“Letting go” ve Olimpos  

“Letting go” dünyada 10 kişinin falan hatırladığı bir film heralde; kayıplarının ardından bir terapi grubunda tanışan iki orta yaşlı insan, Kate ve Alex aşama aşama geçmişleriyle yüzleşirken aralarında yavaş yavaş bir dostluk ve aşk filizlenir. Finalde Alex’in “in my life” çalarken ağlayarak ölen karısının fotoğraflarını yaktığı kısım, terapinin son aşamasıdır.   Buna dramada “ruhun karanlık gecesi” […]

“Letting go” dünyada 10 kişinin falan hatırladığı bir film heralde; kayıplarının ardından bir terapi grubunda tanışan iki orta yaşlı insan, Kate ve Alex aşama aşama geçmişleriyle yüzleşirken aralarında yavaş yavaş bir dostluk ve aşk filizlenir. Finalde Alex’in “in my life” çalarken ağlayarak ölen karısının fotoğraflarını yaktığı kısım, terapinin son aşamasıdır.   Buna dramada “ruhun karanlık gecesi” deriz. Özgürleşme gerçek bir karanlığın ardından başlar.

Bir şeyler denk geldi ve yıllardır görmediğim yerlerle, arkadaşları gördüğüm bir 20 gün geçirdim. Otobandan ayrılıp Olimpos’un görkemli vadisine girerken bu dünyadan çıkmış gibi hissedersiniz. Önceden tasarladığım gibi arabada yüksek sesle “whiter shade of Pale” çaldım. Ve son gelişimden 13 yıl sonra her şey o anda büyülü bir şekilde geri döndü. Sanki 1 dakika bile geçmemiş gibi. Zaman kendimize söylediğimiz en büyük yalandı.  Çardakların altında kitap okuyan, kimi gezgin, günü birlik yaşayan, bir köpek gördüğünde en yakın arkadaşıyla karşılaşmış gibi sevinen, bu garip, zamansız, ülkesiz insanların gelecekten gönderildiğine tekrar inandım. Ve eski dostlar; yüzlerinde birkaç yeni çizgi, o tanıdık gülümsemeler ve kabullenişle, yağmur yağarken sahilde beraber Pink Floyd dinledik, bunu yeniden yapamayacağımıza o kadar inandırmıştım ki kendimi, “bugün ölmekten korkuyorum” dedim bir arkadaşıma.  Kant mı söylemişti?; geçmişi adeta fiziksel bir şey gibi yanımızda taşırız. “Letting go” bırakıp gitmek diye bir şey yoktur aslında. Yaşanılanlar bir sayfa gibi kimliğimize eklenir ve bir gün kendi başyapıtımıza dönüşürüz. Dönmekse bir müessese olarak kesinlikle vardır, var olmalıdır. İçimizden geçen zamanı kavrayabilmek ve ilerleyebilmek için. Sazdan barda Bob Dylan “I want you” çalar, Soğuk biranızdan bir yudum alır, Olimposun ışıklı gökyüzüne bakar ve şükredersiniz. Her şey, ama her şey için.

 

Exit mobile version