İnsanın doğal bir hakkı olan özgür düşünmek, tarih boyunca zorba yönetimlerin en çok korktuğu şey olmuş, onu kendilerine göre biçimlendirmek, bastırmak, yasaklamak, yok etmek istemişlerdi.
Özgür düşüncenin en eski savunucularından Sokrates MÖ 399 yılında Atina’da kurulan bir mahkeme tarafından ölüme mahkûm edildi. İskenderiyeli kadın filozof Hypatia MS 415 yılında şehrin patriği tarafından kışkırtılan bir grup tarafından vahşice katledildi. Thomas More 1535 yılında Londra Kulesi’nde kafası kesilerek idam edildi. Giordano Brono engizisyon mahkemesi tarafından ölüme mahkûm edilmesinin ardından 1600 yılında Roma’da yakılarak öldürüldü.
Ünlü filozof Descartes’ın, “Düşünüyorum, o halde varım!” sözü bir meydan okumaydı. Düşünmek için insan kendi aklından başka bir şeye ihtiyaç duymamalıydı. Montesquieu düşünce özgürlüğünü en önemli özgürlük sayıyordu. Ona göre, insanın erdemleri, dinamik ve yaratıcılığı ancak özgür bir ortamda ortaya çıkar ve gelişebilirdi. Özgür olmayan bir ortam, kuşku, korku ve güvensizlik kaynağıydı.
Aydınlanmanın sembolü, yaşamı boyunca düşünce özgürlüğünü savunan, yobazlığa ve bağnazlığa karşı mücadele eden Voltaire, Rousseau’ya şöyle yazmıştı: “Söylediklerinizin hiçbirinde sizinle aynı düşüncede değilim; ancak onları söyleme hakkınızı ölünceye değin savunacağım”.
Emmanuel Kant, “Aydınlanma için özgürlükten başka bir şey gerekmez.” diyor ve şunları ekliyordu: “Bunun için gerekli olan özgürlüklerin en zararsız olanıdır. Aklı her bakımdan, kamunun önünde açık olarak kullanmak özgürlüğü: Ne var ki, dört yandan düşünmeyin diye bağırıyor: Subay düşünme talimini yap, papaz düşünme inan, maliyeci düşünme öde diyor. Oysa aklın kamu önünde kullanılması serbest olmalıdır. Aydınlanma ancak böyle sağlanabilir. Hiçbir kurum, insan soyunun aydınlanmasına engel olacak bir anlaşma yapamaz.”
Aydınlanma dönemi insanı, aklıyla var olmayı, kendi aklıyla ayakta durup kendi gözleriyle görmeyi seçerek mücadele içine girdi. Bilgiyi geniş çevrelere yaymaya, halka indirmeye çalıştı. Geleneğe, otoriteye, dinsel yönlendirmeye karşı çıkarak yerleşik siyasal, toplumsal, kültürel yapı ve düzenlerin temellerini sarstı.
Aydınlanma düşüncesi, ilk filozoflardan Herakleitos’a çok şey borçluydu. III. yüzyılda yaşadığı tahmin edilen Antik Yunan felsefe tarihçisi ve biyografi yazarı Diogenes Laertios’un yazdığına göre Herakleitos, hiç kimsenin olmadığı kadar kibirli ve kendini beğenmiş bir filozoftu; şunları söylemişti:
“Çok bilgi insanı akıllı yapmaz; öyle olsa, Hesiodos’u, Pythagoras’ı, Ksenohanes’i ve Hekataios’u akıllı yapardı. Bilgelik tektir, bilgelik tüm dünyayı her yerde yöneten düşünceyi bilmektir.”
Yalnız Antik Yunanda değil, tüm felsefe tarihinin en önemli filozoflarından biri sayılan Herakleitos, MÖ 535 – 475 yılları arasında doğduğu kent olan Efes’te yaşadı. Aristokrat bir ailenin oğluydu. Politikayla ilgilenen filozof, etkin görevler üstlendi. İktidarda bulunan zorba yönetimin yenilgiye uğratılmasında önemli rolü oldu. Demokrat eğilimli parti iktidarında, aristokrat partinin başında, anayasayı değiştirmek için harekete geçmiş; başarısızlığa uğrayınca, Efes yakınlarındaki Artemis tapınağına çekilerek dünya ile ilgisini kesmişti.
Bugünkü anlamda diyalektik görüşü ilk olarak ortaya atan filozof, evrenin bir logos (akıl) tarafından yöneltildiğini öne sürdü. “Evren boyuna akan bir süreçtir, başı sonu olmayan bir değişmedir, hiç durmayan bu değişme içinde kalan, sürüp giden hiçbir şey yoktur” diyordu. Temel düşüncesini, şu ünlü sözünde özet olarak dile getirdi:
“Her şey akar. Aynı ırmağa iki kez giremezsin, çünkü her girişinde, üzerinden yeni sular geçer.”
Ona göre ilk madde ateşti. Bilgelik ise, dünya düzeninin işleyiş biçimini anlamaktı. Özellikle Hegel ve dolaylı olarak Karl Marx üzerinde derin etkisi oldu. Anlaşılması hayli güç derin düşüncelerinin yer aldığı Doğa Üzerine adlı yapıtından, günümüze yalnızca bazı parçalar kaldı. Şair Alova bu parçaları şiir dili ile Türkçeye armağan etti. İşte, “Kırık Taşlar” adı altında bir araya getirilen parçalardan biri:
“En büyük üstünlük
bilgeliktir
doğru düşünmek
Doğru eyleyip
doğru söylemek
doğasına
göre kavrayıp her şeyi”