Mazbatalar Hazır!

Şimdi sıra kentin kendisinde Kazananlar mutlu… Kaybedenler üzgün ve elde kalanları toparlama adına hesap-kitap peşinde! Ne oldu? Nasıl oldu? Nedenler neydi? Yapılan hata hangisiydi? Evet… 31 Mart Türkiye’sinin en güney ucunda oturanlar ve yaşayanlar olarak, biriken soruların, en çok da beklentilerin bugünden yarına ne olacağını soralım biz de! Sorularımız, ‘mazbata’ almayı bekleyenler için gelsin! “Tiyatrocular […]

Şimdi sıra kentin kendisinde

Kazananlar mutlu… Kaybedenler üzgün ve elde kalanları toparlama adına hesap-kitap peşinde! Ne oldu? Nasıl oldu? Nedenler neydi? Yapılan hata hangisiydi? Evet… 31 Mart Türkiye’sinin en güney ucunda oturanlar ve yaşayanlar olarak, biriken soruların, en çok da beklentilerin bugünden yarına ne olacağını soralım biz de! Sorularımız, ‘mazbata’ almayı bekleyenler için gelsin!

“Tiyatrocular tiyatrolarının, bisikletçiler bisiklet yollarının, Kuzey Ormancılar ormanlarının derdinde tivitler gönderiyor. Mimarlar ve şehirleşme ile ilgilenenler de, gönüllerinden geçenleri yazıyorlar. Açıkçası benim beklentim çok düşük. Beklentimi düşük tutmaya çalıştığım ya da bir beklentim olmadığı için değil, -eh artık yaş gereği- Türkiye gerçekleri ile çok yerde yüzleştiğim için belki. Her yere bisiklet yolu yapılması, bir anda kent peyzajının toparlanması gibi beklentilerim yok doğrusu. Dikey bahçelere son verilmesi, önemli meydanların nitelikli bir çevreye kavuşturulması, bir de kaldırım müdürlüğü kurulması gibi eylemlerle adımlar atılsa, iyi bir başlangıç olurdu.”
Bir mimarın paylaşımına ekli tespitlerine Antakya adına katılmamak mümkün mü? En çok da ‘kaldırım müdürlüğü’ noktasında dururken ve eldeki ‘reklam tabelalı’ kaldırımlara rampa diye işaret edilen ‘asfalt eklemelerle’ iç içe yaşarken!
Mimarlık ve şehirleşme ikilisinin çok da başarılı ilerlemediği bir kentte yaşarken, mimarların ne düşündüğü o anlamda çok önemli. O zaman, bir başka mimar paylaşsın, ‘kent ve mimari’ ikilisinin birlikteliğini, ayrı düştüklerinde başa gelenleri…
“Cehalet ve erdemin kentteki yansıması her zaman nettir. Cahil kentler ve cahil kentin yöneticileri, kenti imar ederken; etik, estetik ve inanç değerlerini gözetmez. Gözettiği tek şey ‘ihtiyaç’tır. Maddeye, mekana, malzemeye ve tasarıma ‘satılabilir’ piyasa değeri açısından bakar. İlkel teknoloji döneminde de böyle idi, bugün de değişmedi.
Ama erdemli kent ve erdemli kent yöneticileri, kenti imar ederken; önceliği etik, estetik ve inançsal değerlerin nasıl yansıtılacağına verir. Birincisi, yani cahil kentte, ‘kalkınma’ merkezli kent ve imar yaklaşımı varken, erdemli kentte ise imar faaliyetinin her alanına ‘iyi’nin hakimiyeti ve yansıması merkeze alınır. Cahil kentte, mimari malzeme ve tasarım sadece bir nesnedir. Ama erdemli kentte, mimari malzeme ve tasarım, bir mesaj vermek üzere tasarlanır. Çünkü doğanın içinde yer alan her şey zaten kendi ‘lisan-ı hali’ ile mesaj içermektedir. Bütün evren ve içindekilerin verdiği mesaj tevhid ve yaratıcıya itaat mesajıdır. Onun için de tevhidi medeniyet ilkesinde, mimari ve kent imarı tasarlanırken varlıkların mesajı korunmalı ve daha belirgin hale getirilmelidir.
