Nâzım Hikmet’in, “Kız Çocuğu” başlıklı şiirini ilk ne zaman okumuştum, hatırlamıyorum. Okuduktan sonra şiirin, benim için hiçbir anlam ifade etmediğini utanarak söyleyeyim. Çünkü artık hangi yaşta okuduysam, Japon Sadako Sasaki adlı kız çocuğu için yazıldığını bilmiyordum. Bilsem de hikâyeden bihaber olduğumdan, yine bir anlam ifade etmeyecekti.
“Kapıları çalan benim, kapıları birer birer
Gözünüze görünemem, göze görünmez ölüler
Hiroşima’da öleli oluyor bir on yıl kadar
Yedi yaşında bir kızım, büyümez ölü çocuklar
Saçlarım tutuştu önce, gözlerim yandı kavruldu
Bir avuç kül oluverdim, külüm havaya savruldu
Benim sizden kendim için hiçbir şey istediğim yok
Şeker bile yiyemez ki kâğıt gibi yanan çocuk
Çalıyorum kapınızı, teyze, amca, bir imza ver
Çocuklar öldürülmesin şeker de yiyebilsinler.”
Şiirin bestesini Zülfü Livaneli’den dinlediğimde de bir anlam ifade etmeyecekti. Ama artık o zamanlar, Sadako Sasaki’nin hikâyesini duymuştum; ancak şiirin onun için yazıldığını, yine bilmiyordum.
İnsan çocuk büyütürken, dur durak bilmeden süren savaşları, dünyanın çirkinliklerini ve kötülüklerini çocuğuna göstermek istemez. Veya en azından ben söz etmiyordum. Gidebildiği kadar gitsin, derdim kendime. Belki de doğru değildi ama erkenden yüzleşmesini istemiyordum nedense.
2020 veya 2021 yılı. Kızım, sekiz-dokuz yaşlarında. Piyano kursu için mahallemizdeki özel bir müzik akademisine gönderiyorum. Söz ettiğim yerde Sadako Sasaki’nin hikâyesini öğrenmiş. Sanki yeni bir şey keşfetmiş gibi heyecanla anlattı. “Kız Çocuğu” şiirinin, ne amaçla yazıldığını o sırada öğrendim ki, kendimi hem o zaman hem de şimdi hâlâ affetmiyorum. Kızım, öğrendiklerini, piyano ile çalmaya çalıştı epey bir süre.
2022 yılı eğitim ve öğretim yılında, devam etmekte olduğu özel okulun korosuna seçilmişti. Okula servisle gidiyor, servisle dönüyordu. Koro çalışmasının yapıldığı salı günü, öğrenci dönüşleri servisle değil, ebeveynler vasıtasıyla yapılıyordu. Koro bitmeden 8-10 dakika önce okula gidiyor ve içeri giriyordum. Hemen hemen her gidişimde, koro, “Kız Çocuğu” adlı eseri seslendiriyordu. Koronun yapıldığı sınıfın kapısı, havalar sıcak olduğu için genellikle açık duruyordu. Kapıya yakın durduğumda, iz düşümümdeki ip gibi dizilmiş öğrencileri, öğrencilerin önlerindeki ve arkalarındaki sıraları rahatlıkla görebiliyordum. Hem kızımı hem de diğer öğrencileri rahatsız etmemek, dikkati dağıtmamak için sınıfa yakın bir kolonun arkasına saklanıyordum. Koro çalışması sonunda bitiyordu. Doğal olarak önce öğretmen çıkıyordu.
Kızımın öğretmeniydi; “merhaba” mız vardı; hâl hatır sorardım. Bir gün, gayriihtiyari, “Hocam, ne zaman gelsem, koro hep bu şarkıyı seslendiriyor,” dedim. Dedimse de hemen pişman oluverdim. Pek hoşuna gitmedi; “Yaaa, farkında değilim. Aslında başka eserler üzerinde de çalışıyoruz ama onlara denk gelmiyorsunuz, demek ki,” dedi.
Sonraki salı günlerinde, artık bu eser seslendirilmedi veya erken seslendirildi de bana denk gelmedi.
2023 yılı ocak ayının son haftasında, sömestr tatiline girildi. 6 Şubat 2023’te okullar açılacak ve ikinci döneme başlanacaktı. Deprem nedeniyle okullar açılmadı, açılamadı… Gök gürlemeli şiddetli bir yağmurun dur durak bilmeden yağdığı bir gecede, eşyalar, insanların üstüne yağmur gibi yağdı. Evler, hastaneler, okullar yıkıldı. Müzik öğretmeni öldü, başka öğretmenler öldü, öğrenciler öldü, veliler öldü, insanlar öldü… Bir şehir öldü.
Yaşam ne kadar tuhaf! Okuduğunuz bir şiiri, sıradan bir şiir gibi okuyorsunuz. Aradan yıllar geçiyor ve o şiir, hayatın(ızın) sayısız ağır yükünden birkaçını alıp sırtınıza bindiriyor. Ama yaşamın güzelliği de burada. Taşıdığınız bu yükler acı verirken, altında ezerken; hüzünle, acıyla, gözyaşıyla sıvanmış buruk bir haz, buruk bir huzur da veriyor. İyi ki ben bu şiirin hikâyesini öğrendim, bestesini dinledim, Sadako Sasaki’yi gıyaben tanıdım, kızımın müzik hocasını tanıdım, pek çok koro çalışmasının hiç olmazsa finallerini dinledim…
Şimdilerde kızım, ne zaman bu eseri piyano ile çalsa; doya doya, sarsıla sarsıla, hüngür hüngür ağlıyorum…