Konuya kaldığım yerden devam ediyorum.
Görüldüğü gibi, ayette yanlış yola sapmış toplumların idarecilerinin diktatörlüğe yöneleceği, çünkü özellikle toplum ileri gelenlerinin, idarecilerin yanlışlarında akıllarını ve eleştirel yaklaşımlarını kullanmayıp, ona karşı çıkmayıp itirazsız uydukları üzerinde durulmakta ve bu davranışın da idareciyi diktatörlüğe yönelteceği vurgulanmaktadır.
Yukarıda değindiğim Bakara-104. ayete göre Allah, halkın seçtiği yöneticinin halkın görüşü ve sesine önem vermemeye başlamasını ve keyfi kararlar almasını, elem verici bir azap ile cezalandıracağını belirtmektedir ki, bu ilâhî uyarının her ülkenin idarecileri tarafından önemsenmesi gerekmektedir. Bu duruma göre Kur’an açıkça halkın idare konusuna müdahil olması demek olan Cumhuriyet idaresini vurgulamaktadır.
Gerçek Cumhuriyet idaresinde, idareci diye seçilen hükümet, halka hizmet eden devlet kurumlarının doğru çalışmalarını sağlamak içindir, halka hükmetmek için değil. Çünkü demokraside, gerek idareciler tarafından, gerekse diğer kişilerce, başkalarını rahatsız etmemek şartıyla hür yaşamak ve inanç özgürlüğü vardır. Buna göre de devlet, Al-i İmran-7. ayette tanımlanan ve zaman ve zemine göre değişken özellikli olan müteşabih mesajlara ve bunların yorumlarını yasa olarak koyup, bütün toplumu bunlara uymaya zorlayamaz. Ancak bütün bu yorumlara aynı mesafede kalır, dinin yozlaştırılmasını, din ile aldatmaları, dinin istismar edilmesini, aşırılıkları, gruplaşan grupların zorlamalarını engelleyici önlemler alır ve bu çerçevede yasalar hazırlar. Ve İslâm dini, böylece oluşturulacak özgür, sorgulayıcı, eleştirel akıllı, güvenli ve adletli bir ortamda yükselir diye düşünüyorum. Benim Kur’an’dan anladığım Laiklik de budur. Bakara-104. ayettekine benzer vurgu, Nisa-46’da da yapılmaktadır.
Nisa-46. Bunlardan özellikle kitaplardaki gerçekleri değiştiren veya gizleyenler (ulemalar), Seninle karşılaştıklarında “Senin söylediklerini duyduk, fakat önemsemiyor ve duymamış gibi yapıyoruz” deyip dinle ilgili bildirdiklerinle alay ettikleri gibi, “oldu olacak gel de bizi sürü gibi güt /raina” diyerek Seninle alay da ediyorlar. Halbuki onlar saygılı bir dille Sana “Senin bildirdiklerini duyduk ve kabul ediyoruz” ve “unzurna” “İdarecimiz olarak bizi dinleyip görüşlerimizi de alarak ve bize danışarak bizi yönet” deselerdi, kendileri için daha hayırlı olurdu.
Hz. Muhammed, şu sözü ile idareci ve toplum ileri gelenlerinin önemine değinmiştir; “İmamlarınız müstakim (doğru yolda) olduğu müddetçe bakisiniz.” deyince “İmamlar ne demek?” sorusu ile karşılatı ve “Kavmindeki reisler ve eşraflar var ya, halka emrederler, halk da onlara itaat eder?” “Evet!” “İşte onlar imamlardır” diye cevaplandırdı-Kütubu sitte-5914″
Şura-38 nci ayette bulunan “Onlar işlerini şura prensibi gereği aralarında danışarak /tartışarak çözerler” cümlesi, Kurtuluş savaşı sırasında kurulan 1 nci TBMM’de Başkanlık kürsüsünün arkasında yazılıydı. Çünkü Atatürk, Kur’an’a ve Kur’an’daki Gerçek İslâm’ın ne olduğunu çok iyi bilen gerçek bir dindardı. Örneğin Atatürk’e, “yeryüzünde en hayran olduğun insan kimdir” diye sorulduğunda “Şüphesiz ki Hz. Muhammed’dir” diye cevap vermişti. Yine “Hz. Muhammed’in bir avuç imanlı Müslüman ile mahşer gibi bir kalabalık ve alabildiğine zengin Kureyş ordusuna karşı Bedir Muharebesinde kazandığı zafer, fani insanların kârı değildir. Onun peygamberliğinin en kuvvetli delili işte bu savaştır.” diyerek de hayranlığını ifade etmiştir. Atatürk, Kurtuluş Savaşından sonraki Türkiye Cumhuriyeti Devletini kurma aşamaları ve Cumhurbaşkanlığı döneminden başlamak üzere Hz. Muhammed’in bu ekiplere danışma prensibini eksiksiz uygulamış ve akşamları Çankaya’da o gün tartışılacak bir devlet veya yenilik konusuna uygun uzman kişilerin davet edildiği yemekli toplantılar düzenlemeyi alışkanlık şeklinde çok sık yapmıştır. Buradan edindiği görüşleri, kendi görüşleri ile harmanlayıp, daha sonra da TBMM’inde de tartışmaya açtırmıştır.