Kentin, bütün bir yaşam alanı bu minvalde tasarlanmalıdır. İnsan ilişkileri, alışveriş mekanları, eğlence mekanları, kütüphaneler ve dinlenme mekanları, bu tasarımın dışında düşünülmemeli. Bir beton yığını haline dönüşmemesi için, kentin imar yapısı, doğal haline, yani yaratılmış duruma ve amacına uygun tasarlanmalıdır.”
-İSTİYORUZ!-
Peki, mimarların netleştirdiği tablonun Antakya gerçeğinde yaşayanlar, 31 Mart sonrasının kentinde ‘görevlerine kaldıkları yerden devam edeceklerden’ ya da ‘yeni başlayacak’ olanlardan ne istiyor? İçinizden, ‘çok şey’ diye geçirdiniz mi? Aslında bunu ifade edenleriz! Zira başka kentlerde yaşananları biliyoruz ve bizler de ‘daha iyisi’ adına ‘neden olmuyor’ sorusunu soruyoruz. En çok da… Avrupa’nın birçok kentinde toplumun neredeyse yarısı, işine ve okuluna bisikletle giderken, ama bunu da bisiklet yolları üzerinden gerçekleştirirken! Bizde mi? Bisiklet adeta bir dekorasyon unsuru! Hem belediyeler, hem kullananlar açısından! O yüzden ‘bisiklet yolları neden yok’ sorusu hala rafta!
Şimdi sıra istenenlere gelsin, isteyenlere gelsin…
O.L. > Ege kasabalarını ve yaşam tarzlarını çok seviyorum. En çok da organik tüketim alışkanlıklarını. Sağlıklı bir yaşam tarzı ve bizler gibi çok et tüketen, baharatlı yiyecekleri tercih edenlere biraz uzak! Aslında ‘ne istersiniz’ sorusuna çok şey eklenebilir belki, ama ben, son Ege turumda gördüğüm bir şeyi isteyeceğim. Organik Pazar! Belediyeler bence bunu düşünüp hayata geçirebilir. Çok keyif aldığımı hatırlıyorum. Sadece köylülerin, direkt tarlasından ürünü getirenlerin olduğu bir Pazar. Yani burada pazarcı yok. Sadece üretici var ve siz… Olmayacak bir şey değil. Hem bu kentin gastronomisi adına da keyifli bir sayfa açar.
N.M. > Bir kere daha mı konuşmuştuk? Konu 31 Mart öncesi ya da sonrası olmamalı bence! Bir ihtiyaç varsa vardır! Yoksa yoktur! Söylediklerimi hatırlıyorum, ama şu an onlara dair hala bir şey yapılmadığını da. O yüzden başka bir şey demiyorum. Desem de, değişeceğine inanmıyorum.
K.Y. > Bir yerde okumuştum… Şöyle… “Evimizin yakınında park olsun. İstisnasız herkesin isteyeceği bu basit talep karşılanamıyor. Karşılanamadığı gibi bu basitlik unutuldu bile, kimsenin bu temel ihtiyacı dillendirdiği yok. Gri şehirlere razı oldu toplum.” Haklı. Küçük küçük parklar yapıyoruz ama, park algımız da garip. Birkaç bank ve ağaç! Peki, çiçek niye yok? Bir de oyun alanlarında zeminler neden standart değil? Gördünüz mü? Tuttuğunuz her şey elinizde kalıyor!
B.Ö. > Biz hep ne diyoruz? “Engellilerin sokaklara çıkabilmesini sağlamalıyız.” Ama şöyle de bir şey
var ki, çok konuşmuyoruz! Engelsizlerin yürüyebilmesi de o kadar temel bir konu ki. Düşünün ki, bazı kaldırımların orta yerinde, sizin yürüme noktanıza koca koca reklam tabelaları ekleniyor. Niye? Para kazanacaklar! Tamam da benim alanımı işgal etmeden yap bunu! Yapamıyor musun? O zaman hiç yapma!
