Anadolu’yu “Gezilip görülme” edebiyatından kurtaran, gerçek bir halk aydınlatmacısı, toplumcu- gerçekçi edebiyatımızın büyük ustası Fakir Baykurt, 15 Haziran 1929’da Yeşilova’da (Burdur) doğmuş, 11 Ekim 1999’da Almanya’nın Essen kentinde yaşama veda etmiştir.
Onu ilk kez Yılanların Öcü, Kaplumbağalar ve Tırpan adlı romanlarıyla tanımıştım. Yılanların Öcü’nü lise, Kaplumbağalar’la Tırpan’ı ise üniversite yıllarında okumuştum. 1958’de Yunus Nadi Roman Ödülü’nü kazanan Yılanların Öcü ’nün daha sonra filmini izlemiştim büyük bir hayranlıkla. Film, köy gerçeğine, toplumsal gerçeklerin yansıtılmasına düşman olanlarca tepkiyle karşılandığı için yasaklanmış ve ancak rahmetli Cemal Gürsel’in emriyle gösterime girebilmişti.
Türk edebiyatının en önemli isimlerinden biri olan Fakir Baykurt, köy insanının iç dünyasını eserlerinde yansıtan bir yazardır. Yaşamı boyunca toplumsal ilişkilere, adaletsizliğe ve insanın özgün gerçekliğine odaklanmıştır. Eserlerinde köylünün günlük yaşamı, toplumsal adaletsizlikler, eğitim sorunları ve doğa ile iç içe bir yaşam konu edinilmiştir. Baykurt’un kaleminde köy insanının sade dili ve içtenliği, okurlarıyla derin bir bağ kurmasını sağlamıştır
Baykurt, ürünlerinde köy hayatında ve köylü insanın iç dünyasını doğurmuştur. Bu sayede Türk edebiyatına köyün ve köylünün kadınının portresini sunmuş ve bu kesimin yaşam mücadelesini, birlikte yaşadıklarını okuyucularına aktarmıştır.
Köy enstitüleri deneyimine sahip olan Baykurt, ürünlerinde bu eğitim kurumunun yönetimi ve işleyişini anlatmıştır. Eğitimin değişebileceği nasıl bir dönüşüm yaratılabileceği ve toplumsal kalkınmada nasıl bir rol oynadığını işlemişti
Baykurt’un eserlerinde uyguladığı dil ve anlatım tarzı, sade bir dil ile köylü insanın dünyasını doğrudan okuyucuya aktarmıştır. Bu tarzla Türk edebiyatında yeni bir anlatım geleneğinin ortaya çıkmasına katkı sunmuştur.
Baykurt’un eserleri, sadece köylü kesime değil, geniş bir okuyucu kitlesine hitap etmiştir.
12 Mart öncesinde TÖS, 12 Mart sonrasında TÖB-DER’de genel başkanlık yaptı.
Daha öğrencilik yıllarında, köy enstitüsünün dergisine şiirler yazmaya başlamıştı (1946). Ardından öyküleri ve romanları geldi. Adının dergilerde görülmeye başladığı yıllar, Türkiye’de çok partili döneme geçiş sancılarının yaşandığı yıllardır.
Mahmut Makal’ın “Bizim Köy”(1950), ardından Talip Apaydın’ın “Bozkırda Günler”i (1952) bu yılların ürünü.
Fakir Baykurt durmadan yazdı, çok yazdı. Yazdıklarıyla çığır açtı. Bunu toplumsal bir görev sayıyordu. Yapıtlarının çoğu ödüller aldı. Yazdıkları sinema ve tiyatroya uyarlandı.
Genç bir öğretmen olarak gittiği Şavşat’ta Efkar Tepesi’ni yazdı. Yılanların Öcü daha sonraları bir üçlemeye dönüştü. (Yılanların Öcü- Irazca’nın Dirliği- Kara Ahmet Destanı), Kaplumbağalar, Kır Abbas adlı bir köylünün yaşam karşısındaki örnek duruşuydu. Amerikan Sargısı ince bir ironinin, güldüren ama güldürürken düşündüren bir yapıtın adıydı.
On binlerce Kağnı çağdaş bir masal seçkisiydi. Burdur ve yöresi daha sonra tek yapıtta toplanan “Çilli” “Karın Ağrısı”, “Cüce Muhammet”te anlam buldu. 12 Mart askeri yönetimi “İçerdeki Oğul”u yazdırdı.
Onurlu yaşamını sekiz ciltlik bir yapıtta toplar.
12 Eylül öncesi ülkemizde yaşanan karmaşada pek çok genç ve aydınımız haince bizlerden koparılmıştı. Bir gün sıranın kendisine de geleceğini düşünen Fakir Baykurt çok sevdiği ülkesini, insanını geride bırakarak Almanya’nın yolunu tuttu. Barış Çöreği, Gece Vardiyası, Yüksek Fırınlar, Koca Ren, Yarım Ekmek, Duisburg Treni, Bir Uzun Yol, Yeni Kölelik mi? Telli yol gurbette yazdığı yapıtlar. Duisburg kentinde dinlendiği kahve, günümüzde “Fakir Baykurt Kahvesi” olarak biliniyor.
Fakir Baykurt’u unutmadık, unutmayacağız.