerinde Yalova’dan gelen on kadar konuk ve kentimizdeki edebiyatçılarla kentimizin farklı mekânlarında güzel etkinlikler yaptık.
Kültür ve Sanatın, bir ülkede demokrasi kültürünün gelişip serpilmesine çok ciddi katkıları olduğunu anlatmaya gerek yok sanıyorum. Bu yüzden, salt eğlenceyi hedeflemeyen, halkın kültürel düzeyini geliştirmeyi amaçlayan etkinliklerin sık sık tekrarlanması gerek.
Sanatın temel işlevlerinden biri insanların yaşamını daha dolu, daha gerçek yapmaktır. Sanat, yaşamımızı, yaşantımızı zenginleştirir. Okuduğumuz bir kitap, dinlediğimiz bir müzik parçası, izlediğimiz bir oyun bizi bencillikten, bireysellikten kurtarır, başkaları ile bütünleştirir.
Kısacası sanat, insanoğluna sevmeyi, acımayı, güzellikler karşısında coşkulanmayı öğretir.
Sanat, insanlar arasında bir iletişim öğesidir de. Sanatı seven insanlar ortak bir yerde birleşirler. Güzel sanatlarla uğraşan insanlar birbirlerine yaklaşırlar. Birbirlerini severler. İnsanlar birbirlerini severlerse, dünya daha güzel olur.
Cengiz Bektaş, izlediği bir filmi anlatmıştı bir yazısında. Başoyuncu, çocuğunu doğuracak “hamile” hanımı, İtalya’ya, Floransa’ya, götürüyordu. Orada Mikelanj’ın, ötekilerin yontularını, yapıtlarını gösteriyordu ona… güzel, çok güzel yapıtları izletiyordu.
Neden mi?
Doğacak çocuğun güzel olacağına inanmıştı, annesinin güzellikleri görmesiyle.
Doğal güzellikler bir yana, insan elinden çıkmış güzellikler içinde elbette daha insan olur insan. Daha kültürlü, daha yaratıcı, daha hoşgörülü olur. Bunun için sanat çok önemlidir.
Yalnızca yiyip içmekle, sevişip uyumakla insan olunmuyor. Bir yerde yaşayanların ne denli insan olabileceklerini anlayabilmek için o yerin insana neler verdiğine bakmak lazım.
Örneğin okulu, kitaplığı, dinleti salonu, kent kurulu (senato), alışveriş yerleri, tapınak çeşme, hamam, stadyum, gölgelikli oturma, gezinme, söyleşi alanları, çift sütunlu yollar, tiyatrosu, agorası, olmayan yere kent denmiyordu bir zamanlar. Niçin? İnsanlar daha da insanlaşsınlar diye.
Kıbrıslı yazar İsmail Bozkurt anlatmıştı: “Yıllar önce Moskova’daki Türk Büyükelçiliğine yeni büyükelçilik binası yapımı için toprak tahsis edilmişti. İşe başlanacağı gün, yöre halkı eylem yaparak çalışmaları engelledi. Eylemcilerin gerekçesi basit ama açık seçikti. Sözü edilen toprakta 150 yıllık bir “anıt” ağaç vardı ve ünlü Rus ozanı Puşkin, zaman zaman o ağacın altında oturup şiir yazmıştı.
Yetkililer yöre halkının duyarlılığına saygı gösterip Türk büyükelçiliğinden çalışmalarını durdurmasını istediler. Olay Türkiye ile Sovyetler Birliği arasında diplomatik bir sorun oldu. Sonunda Türk elçiliğine başka bir toprak tahsis edilerek sorun kapatıldı.
Puşkin’in, altında şiir yazdığı ağaç, toprağı ile birlikte koruma altına alındı. Sovyet halkının kültür varlıklarına gösterdiği bu duyarlılık ne denli önemliyse, halkın duyarlığını göz ardı etmeyen yöneticilerin yaklaşımı da o denli önemlidir.”
Tarihsel dokuların, yeşil alanların korunduğu, insanların birbirlerine olması gereken saygının çoğaldığı, yabancılaşmanın önlendiği, nitelikli insanların etkinliklerinin arttığı, kültür ve sanatla dolu günlerin yaşama biçimi haline geldiği kentler ve kent kültürleri… dileğiyle!