Bütünüyle her şey olmak ya da hiçbir şey…
Boş, kocaman bir kavis, bir elips, bir haykırış, bir özlem ya da daha fazlası
Bir özne her şey ama her sey diye irkilse, bir yüklem…
Buğulu bir camı yukardan aşağı süzse, çizgisine, buzlu görüntüsüne dokunup, çocukça hayallere dalsa…
Samimi sözcüklere sığınsa,
Doğaya,
Canlılığa,
Sessizliğe
Kalabalığın devirdiği sözcüklerden arınsa,
Yargılardan ve uğultudan
Yıpratan, hor gören, öteleyen buluşmalardan arınsa…
Adı konmamış bir simge bu, kendi bakışlarında uzayıp yiten bir aldanış
Uydurduklarımızın zihnimizde yarattığı görüntüyle avunuyoruz
Her yönden çağrışıma açık bırakıldığımız yarı baygın bir koroyla
Ama her birey kendine biçtiği rolü üstleniyor sonuçta…
Sokakta gezerken, okurken, sinemada yalnız başına insanları izlerken
Akıl yürütmek zorunda kaldığı gerçeği üstleniyor…
Zihnimize bastırılmış bir evrenle dolaşıyoruz ve belki karamsar duruşun kökeni bu…
Sınırlar, yükseltiler, enlem ve boylam karmaşası…
Yeni bir dünya hayali ve azda olsa iyimser bir sıçrayış
Gelişen teknolojiler, insan bilincinin depolanmasına yapılan atıflar
Ve belki bedenler arası veri aktarımı…
Ne uykudayız, ne de uyanık:
Biziz,
Başka bir şey değil işte…” diye yazmış Octavio Paz
Zaman değişiyor mu sahi?
İnsanlığın yarattığı tahribat azalıyor mu?
Göç
Yoksulluk
İşsizlik…
Ormanlar…
İstismar, şiddet ve kadın cinayetleri
Neyi bilmeli veya neyi bilmemeli, neyi okumalı, neyi izlemeli?
Gerçeği unutalı yıllar olmuş sanki
Sesi, müziği ve canlılığı unutalı yıllar…
Zamanı gözümüzde büyütmenin anlamsızlığı mı bu?
Geleceği ve yıkımı…
Hayallere sırt çevirmenin karşılığı mı yoksa…
Herkesin bir korunağı olmalı ama nasıl?
Klonlanmış bir kalabalık ağı, hangisine inansak soru işareti ve bir dolu açıklık
Tanımlanamayan cisim gibi… Ya da imkânsız bir başlangıç noktası…
Küçücük bir an, birden fazla düşüncenin yoğunluğuyla da okunabilir elbette.
Kendine doğru yürümek, Yaşamın kendisine doğru…
Uzunca bir koridordan yeni bir geleceğe…