I.F. > Turizm sektöründeyim. Dışarıda böyle dediğimde, ‘tarihi bir kentte bu işi yapmak ne büyük şans’ diyorlar bana. Haklılar aslında. Ama bakımsızlığımızı da bilseler! Gelenleri hangi yoldan götüreceğimizi şaşırıyoruz. Bir de kötü tarafı, turist dediğin hep fotoğraf çekiyor ve bizde birçok şey çok kötü durumda. Tarihi evler, evlerin arasından giden yollar, mevcut yollar, tarihi mekânlar… Plansız, programsız ilerliyoruz. Bir kere ortak bir politikamız yok. Vakıf İşhanı yüzünden kurumların kavgalı hali bunun en somut örneği! Sizde okuduğum bir haberde şöyle bir cümle vardı… ‘batıya döktünüz dökeceğiniz betonu da, bari kentin doğusunu karıştırmayın bu çabaya…’ Gerçekten de böyle!
G.D. > Ben dikey bahçe istemiyorum. Daha çok ağaç olsun, daha fazla yeşil alan yaratılsın istiyorum. Ne o öyle, duvara ya da kaldırımlara ekliyorlar, garip garip! Aslında her şeyimiz garip! Habib-i Neccar’da o tarihi evlerin restorasyonu önüne palmiye diktik ya… O yüzden her şeyimiz garip! Geleneksel olana sahip çık, ama o gelenekselin önüne palmiye dik! Yok muydu bu kentin meyve ağacı, zeytini? Herkes bir şeyler yapıyor yapmasına da, kimse bir diğeri ‘ne yapıyor’ diye bakmıyor! Sorun bu! Bunu çözsünler, başka da bir şey istemiyorum.
H.Ö. > Geçen bizim çocuklar gitmiş, sizin haber yaptığınız bir yere. Manastırın olduğu yere. Hala çok bakımsızmış galiba. Çocuklar, çöpleri toplamak istemişler ama, başa çıkılacak gibi değilmiş. Üzülmüşler. Çektikleri fotoğrafları Valiye, Belediye Başkanına falan göndermek istemişler önce, ama sonra vazgeçmişler. Eksiğimiz çok. Söylenecek şey de… Ama alacakları mazbata, benim en son konuşacağım şey! Hayırlı olsun hepsine!
G.R. > Herkesin derdi başkadır, isteği de! Ben tek bir şey istiyorum, ama belediye başkanlarından değil, ama turizm adına ilgili ya da sorumlu kim varsa, onlardan… Başka ülkelerde varmış sanırım! Tarihi alanların antik dönemdeki hallerini gösteren sanal gerçeklik simülasyonları! Ya da en azından, bir yere gittiğinizde, orayla ilgili ‘bir zamanlar bu haldeydi’ diyen bir şeyler. Hikâye, anlayacağınız! Bizde her şey, ‘al, bak’ dercesine!
-BERGAMA ÖRNEĞİ-
Tarihi bir kentte yaşamanın, mevcut beklentileri de bu başlıkta çeşitlendirmesi çok şaşırtıcı değil. O zaman örneğimiz Bergama olsun mu? Zira arkeolojik alanların ziyaretçilere sunulmasında dijital teknolojinin kullanılması adına, Bergama, eldeki en başarılı örnek! Bilindiği gibi bu kapsamda bir proje geliştirilmiş, ardından da Bergama Antik Kenti, Türkiye’de ve dünyada ilk kez 3 boyutlu modelleme yazılımları ve mobil teknolojilerin kullanımıyla sanal geziye açılmıştı. 3 boyutlu mimari tasarım ve görselleştirme programlarını tablet ve akıllı telefonlarda görüntülemeye yarayan iVisit 3D programı adapte edilerek yaratılan “iVisit Anatolia” (tarihi alanları 3 boyutlu olarak yerinde deneyimleten ilk tarih canlandırma uygulaması) kullanılarak, 3 boyutlu gezi uygulaması hayata geçirilmişti.
Bergama örneğinin, Saint Simon Manastırı gibi, 1500 yılı aşkın yaşıyla bugün hala ayakta duran bir inanç noktası ile hayata geçmesi adına, topu, hem belediyelerin hem de üniversitelerin sahasına atalım mı? “Mimari ve Kentler” bağlamında vatandaşın sıraladıklarını da unutmadan ama… -Tamer Yazar-

Exit mobile version