Atatürk’ün gerçekleştirmiş olduğu tüm devrimsel yeniliklerin temelinin Kur’an, dolayısıyla da Kur’an’a hakim oluşu olduğunu düşünüyorum.
Kişi veya bir grubun aşırı ve denetlemesiz, sadece yetkisine dayanan bir idare şeklinde (padişahlık, dini veya kanaate dayanan hükümler verilen başkanlık) diğer kişilerin tek amacı olur, o da bu kişi veya gruba yaranmak çabası. Bu yaranma çabası içinde olmak, beraberinde kişilerin özgür iradeleri ile ve herhangi bir baskı hissetmeksizin karar vermeyi, işini severek yapmayı, yaptığı işten zevk alma ve gurur duymayı engeller. İdarecinin etrafındaki kişiler ve halk, tek yetkili kişi veya gruba yaranmak uğruna aldatma ve göz boyamayı kendine prensip edinir. Zamanla kişiler düşünmeyen, bir görüşü tartışamayan, otoritenin her dediğini mutlak sayıp olduğu gibi kabul eden (Kur’an’ın açıkladığı gibi davarlaşmış) bir konuma gelirler. Çünkü otoritenin görüşlerine karşı gelmek yasaktır veya günahtır, belki de kurum veya vatan hainliğidir. Bu bireylerde eleştirel akıl ve sorumluluk olmayacağından öğrenme, bir şeyler üretme, yapıcılık ve hem kendine, hem de topluma yararlılık uğraşları canlı ve yeterli olmaz. Onbeş gün sonra başka bir konuda inşallah tekrar birlikte olmak üzere.
Kur’an’ın önermiş olduğu ve kula kulluğu kaldırıp, yerine sadece Allah’a kulluğu isteyen bu Cumhuriyet ve bunu tamamlayan demokrasi prensibi, yani halkın yasalar önünde eşit olduğu, adaletin hakça uygulandığı kuralı, Hz. Muhammed’in vefatından sonraki halifelik döneminden başlamak üzere rafa kaldırılmaya başlanmış ve oluşmuş olan yeni devletin idareci ekibini biattan /oy vererek seçmekten ziyade, güçlü olana dönüştürülerek çiğnenmeğe yönelmiş ve yasaların eşit uygulanması rafa kaldırılmıştır. Liyakat gözetilmemiş ve yandaşlık öne çıkarılmıştır. Emeviler ve Abbasiler tarafından da hanedanlık krallığına ve din temelli idareye dönüştürülmüş halde devam ettirilmiştir.
Halbuki adaletli davranışın çok önemli olduğu Kur’an’da birçok ayette (Sad-22, 26, A’raf-29, Mümin-20, Nahl-90, Nisa-58, 105, 135, Maide-8, 42, Enbiya-78-79) vurgulanmıştır.
Nisa-135. Ey iman edenler! Kendiniz, ananız-babanız ve yakınlarınız aleyhinde bile olsa, hakimlik veya şahitlik ederken Allah’ı düşünerek adaleti uygulamaktan şaşmayın. Ve şunu aklınızdan çıkarmayın, hâkimlik veya şahitlik yaptığınız kimseler ister varlıklı olsun, ister yoksul ol¬sun, Allah her iki tarafa da sizden daha yakındır. Öyleyse, kişisel çı¬kar ve nefsinize uyarak gerçekleri saptırıp taraflı davranmayın. Eğer gerçeği çarpı¬tırsanız, bilesiniz ki Allah yaptıklarınızdan her an haberdardır.
İlahî sistemin uygulamasında, yasalara göre eşit hakta oluş yanında, ayrıca herhangi bir konuda hak dağıtımında ise eşitlik değil, yine adaletli davranma prensibi söz konusudur. Gerek din denilen muhkem /değişmez ana kuralları uygulamada olduğu gibi, gerekse her bir fırsatı değerlendirme de kişinin yeteneğine ve gayretine bırakılmakta ve buna karşılık olacak kazanımının verilmesinde adaletli ve oldukça titiz davranılmaktadır.
Nisa-124. Buna karşılık erkek olsun, kadın olsun her kim iman eder ve salih ameller gerçekleştirir ve mümin olmayı başarırsa, karşılık olarak Cennet’e girer ve kendisine en ufak bir haksızlık /zulüm de yapılmaz.
Ve hak gaspı yapılmaması da önemli bir demokrasi kuralı olmaktadır.
Şuara-181. “Ölçüyü tam yapın. Kandıranlardan /hak gasp edenlerden olmayın”. 182. “Daima doğru tartan bir terazi ile tartın”
NOT- NÖVAK Vakfımızın kitaplarının gelirleri ile Eskişehir Tıp Öğrencilerine burs veriyoruz. Özel günlerinizde kitaplardan alır veya hediye ederseniz bize destek olur ve öğrenci sayımız artar: “DİN VE BEYİN”, “SON DAVET KUR’AN Tercümesi”, “KUR’AN KADINI KORUYOR”, “OKU! Konularına göre Kur’an ayetleri”, “KUR’AN’IN KULU KÖLESİ MEVLANA”, “TEVRAT VE İNCİL’DE ÖNCEKİ İSLAM”, “KUR’AN VE SON İSLAM”, “ALLAH İLE ANLAŞMAMIZ VAR” ve “ALLAH’TAN ALACAKLI OL”